FOTOĞRAFÇILIK üzerine kaleme
aldığım yazı dizisinin bu bölümünde, önceki yazıların konseptinin dışına çıkacak
ama yine fotoğraf üzerine yazmaya çalışacak ve Rusya-Ukrayna Savaşı nedeniyle
bu yazıda savaş fotoğrafçılığını konu edineceğim.
Kamuoyu,
Ukrayna ve Rusya arasındaki savaşı medyaya yansıyan görüntü ve fotoğraflardan
seyrediyor.
Çoğu
insan bu görüntüleri evinde kahve ya da çayını yudumlarken seyrediyor. Bu acı,
gözyaşı, dram ve trajediler üzerine yazılan kitapların en önemlilerinden biri
de Suzan Sontag’ın “Başkalarının Acılarına Bakmak” adlı eseri. Eser, hacmi
küçük olmasına rağmen savaş fotoğrafçılığı üzerine kült satırlar ortaya
koyuyor.
Manipülasyonlara
dikkat!
Sontag
bu eserinde, “Bütün fotoğraflar, altlarına eklenen yazılar ya da üstlerine
konan başlıklarla açıklanmayı veya çarpıtılmayı beklerler” diyor. Bu satırlar
savaş fotoğrafları söz konusu olduğunda daha fazla geçerli. Özellikle de
çarpıtılma konusunda. Her ne kadar savaş fotoğrafçılığında mizansen kurmak
meselenin doğası gereği zor olsa da, bilinen çok sayıda meşhur savaş fotoğrafı
aslında mizansenle oluşturulmuş.
Örneğin
Amerikan ordusunun İkinci Dünya Savaşı’nda Japon Iwo Jima adasına yaptığı
çıkarmada adadaki tepeye ilk bayrağı diken askerleri gösteren fotoğrafın
mizansen olduğu sıklıkla kamuoyunda yer aldı. Sontag da eserinde benzer bir
anlatıya sahip. Buna benzer başka örnekler de geçiyor eserde. Ama her ne olursa
olsun, en sahici fotoğrafların da savaş fotoğrafları olduğu bir gerçek.
Savaş
ve acı sıradanlaşıyor
Savaşlarda
taraftarlık duygusu son derece ön plândadır. Bu nedenle savaşı anlatan ve
taraflardan birinin aleyhine olan bir fotoğraf karesini insanlar hiç düşünmeden
reddederek, bunun düşmanın bir oyunu ya da mizanseni olduğuna inanırlar.
Psikolojik
bütünlüklerini ve taraftarlık duygularını koruma çabasının bir yansımasıdır.
Savaş fotoğraflarını insanlar günlük yaşam pratikleri içerisinde
izlediklerinden, bu fotoğraflardaki gerçeklik insanların çoğuna sıradan bir
yaşam pratiği olarak gelir. Öyle ki, insanlar fotoğraflardaki acı ve gözyaşı
gibi insanın içini parçalayan kareleri kahvelerini yudumlayarak keyifle seyredebiliyorlar.
Bu da savaş gibi son derece yıkıcı bir olgunun sıradanlaşmasını sağlıyor.
Fakat
bu sıradanlığa garip bir şekilde merak duygusu da şehvetli bir şekilde eşlik
ediyor. Bunun sonucunda da insanlar acı çeken bedenleri ve insanları büyük bir
iştahla seyredebiliyorlar.
Savaş
fotoğraflarında daha çok duygusal özellikler ön plândadır. Bunun yanı sıra,
savaş fotoğrafları savaşın vahşetine dair kanıtları da içerir. Savaş fotoğrafçıları
da bazen bu kanıtları dünyaya duyurmak ile insanî görevlerini yapmak arasında
sıkışıp kalabilirler.
Amerikalı
Kevin Carter’in Sudan’daki kıtlıkta ölmek üzere olan bir çocuğun başında onun
ölümünü bekleyen bir akbabayı fotoğrafladığı ve Carter’e Pulitzer Ödülü
kazandıran o meşhur fotoğraf, bu konuda kamuoyunda ciddî tartışmalar yarattı.
Kamuoyuna
yansıyan bilgilere göre Carter, BM kampına ulaşmaya çalışan çocuğun yanında
duran akbabayı ürkütmemek için onlara ancak 10 metre kadar yaklaşabilmiş ve
fotoğrafı çektikten sonra oradan ayrılmıştı. Fotoğraf yayınlandıktan sonra
çocuğun akıbeti bilinmiyordu. Akbabayı ürkütmediği ve çocuğa yardım etmeden
oradan ayrıldığı gerekçesiyle Carter’e yönelik ciddî eleştiriler oldu. Carter
de çok geçmeden bu fotoğraf nedeniyle intihar etti.
Savaş
fotoğrafçılığı benzer çok sayıda hikâyeye sahip. Savaşlar devam ettiği sürece
de olacağa benziyor.
Rusya-Ukrayna
Savaşı nedeniyle savaş karelerini fazlasıyla seyrediyoruz. Ama benim tavsiyem,
görüntüleri Suzan Sontag’ın “Başkalarının Acılarına Bakmak” adlı 60 sayfalık
kitabını okuyarak değerlendirin. Bakış açınızın değiştiğini göreceksiniz.