TÜKETİM olgusu, günümüz insanının duygu, düşünce ve
davranışlarını belirleyen, yönlendiren ve kontrol eden “ana dinamik” hâline
gelmiş bulunmaktadır. Yaşadığımız dünyanın bir tüketim dünyası ve yaşadığımız
toplumun bir tüketim toplumu olduğu, günümüzün en yalın gerçeğidir. Günümüz
insanının yaşam tarzı, baştan sonra tüketim üzerine kurgulanmıştır. Başka bir ifadeyle,
insan hayatının başında, ortasında ve sonunda tüketim bulunmaktadır.
Tüketim faaliyetinin insanın yaptığı tek davranış hâline
gelmesi, modern dünyada olup bitenin tüketim değil, tüketim çılgınlığı veya tüketim
ideolojisi olarak tüketimizmin
(consumerism) egemen olduğu şeklinde yeni bir tartışmanın yapılmasına neden
olmuştur. Tüketim çılgınlığının hayatımıza şekil veren totaliter bir ideoloji
hâline gelmesi, “insan” dediğimiz varlığın tüketmekten başka hiçbir özelliği
olmayan bir nesneye indirgenmesi sonucunu doğurmuştur.
Tüketim tartışması, hayatımıza ve varlığımıza yönelik
detay bir konu değil, bizzat hayatımızın, varlığımızın ve ruhumuzun
derinliğiyle ilgili varoluşsal bir konu durumundadır.
Tüketim, insanın duygu, düşünce ve davranışını belirleyen
ana dinamik hâline geldiği andan itibaren psikoloji, sosyoloji ve felsefe gibi bilimler
de insan bilimlerinden ziyade “tüketim bilimleri” hâline gelmişlerdir. Bugün
sosyoloji ve psikoloji, tüketim ideolojisinin ateşine odun taşıyan yakıt
disiplinlerden başka bir şey değildirler.
Tüketim ideolojisini sürekli canlı kılan ve üreten ana
olgu reklâmdır. Hayatımıza dair her şey, reklâmlar sayesinde kolaylıkla bir
tüketim nesnesine dönüşmektedir. Reklâmlar, kişide ve toplumda tüketme arzusu
uyandırmakta, kişiyi tüketmeye doğru motive ve mobilize etmektedir. Başka bir
ifadeyle, bizi tüketmeye doğru kışkırtan ana güç yani “provokatör” konumunda
olan olgu “reklamcılık”tır. Psikoloji, sosyoloji ve felsefenin bütün verileri, profesyonel
bir provokatör olan reklâmcılık sektörünün hizmetine sunulmuştur.
İnsanla beraber insan bilimlerinin de tüketimizmin kölesi hâline getirilmesi,
insanlık için büyük bir faciadır. Günümüzün tamamını neyi tüketeceğimize dair
yaptığımız tercihler, kararlar ve davranışlarla geçirmekteyiz. Bütün
duygularımız ve düşüncelerimiz, bizi sürekli olarak tüketim yönünde tercihlerde
bulunmaya itmektedir. Günlük hayatımızın tamamı “tüketim çılgınlığı” anlamına
gelen tüketim tercihleriyle dolu olmasına rağmen, varoluşumuz üzerine ise
nerede hiçbir şey hissetmemekte ve düşünmemekteyiz. Günlük hayatımızda
varoluşsal nitelikte hiçbir şey hissetmeyen ve düşünmeyen varlıklara dönüşmüş
durumdayız. Günlük hayatta verdiğimiz tüketim çılgınlığı kararlarının yanında
varoluşsal konularla ilgili düşüncelerimiz, duygularımız ve tercihlerimiz
neredeyse bir “hiç” düzeyine inmiş durumdadır.
Tüketim, var oluşumuzu gasp ederek bizzat varlık biçimimiz
hâline gelmiş durumdadır. Tükettiğimiz ölçüde varlık olabileceğimiz ve varoluşumuzu
gerçekleştirebileceğimiz şeklindeki kabul, modern dünyanın en ölümcül yanılgısı
hâline gelmiş bulunmaktadır. Tüketimin bir varoluş yolu değil, yok oluş biçimi
olduğunu modern insanın yeniden fark etmesi, kavraması ve idrak etmesi lâzımdır.
Tüketim çılgınlığımız, sıradan bir materyalizm değildir.
Tüketimperestlik bugün kimliğimiz hâline gelmiş durumdadır. Kim olduğumuz
sorusu, ne tükettiğimiz sorusuyla yakından özdeş hâle gelmiştir. “Ne tükettiğini söyle, sana kim olduğunu
söyleyeyim” olarak ifade edeceğimiz şekilde, insanlar artık arkadaşlarıyla
değil, tükettikleri nesnelerle birbirlerini tanımaktadırlar. Tüketimperestliğin
egemen olduğu modern dünyada kişiler, tükettikleri nesneleri ve malları,
kendilerinden ayrı şeyler olarak değil, kendi kişiliklerinin uzantısı, hatta
kendisi olarak algılamaktadırlar. Tüketimperest dünyada insanlar, inançlarını
ve değerlerini, tükettikleri nesneler yoluyla ifade etmektedirler.
Tüketim, bugün sadece inananların kimliklerini ifade etme yolu olmanın ötesinde de bir işleve sahiptir. Toplum kişiyi, tüketim tercihlerine göre algılamaktadır. Toplum kişiyi, içtiği sigaraya, sürdüğü arabaya, giydiği kot pantolona, taşıdığı çantaya veya yemek yediği restorana göre algılamakta ve kişiliğini değerlendirmektedir. Tüketim çılgınlığı sayesinde kişinin kendisi iltifatın öznesi değil, fakat kullandığı nesneler toplumsal iltifatın ve algının merkezine oturmuş bulunmaktadır. İnsanlar kendilerine ait özgün özelliklerinden ziyade, kullandıkları nesneleri diğer insanların gözüne sokmak suretiyle kendileri hakkında olumlu ve üstün algılar oluşturmaya çalışmaktadırlar.
Duygu dünyasına hâkimiyet
İnsanların duygu dünyaları tamamen tüketime bağımlı hâle
gelmiştir. İnsanlar tükettikleri zaman tatmin ve mutlu olmakta, tüketim imkânları
sınırlı olduğunda veya azaldığında ise acı çekmekte ve mutsuz olmaktadırlar.
İnsanlar sıkıldıklarında ve bunaldıklarında genelde
kendilerini rahatlatmanın yolu olarak alışveriş yapmayı görmektedirler.
Mutluluğun ve tatminin tüketimperestliğin bağımlısı ve kölesi duygular hâline
gelmesi, insanı sonsuz bir mutsuzluğa ve tatminsizliğe sürüklemektedir.
Tüketimin amacı bizim mutlu ve tatmin olmamız değildir. Tüketimperestlik, bizim
mutsuzluğumuz ve tatminsizliğimiz üzerine var olan modern bir çılgınlıktır.
Tüketimperestlik ideolojisi veya dini, insanın mutsuzluğu ve tatminsizliği
derinleştikçe kişinin kontrol edilemez düzeyde tüketim dininin çok sadık kulu
hâline geleceğini bilmektedir. Tüketimperestlik, mutsuzluk ve tatminsizlik
dinidir, ideolojisidir ve yoludur.
İnsanlar, tüketimlerini arttırmak suretiyle kendilerini başkalarının
gözünde daha değerli, iyi ve özel kılmaya çalışmaktadırlar. Kişiler,
tükettikleri anda diğer insanların kendilerine olumlu ifadelerde ve
iltifatlarda bulunacak ve kendilerine değer vereceklerini ummaktadırlar.
Modern insan, diğer insanlardan tatlı bir söz duymaya
hasret durumdadır. Kişi, başkalarından ne kadar şık olduğunu, saç şeklinin ne
kadar güzel olduğunu, giydiği kıyafetin çok yakıştığını, kolyesinin çok güzel
olduğunu, yüzüğünün ne kadar değerli olduğunu duymayı istemektedir. İnsanlardan
iltifat almak için kişiler, ihtiyaçları olmayan nesneleri almakta ve
üzerlerinde taşımaktadırlar.
Bizler, sahip olduğumuz değerlere ve inançlara göre
tüketme alışkanlığında bulunmuyoruz. Tüketimperestlik, bizim hangi değerlere ve
inançlara sahip olmamız gerektiğini bize empoze eden bir din ve ideoloji hâline
gelmiş bulunmaktadır. Çok yoğun çalışan, lüks arabalara binen, iki çocuğu olan,
evde evcil hayvan besleyen, güzel bir eşe sahip olan, herkesten farklı olan bir
kişilik ve yaşam tarzına sahip olmak şeklindeki değerler, bize içinde
bulunduğumuz tüketim kültürü ve endüstrisi tarafından öğretilmektedir.
Tüketimizmin kışkırtıcılığı
Tüketim endüstrisi, inanç ve arzularımızı şekillendirmekte,
kışkırtmakta, tüketime doğru kamçılamak için çarpıtmaktadır. Tüketimperestlik
sayesinde insan, toplum, tabiat, Allah ve ruh hakkında sağlıklı bilgilere ve
inançlara sahip olma imkânlarımızı kaybetmiş bulunmaktayız.
Tüketimperestlik, aslında bir epistemoloji krizidir.
İnsanlar artık hakikat arayışını ontolojik bir ihtiyaç olarak epistemolojinin
temeline yerleştirmemektedirler. İnsanlar, çarpık, yalan ve sahte inanç, değer
ve bilgilerle tüketimin kendisini mutlak hakikat hâline getirmişlerdir.
Tüketim endüstrisi sayesinde insana düşen, hakikat diye
ortada dolaşan sayısız nesneyi hızlıca kullanmak, tüketmek ve yenisine
yönelmektir. Geleneksel hakikat arayışının yerini, bugün tüketme hırsı ve
çılgınlığı almış durumdadır. İnsan, artık bilmeyi istememektedir; çünkü o,
artık tüketmeye şartlandırılmış bir makinaya dönüştürülmüştür.
Tüketimperestikte tercihlerde bulunan kişi, kendi
gözükmesine rağmen aslında ortada yoktur. Tüketimperestlik, bireyi ortadan
kaldıran kolektivist bir din ve ideolojidir. Her tüketim davranışı,
diğerleriyle beraber yapılan bir kolektivist ritüeldir. Diğerlerinin aldıklarını
almak, diğerlerinin giydiklerini giymek, diğerlerinin gittiği kuaföre gitmek,
herkesin tatile gittiği yere gitmek gibi hep başkalarının yaptıklarını yerine
getirmekle, bağımlısı hâline geldiğimiz tüketimperestlik dininin her tarafımızı
kuşattığını görüyoruz.
Tüketimperestlikte duygular, düşünceler, değerler,
inançlar ve nitelikler önemli değildir. Aslolan niceliktir. Ne kadar çok şeye
sahip olduğun ve ne kadar şey kullandığın, insanın ölçülmesinde kullanılan
veriler hâline gelmiş bulunmaktadır. Başka bir ifadeyle insan, kullandığı ve
sahip olduğu şeylerle ölçülen istatistiksel bir veri olmaktan öte bir anlam
taşımamaktadır. Tüketimperestlik, insanın onurunu, özgürlüğünü ve
yaratıcılığını öldüren tehlikeli bir kolektivist sapkınlıktır.
Tüketim için dış dünyada uygun bir altyapı yaratan
tüketimperestlik ideolojisi, zihinlerde sürekli olarak hangisinin alınacağı
sorusunu değişmez sual hâline getirmektedir. Modern dünya, hangisinin alınacağı
sorusunun sürekli olarak sorulmasını sağlayan bir tüketim zihniyet yapısının
oluşması için her şeyin seferber olduğu bir yerdir. Tüketim, her şeyden önce
dışarıdan içeriye doğru insanı ruhen fethetmeyi amaçlayan bir zihin durumudur.
Tüketimperestlik, aslında nesnelerin zihinlerimizi işgal hareketidir.
İnsanın sürekli olarak “Ben neyim? Hayatın anlamı nedir?
Öldükten sonraki hayat nasıldır ve hayatın kökeni nedir?” sorularına cevaplar
aradığı varsayılırdı. Ancak günümüzde insan zihni, artık bu doğal sorulara
cevap bulmak için işlememektedir. Bugün insan zihni, “Hangisini alayım?” şeklindeki
merkezî tüketim sorusu tarafından esir alınmıştır. İnsanın yeniden özgürleşmesi
için tüketimperestliğin baştan çıkarıcılığına kanmaması ve kendi fıtratını
sahih mânâda keşfetmesi için yeniden kendine dönmesi gerekmektedir.