Fiyatları kim yükseltiyor?

“Her bakımdan baskı uygularız. Ekonominizi çökertiriz” gibi sözler sarf edildi yüzümüze karşı. Bu tür açıklamalar, dünyanın gözü önünde yapıldı. Gizli saklı değil. Kapalı kapılar arkasında, büyük salonların büyük masalarında yapılmadı. Acaba bu tehditlerin ülkemizdeki ekonomik sıkıntılarla, her gün artan fiyatlarla bir ilgisi var mıdır? “Yok” diyebilecek var mıdır? Fakat tek sebep de bu olamaz. Yine dönüp dolaşıp geliyoruz ahlâk meselesine.

ÜNLÜ iş adamı Vehbi Koç, şirketlerinden birinde üst düzey çalışanlarından birini iş görüşmeleri yapmak üzere Avrupa’ya göndermiş.

Dönüşte bir araya gelmişler, seyahatin nasıl geçtiği üzerine değerlendirmelerde bulunmuşlar.

Görevlinin çok şık bir güneş gözlüğü kullandığı Vehbi Koç’un dikkatini çekmiş ve kaça aldığını sormuş.

Gözlük çok pahalıymış fakat patronun tutumluluğunu iyi bilen eleman, müsrif görünmekten çekindiği için gerçek fiyatın üçte birini söylemiş.

Vehbi Koç, “Aferin, ucuz almışsın. Bir dahaki sefere bir tane de bana al” diye siparişte bulunmuş.

Ünlü iş adamı bugünleri görseydi ne yapardı?

Her şeyin fiyatının günden güne arttığına şahit olsaydı, gözlük siparişi vermekten belki de vazgeçerdi.

Yahut “İğneden ipliğe, ıspanaktan pırasaya her şeye her gün zam geliyor, ucuz bulmuşken bu fırsatı değerlendirelim” diyerek, bütün çalışanları için birer tane gözlük siparişi verirdi.

Gerçekten de son dönemdeki fiyat artışları astronomik.

Fiyatlar, ülkemizin ilk astronotu Alper Gezeravcı’dan daha hızlı yükseliyor, bütün ürünler uzaya ondan önce ulaştı.

Tutabilene aşk olsun.

Lokantaya gidebilenler, yemeklerini hızlı hızlı yemek ve bir an önce çıkmak zorunda artık. Ağır davranırlarsa, yemek bitmeden fiyatlar artabilir. Yemeğine aheste yiyip tadını çıkarmak isteyenler fazla ücret öder.

Marketlerde ve mağazalarda etiketleri yenilemek için bir koşturmaca var.

Raftaki ürün etiketi, kasaya gelene kadar yükselmiş oluyor.

Şaka gibi ama değil. Taş gibi, kaya gibi gerçek. Her gün binlerce, milyonlarca kişinin başına gelen budur.

*

Bir arkadaş grubumuz var. Edebiyattan siyasete, felsefeden tarihe her konunun tartışıldığı serbest kürsü…

Bazılarının maddî durumu gayet iyi olsa da çoğunluk orta direk.

Bugün fiyat artışları konuşuldu. Birkaç arkadaşın sözlerine yer vermek istedim.

Ziya:

“‘Asgarî ücret görüşmeleri başlayacak’ haberleri çıkınca ürünlere zam yaptılar.

Görüşmeler başladı, yine zam yaptılar.

Asgarî ücret belli oldu, bir zam daha yaptılar.

Şubat başı itibariyle maaş ödemeleri başladı, yine zam yaptılar.

Şimdi Ramazan geliyor diye yine zam yapacaklar. (Demeye kalmadı, zamlar etiketlere yansıdı.)

Ramazan başlayınca yine zam yapacaklar.”

Kemal:

“Bugün bir gıda toptancısıyla konuştum. ‘Bütün mesele ahlâksızlık’ diyor.

Bu kadar artış için maddî bir gerekçe olmadığını söylüyor.”

Aydın:

“Ahlâk olmayan yerde din iman olabilir mi? Asıl soru budur.”

Görüldüğü üzere arkadaşlarımız meseleyi en hassas yerinden yakalamış. Tespitler tam isabet.

Ekranlarda da her gün bu konuda haberler yayınlanıyor. “Bu aşırı fiyat artışları niye?” diye soruyorlar.

Biz de Kemal Sunal gibi ekrana bakıp, “Hee, niye?” diyoruz.

Sorular ortada kalıyor. Soru işaretlerinin çengelleri havada çarpışarak birbirine takılıyor. Kimse makul, mantıklı bir cevap vermiyor.

Erkan Yolaç’ın tabiriyle emme basma tulumba gibi kafa sallamak kimseye tatmin edici gelmiyor ve asla açıklayıcı değil.

Çarşıyı, pazarı, marketleri dolaşıp fiyatları kontrol eden etiket dedektifleri, tüketici derneği yetkilileri, acar muhabirler, artışları somut örnekler üzerinden gösteriyor fakat bir işe yaramıyor. Bir çare bulunamıyor.

Vatandaş zaten bütün artışların farkında. Sorunu tespit etmek ve ekranda yayınlamakla çözüm üretilmiş olunmaz. Tezgâhta gördüğümüzü bir de televizyonda görmüş, radyodan dinlemiş oluyoruz, o kadar.

“Tarlada iki lira, markette otuz lira. Bu nasıl oluyor?”

“Dalında bir lira, tezgâhta yirmi beş lira, bunun izahı yok!”

“Üretici perişan. Ürettiğine pişman. Satamadığı ürünü döküyor.”

“Nakliye bu kadar tutmaz. Bu insafsızlık!”

Bu tür açıklamalara da her gün rastlıyoruz.

Aracılar kazanıyor diye isyan edenler haklı.

Bazı üreticilerin ağaçları söktüğünü haber alıyoruz.

Yerinde ucuz diye iki kilo portakal almak için Antalya’ya, dört kilo patates almak için Niğde veya Nevşehir’e mi gidelim İstanbul’dan, Ankara’dan?

O kadar gittikten sonra çiftçi bedava da verebilir ama kime ne fayda?

Muhabirlerin ekrandan fiyatlarla ilgili bilgi verirken “Bu nasıl oluyor?” diye bize sormaları da bir hayli gülünç oluyor doğrusu.

Biz mi bileceğiz?

Haydi bildik diyelim, fiyatların nasıl ve neden arttığını bütün detaylarıyla bilmemiz, neticeyi değiştirmez ki.

Sadece asgarî ücretle ilgili değil fiyat artışları.

Hava soğuyor, zam. Hava ısınıyor, zam. Kar yağıyor zam, kar yağmıyor yine zam.

Kuşlar göç etti, yok etmedi; ayılar kış uykusuna yattı, hayır yatmadı… Bunlar hep sebep. Daha doğrusu bahane.

Maksat zam yapmak olduktan sonra, buluttan da nem kapılıyor tabiî.

*

Bizim için tehditler savuranlar vardı, hatırlarız. Ne hatırlaması canım, unutmadık zaten, hep aklımızda.

“Sözümüzü dinlemezseniz, tavsiyelerimize (yani emirlerimize) uymazsanız, sizi zora sokarız. Her bakımdan baskı uygularız. Ekonominizi çökertiriz” gibi sözler sarf edildi yüzümüze karşı.

Bu tür açıklamalar, dünyanın gözü önünde yapıldı. Gizli saklı değil. Kapalı kapılar arkasında, büyük salonların büyük masalarında yapılmadı.

Acaba bu tehditlerin ülkemizdeki ekonomik sıkıntılarla, her gün artan fiyatlarla bir ilgisi var mıdır?

“Yok” diyebilecek var mıdır?

Fakat tek sebep de bu olamaz. Yine dönüp dolaşıp geliyoruz ahlâk meselesine.

Yanında vicdan, insaf gibi konular da yer alıyor.

O tehditleri savuranlar sistemin bir yerine kadar etkili olabilir. Fakat biz, tek tek her birimiz, işin biraz insaf, biraz vicdan tarafına eğilirsek, ahlâklı davranış üzerine meyledersek, diğerlerinin hiçbir etkisi kalmaz. Yahut en azından belli bir yere kadar etkileyebilirler.

Allah selâmet versin, refah versin. Bu sıkıntılı günleri de aşacağımıza inanıyoruz. Niye aşmayalım? Biz ne badireler atlattık. Buna mı takılıp kalacağız?