Fıtrattaki yozlaşma: Tüketimperestlik

İnsanın sürekli olarak “Ben neyim? Hayatın anlamı nedir? Öldükten sonraki hayat nasıldır ve hayatın kökeni nedir?” sorularına cevaplar aradığı varsayılırdı. Ancak günümüzde insan zihni, artık bu doğal sorulara cevap bulmak için işlememektedir. Bugün insan zihni, “Hangisini alayım?” şeklindeki merkezî tüketim sorusu tarafından esir alınmıştır.

TÜKETİM olgusu, günümüz insanının duygu, düşünce ve davranışlarını belirleyen, yönlendiren ve kontrol eden “ana dinamik” hâline gelmiş bulunmaktadır. Yaşadığımız dünyanın bir tüketim dünyası ve yaşadığımız toplumun bir tüketim toplumu olduğu, günümüzün en yalın gerçeğidir. Günümüz insanının yaşam tarzı, baştan sonra tüketim üzerine kurgulanmıştır. Başka bir ifadeyle, insan hayatının başında, ortasında ve sonunda tüketim bulunmaktadır.

Tüketim faaliyetinin insanın yaptığı tek davranış hâline gelmesi, modern dünyada olup bitenin tüketim değil, tüketim çılgınlığı veya tüketim ideolojisi olarak tüketimizmin (consumerism) egemen olduğu şeklinde yeni bir tartışmanın yapılmasına neden olmuştur. Tüketim çılgınlığının hayatımıza şekil veren totaliter bir ideoloji hâline gelmesi, “insan” dediğimiz varlığın tüketmekten başka hiçbir özelliği olmayan bir nesneye indirgenmesi sonucunu doğurmuştur.

Tüketim tartışması, hayatımıza ve varlığımıza yönelik detay bir konu değil, bizzat hayatımızın, varlığımızın ve ruhumuzun derinliğiyle ilgili varoluşsal bir konu durumundadır.

Tüketim, insanın duygu, düşünce ve davranışını belirleyen ana dinamik hâline geldiği andan itibaren psikoloji, sosyoloji ve felsefe gibi bilimler de insan bilimlerinden ziyade “tüketim bilimleri” hâline gelmişlerdir. Bugün sosyoloji ve psikoloji, tüketim ideolojisinin ateşine odun taşıyan yakıt disiplinlerden başka bir şey değildirler.

Tüketim ideolojisini sürekli canlı kılan ve üreten ana olgu reklâmdır. Hayatımıza dair her şey, reklâmlar sayesinde kolaylıkla bir tüketim nesnesine dönüşmektedir. Reklâmlar, kişide ve toplumda tüketme arzusu uyandırmakta, kişiyi tüketmeye doğru motive ve mobilize etmektedir. Başka bir ifadeyle, bizi tüketmeye doğru kışkırtan ana güç yani “provokatör” konumunda olan olgu “reklamcılık”tır. Psikoloji, sosyoloji ve felsefenin bütün verileri, profesyonel bir provokatör olan reklâmcılık sektörünün hizmetine sunulmuştur.

İnsanla beraber insan bilimlerinin de tüketimizmin kölesi hâline getirilmesi, insanlık için büyük bir faciadır. Günümüzün tamamını neyi tüketeceğimize dair yaptığımız tercihler, kararlar ve davranışlarla geçirmekteyiz. Bütün duygularımız ve düşüncelerimiz, bizi sürekli olarak tüketim yönünde tercihlerde bulunmaya itmektedir. Günlük hayatımızın tamamı “tüketim çılgınlığı” anlamına gelen tüketim tercihleriyle dolu olmasına rağmen, varoluşumuz üzerine ise nerede hiçbir şey hissetmemekte ve düşünmemekteyiz. Günlük hayatımızda varoluşsal nitelikte hiçbir şey hissetmeyen ve düşünmeyen varlıklara dönüşmüş durumdayız. Günlük hayatta verdiğimiz tüketim çılgınlığı kararlarının yanında varoluşsal konularla ilgili düşüncelerimiz, duygularımız ve tercihlerimiz neredeyse bir “hiç” düzeyine inmiş durumdadır.

Tüketim, var oluşumuzu gasp ederek bizzat varlık biçimimiz hâline gelmiş durumdadır. Tükettiğimiz ölçüde varlık olabileceğimiz ve varoluşumuzu gerçekleştirebileceğimiz şeklindeki kabul, modern dünyanın en ölümcül yanılgısı hâline gelmiş bulunmaktadır. Tüketimin bir varoluş yolu değil, yok oluş biçimi olduğunu modern insanın yeniden fark etmesi, kavraması ve idrak etmesi lâzımdır.

Tüketim çılgınlığımız, sıradan bir materyalizm değildir. Tüketimperestlik bugün kimliğimiz hâline gelmiş durumdadır. Kim olduğumuz sorusu, ne tükettiğimiz sorusuyla yakından özdeş hâle gelmiştir. “Ne tükettiğini söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim” olarak ifade edeceğimiz şekilde, insanlar artık arkadaşlarıyla değil, tükettikleri nesnelerle birbirlerini tanımaktadırlar. Tüketimperestliğin egemen olduğu modern dünyada kişiler, tükettikleri nesneleri ve malları, kendilerinden ayrı şeyler olarak değil, kendi kişiliklerinin uzantısı, hatta kendisi olarak algılamaktadırlar. Tüketimperest dünyada insanlar, inançlarını ve değerlerini, tükettikleri nesneler yoluyla ifade etmektedirler.

Tüketim, bugün sadece inananların kimliklerini ifade etme yolu olmanın ötesinde de bir işleve sahiptir. Toplum kişiyi, tüketim tercihlerine göre algılamaktadır. Toplum kişiyi, içtiği sigaraya, sürdüğü arabaya, giydiği kot pantolona, taşıdığı çantaya veya yemek yediği restorana göre algılamakta ve kişiliğini değerlendirmektedir. Tüketim çılgınlığı sayesinde kişinin kendisi iltifatın öznesi değil, fakat kullandığı nesneler toplumsal iltifatın ve algının merkezine oturmuş bulunmaktadır. İnsanlar kendilerine ait özgün özelliklerinden ziyade, kullandıkları nesneleri diğer insanların gözüne sokmak suretiyle kendileri hakkında olumlu ve üstün algılar oluşturmaya çalışmaktadırlar.


Duygu dünyasına hâkimiyet

İnsanların duygu dünyaları tamamen tüketime bağımlı hâle gelmiştir. İnsanlar tükettikleri zaman tatmin ve mutlu olmakta, tüketim imkânları sınırlı olduğunda veya azaldığında ise acı çekmekte ve mutsuz olmaktadırlar.

İnsanlar sıkıldıklarında ve bunaldıklarında genelde kendilerini rahatlatmanın yolu olarak alışveriş yapmayı görmektedirler. Mutluluğun ve tatminin tüketimperestliğin bağımlısı ve kölesi duygular hâline gelmesi, insanı sonsuz bir mutsuzluğa ve tatminsizliğe sürüklemektedir. Tüketimin amacı bizim mutlu ve tatmin olmamız değildir. Tüketimperestlik, bizim mutsuzluğumuz ve tatminsizliğimiz üzerine var olan modern bir çılgınlıktır. Tüketimperestlik ideolojisi veya dini, insanın mutsuzluğu ve tatminsizliği derinleştikçe kişinin kontrol edilemez düzeyde tüketim dininin çok sadık kulu hâline geleceğini bilmektedir. Tüketimperestlik, mutsuzluk ve tatminsizlik dinidir, ideolojisidir ve yoludur.

İnsanlar, tüketimlerini arttırmak suretiyle kendilerini başkalarının gözünde daha değerli, iyi ve özel kılmaya çalışmaktadırlar. Kişiler, tükettikleri anda diğer insanların kendilerine olumlu ifadelerde ve iltifatlarda bulunacak ve kendilerine değer vereceklerini ummaktadırlar.

Modern insan, diğer insanlardan tatlı bir söz duymaya hasret durumdadır. Kişi, başkalarından ne kadar şık olduğunu, saç şeklinin ne kadar güzel olduğunu, giydiği kıyafetin çok yakıştığını, kolyesinin çok güzel olduğunu, yüzüğünün ne kadar değerli olduğunu duymayı istemektedir. İnsanlardan iltifat almak için kişiler, ihtiyaçları olmayan nesneleri almakta ve üzerlerinde taşımaktadırlar.

Bizler, sahip olduğumuz değerlere ve inançlara göre tüketme alışkanlığında bulunmuyoruz. Tüketimperestlik, bizim hangi değerlere ve inançlara sahip olmamız gerektiğini bize empoze eden bir din ve ideoloji hâline gelmiş bulunmaktadır. Çok yoğun çalışan, lüks arabalara binen, iki çocuğu olan, evde evcil hayvan besleyen, güzel bir eşe sahip olan, herkesten farklı olan bir kişilik ve yaşam tarzına sahip olmak şeklindeki değerler, bize içinde bulunduğumuz tüketim kültürü ve endüstrisi tarafından öğretilmektedir.

Tüketimizmin kışkırtıcılığı

Tüketim endüstrisi, inanç ve arzularımızı şekillendirmekte, kışkırtmakta, tüketime doğru kamçılamak için çarpıtmaktadır. Tüketimperestlik sayesinde insan, toplum, tabiat, Allah ve ruh hakkında sağlıklı bilgilere ve inançlara sahip olma imkânlarımızı kaybetmiş bulunmaktayız.

Tüketimperestlik, aslında bir epistemoloji krizidir. İnsanlar artık hakikat arayışını ontolojik bir ihtiyaç olarak epistemolojinin temeline yerleştirmemektedirler. İnsanlar, çarpık, yalan ve sahte inanç, değer ve bilgilerle tüketimin kendisini mutlak hakikat hâline getirmişlerdir.

Tüketim endüstrisi sayesinde insana düşen, hakikat diye ortada dolaşan sayısız nesneyi hızlıca kullanmak, tüketmek ve yenisine yönelmektir. Geleneksel hakikat arayışının yerini, bugün tüketme hırsı ve çılgınlığı almış durumdadır. İnsan, artık bilmeyi istememektedir; çünkü o, artık tüketmeye şartlandırılmış bir makinaya dönüştürülmüştür.

Tüketimperestikte tercihlerde bulunan kişi, kendi gözükmesine rağmen aslında ortada yoktur. Tüketimperestlik, bireyi ortadan kaldıran kolektivist bir din ve ideolojidir. Her tüketim davranışı, diğerleriyle beraber yapılan bir kolektivist ritüeldir. Diğerlerinin aldıklarını almak, diğerlerinin giydiklerini giymek, diğerlerinin gittiği kuaföre gitmek, herkesin tatile gittiği yere gitmek gibi hep başkalarının yaptıklarını yerine getirmekle, bağımlısı hâline geldiğimiz tüketimperestlik dininin her tarafımızı kuşattığını görüyoruz.

Tüketimperestlikte duygular, düşünceler, değerler, inançlar ve nitelikler önemli değildir. Aslolan niceliktir. Ne kadar çok şeye sahip olduğun ve ne kadar şey kullandığın, insanın ölçülmesinde kullanılan veriler hâline gelmiş bulunmaktadır. Başka bir ifadeyle insan, kullandığı ve sahip olduğu şeylerle ölçülen istatistiksel bir veri olmaktan öte bir anlam taşımamaktadır. Tüketimperestlik, insanın onurunu, özgürlüğünü ve yaratıcılığını öldüren tehlikeli bir kolektivist sapkınlıktır.

Tüketim için dış dünyada uygun bir altyapı yaratan tüketimperestlik ideolojisi, zihinlerde sürekli olarak hangisinin alınacağı sorusunu değişmez sual hâline getirmektedir. Modern dünya, hangisinin alınacağı sorusunun sürekli olarak sorulmasını sağlayan bir tüketim zihniyet yapısının oluşması için her şeyin seferber olduğu bir yerdir. Tüketim, her şeyden önce dışarıdan içeriye doğru insanı ruhen fethetmeyi amaçlayan bir zihin durumudur. Tüketimperestlik, aslında nesnelerin zihinlerimizi işgal hareketidir.

İnsanın sürekli olarak “Ben neyim? Hayatın anlamı nedir? Öldükten sonraki hayat nasıldır ve hayatın kökeni nedir?” sorularına cevaplar aradığı varsayılırdı. Ancak günümüzde insan zihni, artık bu doğal sorulara cevap bulmak için işlememektedir. Bugün insan zihni, “Hangisini alayım?” şeklindeki merkezî tüketim sorusu tarafından esir alınmıştır. İnsanın yeniden özgürleşmesi için tüketimperestliğin baştan çıkarıcılığına kanmaması ve kendi fıtratını sahih mânâda keşfetmesi için yeniden kendine dönmesi gerekmektedir.