FİZİK, bilimlerin
temeli olmasına karşın, Türkiye’deki üniversitelerde tercih edilme
sıralamasında en sonlarda yer alıyor. Özellikle 2010 yılından sonra Türkiye’de
tercih edilmeyen bölümlerin başında fizik gelmektedir. Fizik, insanın aradığı
“Biz kimiz, neden buradayız, doğru nedir?” gibi sorulara aradığı cevaplar ile
öne çıkan bir bilimdir. Bu sorulara verilecek cevapları sayı, formül ve
kavramlarla anlatırken matematik de fizik için yardımcı rol oynar.
Madde,
enerji, atom ve kuvvet gibi kavramlar, soruların cevaplarını arayıp gerçeğin ne
olduğunu anlamada önemli yapıtaşlarını oluştururlar. Fizik, kimya, biyoloji ve
matematik gibi temel bilimler bütün dünyada esas alınır. Çalışmaktan sıkılan ve
rehavete kapılan bazı Batı insanında ve bizde fizik bilimi pek rağbet
görmemektedir. Buna rağmen Batı’ya en fazla beyin göçünün olduğu bilimlerin
başında fiziğin geldiğini belirtmek gerekir.
Fizik,
evren ve insana dair soruların cevaplarını ararken felsefe ve hikmet alanlarına
girdiği gibi bu alanlara veriler de sunar. Bu verileri sunarken matematik bir
lisan olarak kullanılır; nokta, parçacık, iz ve geometrik şekiller ise birer
işaret olarak anlam kazanır.
Buradaki
işaretlerken kastedileni ise sorulara aranan cevaplara götüren ve gerçeğe dair kılavuzlar
olarak görmek gerekir. Buna göre Kur’ân-ı Kerîm ayetleri ile buradaki işaretlerin
hakikati arama noktasında aynı amaca hizmet ettiğini görmek gerekir. Ayrıca, “Allah’ın (cc) okuyun dediği ayetlerin yüzde
doksan beşi tabiattaki ayetler” olduğu düşünüldüğünde, İslâm coğrafyasında fizik
ve diğer fen bilimlerinin çok gelişmiş olması beklenmelidir. Herkes bilmektedir
ki, durum bunun tam tersi yönündedir. Peki, bu tezatlığın ortadan
kaldırılması için bir çaba var mı? Şimdilik buna cevap vermekten ziyade, böyle
bir sorunun ilgili yerlerce sorulduğundan da emin değiliz.
Buna
kısa bir bakıştan sonra asıl konuya dönmek istiyoruz: Üniversite sınavlarındaki
barajın kalkması kısa bir süre barajı aşamayıp tercih emek isteyen öğrencilere
yardım edecektir. Birinci sınavın (TYT) katkısı ve asıl mesele sorgulanmaya
devam edecektir. Diğer bir tezatlık ise Türkiye’nin bilim ihtiyacına liselerden
itibaren çözüm üretmek için ortaya konulan fen liselerinin normal şartlar altında
üniversitelere geçişte fen alanlarına ek puan getirmesi ve fen fakültelerine
geçişin ilk adımı olması gerektiğiydi. Şimdiki durumda böyle bir hâl yoktur.
Rahmetli
Özal ile Ankara, İstanbul ve İzmir’de kurulan fen liseleri kısa sürede
amacından ayrıldı. Hem de okumuş bürokrasi tarafından!
***
Son
yıllarda bazı Arap ülkeleri bu durumu fark ettikleri için çok ciddi yatırımlarla
temel bilimler ve bu alandaki çalışmalara büyük destekler veriyor. Arap
ülkeleri bu alanda iki işi anlamış ve atılım yapmış durumdalar: Bunlardan
birincisi üniversite öğretim üyesi olarak beyin göçü çekmeleri, ikincisi ise
bilimsel anlamda çok sayıda dergiyi Batı ile entegreli bir şekilde yürütmeleri.
Bazı Batılı yayınevleri Arap ülkelerinin dergilerini de yayınlıyor. Türkiye bu
alanda çok bakir kalmış durumda.
Kuantumun
keşfiyle birlikte fizik yeniden merak konusu olsa da kuantum daha çok felsefik
ya da ütopik bir saha çekilmek istenmiştir. Oysa kuantumun daha çok gerçeğin
peşine düşen ve daha çok derinlerdeki gerçeklerin aşikâr edilmesiyle ilgilenen
bir bilim dalı olduğu unutulmamalıdır.
Mekanik,
optik, elektrik ve istatistik olayları Newton fiziği, Maxwell denklemleri ve
termodinamik gibi makro ölçekte klasik fizikle izah edilirken, kuantumun
keşfiyle birlikte mikro dünyalara bir seyahat başlamıştır. Kuantum fiziği ile
birlikte sebep-sonuç ilişkisi sarsılmış, statik ve Newtoncu dünya görüşü yara
almıştır. Kuantum fiziğine katkı sağlayan Einstein bile Newtoncu görüşten
sıyrılamamıştır.
Bu
tür ayrılamamanın altında yatan asıl sebep ise, maddenin ezelden beridir var
olduğu fikrinin dünyada yaygınlaştırılmaya ve hâkim kılınmaya çalışılmasından
kaynaklanmasıdır. Zira madde ezelden beridir var ise yüce bir yaratıcıya gerek
olmadığı gizli sonucuna insanlığın yönlendirilmesi amaç edinilmiştir.
Türkiye’de de ateist ve deistlerin büyük çoğunluğu bu görüşe sahip gibi görünse
de asıl hedefleri misyonerlik yapıp insanları kendi Hıristiyan inançlarına
yönlendirmektir.
***
Kuantum
fiziği ile ışık, madde, madde-ışık, atom, molekül ve atom altı dünyalar daha
detaylı anlaşılmaya ve hakikat derk edilmeye daha fazla yaklaşılmış
olundu.
Atom
altı dünyalara inildikçe çok fazla detay ortaya çıktığı için fizik daha fazla matematiksel
ifadeleri lisan olarak kullanmaya başlamıştır. Diğer bir ifadeyle, daha çok
veri sayısal ve analitik olarak ortaya çıkmıştır. Aslında aynıymış gibi görünen
bütün atom altı dünyaların her birinin bir hanesi ve diğerinden farklı bir yönü
olduğu ortaya çıkmıştır. Bu durumun bir plân ve kasıt sonrasında ortaya çıkmış
olmasını ifade etmek akla en yatkın olanıdır.
Kuantum
bir fizik dalı olarak ortaya çıkmış ve insanların büyük kısmı tarafından özenilesi
bir bilim olarak görmesi, onun getirdiği yeni bakıştır. Kısaca her sebep sonucu
doğurmamaktadır; determinizm yerle bir olmuştur. Şimdilerde bu tür olayların
televizyonlar, otomobiller, cep telefonları, fotokopi makinası ve tıbbî
görüntüleme gibi çok sayıda cihazın temelinde kuantum bilimi yatmaktadır.
Danimarkalı
fizikçi Hans Christian Orsted, bir kablonun içinden geçen elektriğin pusulanın
yönünü değiştirdiğini keşfetmesinden sonra İngiliz fizikçi Michael Faraday,
elektrik enerjisinden mekanik enerjiye geçmeyi başarmıştır. Bunun ardından da
Edison elektrik santralleri, jeneratör ve trafolar gibi cihazların
geliştirilebildiğine öncülük etti. André-Marie Ampere ise manyetik alan ile
elektrik alan arasındaki geçişi Faraday’ın tersi yönde gerçekleştirmiştir. Bu
bilgileri derleyip toplayıp elektrikten manyetiğe, manyetikten de elektriğe
geçişlerdeki engelleri ortadan kaldıran Maxwell, elektromanyetik alan
denklemlerini ortaya koymuştur. Bu durum ise Einstein’in Özel Görelilik
Kuramı’nın çıkış noktasını oluşturmuştur.
Her
şeyin bir ışık yaydığını veya yansıttığı atom altındaki maddelerin ise belirli
etiketlemeler ile birbirlerinden farklı olduklarından hareketle eşi benzeri
görülmemiş yeni dünyalara imza atılmıştır. Hepsinin temelinde yatan ise “duran dalga”
olarak nitelenebilen bir kavramın arka plânda sadeliği ve kolaylığı taşıyor
olmasıdır. Bütün matematiksel lisanın makro dünyada olduğu gibi mikro
dünyalarda da bir dalga denklemi ile ifade edilişi şaşırtıcı gelmemelidir.
Kuantumu
ilk keşfeden Alman fizikçi Max Planck’ın ifadesiyle, “Bilimin bittiği sınırdan
sonraki çıkan kapıda iman et” yazısıyla karşılaşılması önemlidir. Sahi, bin 400
yıl önce “Evren duran dalgalardan oluşmuş bir denizdir” diyen Hazreti Muhammed’in
(sav) bu sözü makro ve mikro dünyalardaki dalga denklemini çağrıştırırken, Planck’a
esin kaynağı olmuş mudur? Ya da Planck, Hazreti Muhammed’in (sav) böyle bir
sözünden haberdar mıdır? Daha da ilerisi, kaç tane Müslüman, Hazreti Muhammed’in
(sav) bu sözünden haberdardır?