Frankofil şamatası

İkinci Meşrutiyet döneminde bile yabancıların ve azınlıkların okullarında Türk öğretmenler görev yapmışken, yüz yıl sonra aynı okullarda Türk öğretmenlerinin görev yapmasını, Türk eğitim müfredatının bu okullarda geçerli olmasını istemek, bu okullarla savaş olmadığı gibi bu okullara kafayı takmak değildir. Fransa, Türkiye ile münasebetlerinde Türkiye ile eşit olduğunu kabul edecektir. Bu eşitlik Fransa’yı ve Frankofilleri rahatsız ediyor ise (ki Babacan’ı rahatsız ettiği görülüyor), o zaman Fransa ile Türkiye arasında böylesi okul münasebetleri olmayacaktır.

GERİLEME dönemiyle birlikte Osmanlı Devleti’nin yaşadığı önemli problemlerden biri de Kapitülasyonların devamı sayılan yabancı devlet okullarıydı. Yabancılar okullarını, misyonerlik ve yerli Hıristiyanları (azınlık cemaatlerini) kendi siyasetleri doğrultusunda yetiştirmek için açmışlardır. Osmanlı Devleti’nde ilk kapitülasyon sahibi olan Fransa, aynı zamanda 1583’te, İstanbul Galata’da beş rahip tarafından ilk yabancı okulu açan ülke olmuştur. Fransız okulları zamanla başka illerde de açılmış olsa bile, en çok okul açtıkları yerler İstanbul ve İzmir olmuştur.

Üçüncü Selim döneminden (1789-1807) başlayarak Islahatlar için hep Fransa’nın örnek alınması, İkinci Mahmut zamanında (1808-1839) ise Fransa’ya öğrencilerin gönderilmesi, Osmanlı seçkinleri arasında yabancı dil olarak Fransızcayı rakipsiz duruma getirmiştir. 19’uncu yüzyılda İngilizce, Fransızcanın itibarına ortak olmaya başlamıştır. Birinci Dünya Savaşı’nın ardından Fransa’nın eski gücünü yitirmesi, “büyük devletlerin en küçüğü ya da küçük devletlerin en büyüğü” diye nitelendirilmesi ile birlikte Fransızcanın da yıldızının kaymasına neden olmuştur.

1923’te başlayan CHP idaresiyle birlikte Fransızcanın yerini kısa sürede İngilizce almış, tarihin akışı Fransızcanın aleyhine olmuştur. Günümüzde Fransızca bilmenin hiçbir cazibesi kalmamıştır.

1923’te başlayan CHP idaresinin en çok övündüğü işlerin arasında, kapitülasyonların kaldırılması ve buna bağlı olarak yabancı okulların kapatılması ya da MEB denetimine alınması olmuştur.

Osmanlı Devleti zamanında bu okullar kapitülasyonların sonucunda açıldığından dolayı hiçbir şekilde denetlenememişlerdir. 1923’e gelindiğinde iki önemli olay ortaya çıkmıştır: Tehcir ve mübadele sonunda Türkiye’de azınlık cemaatleri (gayrimüslimler) istisna düzeyine inmiştir. Bunlar için herhangi bir ilde, okul için yeterli sayıya sahip olmadıkları gibi, Lozan Antlaşması ile azınlık kiliselerinin zaten okul açma hakları da teminat altına alındığından, Fransa gibi ülkelerin Türkiye’nin taşrasında okul açma sebepleri kalmamıştır.

1924’te Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun çıkarılması ile birlikte, MEB denetimini kabul etmeyenler (bu arada sadece İstanbul’da 38 Fransız okulu) kapatılır, ancak 1926’da MEB denetimini kabul etmelerinin ardından birçoğu yeniden açılır. Bu okullar için ilk sorun misyoner okulu olarak tasarlandığından dolayı, kilisenin bir şubesi görüntüsüyle çalışmaları olmuştur.

Dönemin Türk idaresi, lâiklik için okullarda cami ve kilise havasının etkili olmasına karşı olmuştur. Bunun yanında kültür derslerinin Türkçe ve Türk öğretmenleri tarafından verilmesi ile fen derslerinin Fransızca verilmesi esası getirilmiştir. 1936’da ise bu okulların ana ve ilk kısımlarına Türk çocuklarının gitmesi yasaklanırken, ortaokul ve lise öğrencilerinin yalnızca Katolik kilisesine götürülmelerine izin verilmiştir. Buna karşılık aynı dönemde Türk öğrencilerin camiye götürülmeleri şiddetle yasaklanmıştır. Dönemin Türkiye’sinde bu konularda kilisenin sahip olduğu haklara cami sahip değildir.

Türkiye’deki Fransız okulları

Fransa eskiden beri kendisini lâikliğin sahibi ve öğretmeni gibi telâkki etmiştir. Bu yüzden Türkiye’deki CHP idaresinin lâiklik adına gösterdiği bu özentili/takıntılı davranış, Fransızlar için de bir sempati sebebi oluşturmuştur. Fransız okulları ile eskiden beri Katolik Kilisesi’nin lâikliği hayatın vazgeçilmezlerinden saydıkları yerler olmuştur.

Türkiye’deki Fransız okulları MEB denetiminde varlıklarını devam ettirirken, 1942’de İstanbul Pierre (Piyer) Loti ve daha sonra Ankara’da Charles de Goll Okulları, MEB denetimi dışında ve doğrudan Fransa MEB’ine bağlı olarak 82 yıldan beri faaliyetlerini sürdürebilmişlerdir. Bu durum aslında o dönemde Türkiye’yi yönetenlerin ayıbıdır.

Buna karşılık Fransa Strazburg’da 2015’te kurulan ilk Türk lisesi olan Yunus Emre Lisesi ise tümüyle Fransa MEB kriterlerine bağlı olarak açılabilmiştir (AA, 6 Ekim 2015).

Almanya’nın Ankara Büyükelçiliğine bağlı olarak faaliyetlerini sürdüren yani MEB denetimi dışında olan, 2008’de İstanbul ve İzmir’de açılan Ernst Reuter Okuluna da MEB denetimini kabul etmesi, aksi halde kapatılacağı bildirilmiştir (Milliyet, 25 Temmuz 2024).

Almanya’da MEB denetimi dışında okul açmak bir yana, resmî izinli olarak açılan camiler/mescidler bile zaman zaman Alman polisinin baskınlarına maruz kalmaktadır. MEB denetimi dışında olan okullar, muhtemelen Alman ve Fransız okullarından ibaret değildir. Zaman içinde başka ülkelerin de bu statüde açtığı okulların haber olmaları kuvvetle muhtemeldir.

Yabancı okulların denetimi tartışması hakkında

Millî Eğitim Bakanı Yusuf Tekin, görevi icabı bu okulların denetlenmesini istemiş, denetim kabul edilmezse kapatılacaklarını ve Türk öğrencilerinin başka okullara nakillerinin yapılacağını açıklamıştır. MEB mevzuatı doğrudur/yanlıştır, değiştirilmesi gerekir/gerekmez, bunlar tümüyle Türkiye’nin iç işidir ve hiçbir şekilde Almanya ya da Fransa’yı ilgilendiren hususlar değildir. Görevini yapmaktan başka bir işi olmayan Yusuf Tekin’in yabancılara karşı desteklenmesi gereken yerde, bu hengâmede medyada Almanlara ve Fransızlara şirinlik eden bazı sesler ortaya çıkmıştır. İşte onlardan biri olan Nuray Babacan’a göre, “MEB’in bu okullarla savaşı bir süreden beri devam ediyor”. Babacan şöyle devam ediyor:

“En son Mevlüt Çavuşoğlu’nun Dışişleri Bakanlığı döneminde, Türkiye, Fransa’da okul açması girişiminde bulundu. Fransa’ya tanınan hakların Türkiye tarafından kullanılmasını istemek haklı olabilir. Ancak Fransa, okul eğitiminin tam bir lâik sistemle olması gerektiğini, dinî eğitim gibi konulara girilmemesini istiyor -ki kendi okullarında da bu yönde eğitim yok-. Sadece dinler tarihi anlatılıyor…

Şimdi Hükümet, Fransa üzerinden yol alamayınca buradaki Fransız okullarına kafayı taktı. Bu okullarda din ve ahlâk dersi verilmesi, Türk müfredatının uygulanması ve MEB’e bağlı Türk öğretmenlerinin görev alması konusunda baskı yapıldığı anlatılıyor.

1942 yılından beri eğitim veren ve iki ülkenin de bu özel statüyü kabul ettiği, 22 yıllık AKP iktidarında, AKP’li siyasilerin çocuk ve yakınlarının olduğu hesaba katıldığında bu ısrar neden?” (gazetepencere.com, 9 Temmuz 2024)

Görüldüğü gibi Türk vatandaşı Babacan, Türkiye ile Fransa arasında ortaya çıkan okul anlaşmazlığında, açıktan ve doğrudan Fransa’nın tarafında yer almıştır. Hem de bu Fransız taraftarlığını (Frankofilliğini) Türk öğrencilerinin haklarını ve lâikliği savunmak gibi uçuk kaçık nedenlere bağlamıştır.

Elbette Babacan’ın neyin karşılığında bunları yazdığını şimdilik bilmeye imkân yoktur. Bir defa Fransız eğitim düzeni, Babacan’ın iddia ettiği gibi değildir. Fransa’da MEB’e bağlı okullar olduğu gibi Kilise’ye bağlı okullar da vardır. İdarî ve müfredat içeriği bakımından Fransa’da ikili bir eğitim düzeni vardır. Fransa MEB’i ile idare edilen eğitim düzeninin mutlak doğruluğunu gösteren hiçbir veriye sahip değiliz. Türkiye’de ise medreseler CHP tarafından kapatıldığı ve bütün okullar doğrudan MEB’e bağlandığı için, idarî ve müfredat bakımından tekli bir eğitim düzeni vardır.

Fransa ile Türkiye’nin eğitim düzenleri elbette farklıdır. Türkiye, Fransa’nın eğitim düzenini taklit etmek zorunda değildir. Bu beklenti muhtemelen Fransızlara karşı duyulan bir aşağılık kompleksinin sonucudur. Bu kompleksin açıklaması ise psikoloji ilminin konusudur. Ancak Türkiye, Fransa’nın sömürgesi değildir. Türkiye’nin Fransa gibi ülkeleri kayıtsız şartsız taklit ettiği dönemler ise eski Türkiye’de kalmıştır. Yeni Türkiye’de bu tür taklitler geçer akçe değildir; aksine akıl sahipleri için bu tür durumların her biri züldür.

Sorunu nasıl okumalı?

Fransa’da okul açmak isteyenler nasıl ki Fransa MEB’inden izin almak, onun denetimini kabul etmek zorundaysa, aynı durum Türkiye için de geçerlidir. Fransa da Türkiye’de okul açarken, açtığı okullarının faaliyetlerini sürdürürken, Türkiye’nin MEB’inden izin almak ve onun denetimini kabul etmek zorundadır. “Fransa’da lâik eğitim var” iddiasıyla Fransız lâiklik anlayışını ve eğitim düzenini takdis etme çabası beyhudedir.

Uluslararası ilişkilerin temeli, doğal olarak karşılıklılık (mütekabiliyet) ilkesine dayanır. Bir okul açmak ve faaliyetini yürütmek için Fransa’da hangi kurallar geçerliyse, mütekabiliyet icabı, Türkiye’de açılmak istenen Fransız okulları için de benzeri kurallar geçerlidir. Fransızlar paşa paşa bu kurallara uyacaklardır. Uymaz iseler paşa paşa okullarını kapatacaklardır. Geçmişte o okullarda AK Partililerin çocuklarının okumuş olması ihtimâli ise bu yalın gerçeği ortadan kaldırmaz.

İkinci Meşrutiyet döneminde bile yabancıların ve azınlıkların okullarında Türk öğretmenler görev yapmışken, yüz yıl sonra aynı okullarda Türk öğretmenlerinin görev yapmasını, Türk eğitim müfredatının bu okullarda geçerli olmasını istemek, bu okullarla savaş olmadığı gibi bu okullara kafayı takmak değildir. Fransa, Türkiye ile münasebetlerinde Türkiye ile eşit olduğunu kabul edecektir. Bu eşitlik Fransa’yı ve Frankofilleri rahatsız ediyor ise (ki Babacan’ı rahatsız ettiği görülüyor), o zaman Fransa ile Türkiye arasında böylesi okul münasebetleri olmayacaktır. Yani Fransız okulları kapanacaktır.

Eski Türkiye’de Frankofil bazı idareler 1942’de Fransa’ya tekrar kapitülasyon iade etmiş ve Türkiye’nin denetim hakkı olmayan okul açma iznini vermiş olabilirler. Bu izin neden kıyamete kadar bağlayıcı olsun?!

1942’de seçimsiz iktidar olanların böyle bir izin verme hakkı varken, 2024’te özgür seçimlerde yüzde 52 oy almış bir iktidarın bu izni iptal etme yetkisi olmayacak mıdır? ABD ve AB tarafından fonlanan bazı medya organlarında, Türkiye’nin hak ve menfaatlerinin aleyhine böyle uçuk kaçık iddiaların olması basın özgürlüğünün icabı olduğu gibi, dost ve düşmanı tanıma bakımından da önemli bir fırsattır. Kıymeti bilinmelidir.