Fizikten nefret edip kuantumu sevmek

Kuantum fiziğine katkı sağlayan Einstein bile Newtoncu görüşten sıyrılamamıştır. Bu tür ayrılamamanın altında yatan asıl sebep ise, maddenin ezelden beridir var olduğu fikrinin dünyada yaygınlaştırılmaya ve hâkim kılınmaya çalışılmasından kaynaklanmasıdır. Zira madde ezelden beridir var ise yüce bir yaratıcıya gerek olmadığı gizli sonucuna insanlığın yönlendirilmesi amaç edinilmiştir. Türkiye’de de ateist ve deistlerin büyük çoğunluğu bu görüşe sahip gibi görünse de asıl hedefleri misyonerlik yapıp insanları kendi Hıristiyan inançlarına yönlendirmektir.

FİZİK, bilimlerin temeli olmasına karşın, Türkiye’deki üniversitelerde tercih edilme sıralamasında en sonlarda yer alıyor. Özellikle 2010 yılından sonra Türkiye’de tercih edilmeyen bölümlerin başında fizik gelmektedir. Fizik, insanın aradığı “Biz kimiz, neden buradayız, doğru nedir?” gibi sorulara aradığı cevaplar ile öne çıkan bir bilimdir. Bu sorulara verilecek cevapları sayı, formül ve kavramlarla anlatırken matematik de fizik için yardımcı rol oynar.

Madde, enerji, atom ve kuvvet gibi kavramlar, soruların cevaplarını arayıp gerçeğin ne olduğunu anlamada önemli yapıtaşlarını oluştururlar. Fizik, kimya, biyoloji ve matematik gibi temel bilimler bütün dünyada esas alınır. Çalışmaktan sıkılan ve rehavete kapılan bazı Batı insanında ve bizde fizik bilimi pek rağbet görmemektedir. Buna rağmen Batı’ya en fazla beyin göçünün olduğu bilimlerin başında fiziğin geldiğini belirtmek gerekir.

Fizik, evren ve insana dair soruların cevaplarını ararken felsefe ve hikmet alanlarına girdiği gibi bu alanlara veriler de sunar. Bu verileri sunarken matematik bir lisan olarak kullanılır; nokta, parçacık, iz ve geometrik şekiller ise birer işaret olarak anlam kazanır.

Buradaki işaretlerken kastedileni ise sorulara aranan cevaplara götüren ve gerçeğe dair kılavuzlar olarak görmek gerekir. Buna göre Kur’ân-ı Kerîm ayetleri ile buradaki işaretlerin hakikati arama noktasında aynı amaca hizmet ettiğini görmek gerekir. Ayrıca, “Allah’ın (cc) okuyun dediği ayetlerin yüzde doksan beşi tabiattaki ayetler” olduğu düşünüldüğünde, İslâm coğrafyasında fizik ve diğer fen bilimlerinin çok gelişmiş olması beklenmelidir. Herkes bilmektedir ki, durum bunun tam tersi yönündedir. Peki, bu tezatlığın ortadan kaldırılması için bir çaba var mı? Şimdilik buna cevap vermekten ziyade, böyle bir sorunun ilgili yerlerce sorulduğundan da emin değiliz.

Buna kısa bir bakıştan sonra asıl konuya dönmek istiyoruz: Üniversite sınavlarındaki barajın kalkması kısa bir süre barajı aşamayıp tercih emek isteyen öğrencilere yardım edecektir. Birinci sınavın (TYT) katkısı ve asıl mesele sorgulanmaya devam edecektir. Diğer bir tezatlık ise Türkiye’nin bilim ihtiyacına liselerden itibaren çözüm üretmek için ortaya konulan fen liselerinin normal şartlar altında üniversitelere geçişte fen alanlarına ek puan getirmesi ve fen fakültelerine geçişin ilk adımı olması gerektiğiydi. Şimdiki durumda böyle bir hâl yoktur.

Rahmetli Özal ile Ankara, İstanbul ve İzmir’de kurulan fen liseleri kısa sürede amacından ayrıldı. Hem de okumuş bürokrasi tarafından!

***

Son yıllarda bazı Arap ülkeleri bu durumu fark ettikleri için çok ciddi yatırımlarla temel bilimler ve bu alandaki çalışmalara büyük destekler veriyor. Arap ülkeleri bu alanda iki işi anlamış ve atılım yapmış durumdalar: Bunlardan birincisi üniversite öğretim üyesi olarak beyin göçü çekmeleri, ikincisi ise bilimsel anlamda çok sayıda dergiyi Batı ile entegreli bir şekilde yürütmeleri. Bazı Batılı yayınevleri Arap ülkelerinin dergilerini de yayınlıyor. Türkiye bu alanda çok bakir kalmış durumda.

Kuantumun keşfiyle birlikte fizik yeniden merak konusu olsa da kuantum daha çok felsefik ya da ütopik bir saha çekilmek istenmiştir. Oysa kuantumun daha çok gerçeğin peşine düşen ve daha çok derinlerdeki gerçeklerin aşikâr edilmesiyle ilgilenen bir bilim dalı olduğu unutulmamalıdır.

Mekanik, optik, elektrik ve istatistik olayları Newton fiziği, Maxwell denklemleri ve termodinamik gibi makro ölçekte klasik fizikle izah edilirken, kuantumun keşfiyle birlikte mikro dünyalara bir seyahat başlamıştır. Kuantum fiziği ile birlikte sebep-sonuç ilişkisi sarsılmış, statik ve Newtoncu dünya görüşü yara almıştır. Kuantum fiziğine katkı sağlayan Einstein bile Newtoncu görüşten sıyrılamamıştır.

Bu tür ayrılamamanın altında yatan asıl sebep ise, maddenin ezelden beridir var olduğu fikrinin dünyada yaygınlaştırılmaya ve hâkim kılınmaya çalışılmasından kaynaklanmasıdır. Zira madde ezelden beridir var ise yüce bir yaratıcıya gerek olmadığı gizli sonucuna insanlığın yönlendirilmesi amaç edinilmiştir. Türkiye’de de ateist ve deistlerin büyük çoğunluğu bu görüşe sahip gibi görünse de asıl hedefleri misyonerlik yapıp insanları kendi Hıristiyan inançlarına yönlendirmektir.

***

Kuantum fiziği ile ışık, madde, madde-ışık, atom, molekül ve atom altı dünyalar daha detaylı anlaşılmaya ve hakikat derk edilmeye daha fazla yaklaşılmış olundu.   

Atom altı dünyalara inildikçe çok fazla detay ortaya çıktığı için fizik daha fazla matematiksel ifadeleri lisan olarak kullanmaya başlamıştır. Diğer bir ifadeyle, daha çok veri sayısal ve analitik olarak ortaya çıkmıştır. Aslında aynıymış gibi görünen bütün atom altı dünyaların her birinin bir hanesi ve diğerinden farklı bir yönü olduğu ortaya çıkmıştır. Bu durumun bir plân ve kasıt sonrasında ortaya çıkmış olmasını ifade etmek akla en yatkın olanıdır. 

Kuantum bir fizik dalı olarak ortaya çıkmış ve insanların büyük kısmı tarafından özenilesi bir bilim olarak görmesi, onun getirdiği yeni bakıştır. Kısaca her sebep sonucu doğurmamaktadır; determinizm yerle bir olmuştur. Şimdilerde bu tür olayların televizyonlar, otomobiller, cep telefonları, fotokopi makinası ve tıbbî görüntüleme gibi çok sayıda cihazın temelinde kuantum bilimi yatmaktadır.

Danimarkalı fizikçi Hans Christian Orsted, bir kablonun içinden geçen elektriğin pusulanın yönünü değiştirdiğini keşfetmesinden sonra İngiliz fizikçi Michael Faraday, elektrik enerjisinden mekanik enerjiye geçmeyi başarmıştır. Bunun ardından da Edison elektrik santralleri, jeneratör ve trafolar gibi cihazların geliştirilebildiğine öncülük etti. André-Marie Ampere ise manyetik alan ile elektrik alan arasındaki geçişi Faraday’ın tersi yönde gerçekleştirmiştir. Bu bilgileri derleyip toplayıp elektrikten manyetiğe, manyetikten de elektriğe geçişlerdeki engelleri ortadan kaldıran Maxwell, elektromanyetik alan denklemlerini ortaya koymuştur. Bu durum ise Einstein’in Özel Görelilik Kuramı’nın çıkış noktasını oluşturmuştur.

Her şeyin bir ışık yaydığını veya yansıttığı atom altındaki maddelerin ise belirli etiketlemeler ile birbirlerinden farklı olduklarından hareketle eşi benzeri görülmemiş yeni dünyalara imza atılmıştır. Hepsinin temelinde yatan ise “duran dalga” olarak nitelenebilen bir kavramın arka plânda sadeliği ve kolaylığı taşıyor olmasıdır. Bütün matematiksel lisanın makro dünyada olduğu gibi mikro dünyalarda da bir dalga denklemi ile ifade edilişi şaşırtıcı gelmemelidir.

Kuantumu ilk keşfeden Alman fizikçi Max Planck’ın ifadesiyle, “Bilimin bittiği sınırdan sonraki çıkan kapıda iman et” yazısıyla karşılaşılması önemlidir. Sahi, bin 400 yıl önce “Evren duran dalgalardan oluşmuş bir denizdir” diyen Hazreti Muhammed’in (sav) bu sözü makro ve mikro dünyalardaki dalga denklemini çağrıştırırken, Planck’a esin kaynağı olmuş mudur? Ya da Planck, Hazreti Muhammed’in (sav) böyle bir sözünden haberdar mıdır? Daha da ilerisi, kaç tane Müslüman, Hazreti Muhammed’in (sav) bu sözünden haberdardır?