Fıtrat, fırsat ve fırsatçılık

Depremle ilgili alınan kararları eleştirmek yerine desteklemek, yardım akışını engelleyecek tavır, davranış ve söylemlerden uzak durmak gerekir. Kolektif bir şuura, kolektif bir dikkate, kolektif bir niyet ve kolektif bir bilince sahip olmalıyız. Var olan bütün iyi niyetimizi, merhametimizi ve şefkatimizi ihtiyacı olanlara bugün göstermeliyiz, yarın değil. Çünkü değerli olan, bugündür!

BUGÜN, 10 ilimizi haritadan silme noktasına getiren ve “Asrın Felâketi” olarak adlandırılan depremin 11’nci günü.
Konuşacak, yazacak ve yaşanacak çok şey var; tıpkı yaşayacak çok şeyimiz olduğu gibi… Yaşanan hikâyeler farklı olsa da acısı ve hüznü aynı olan bu büyük dramdan damla damla değil, bir tsunamiyi harekete geçiren gözyaşı boşaldı.
Hem nasıl boşalmasın ki? Göbeklitepe’den Arslantepe’ye, Balıklı Göl’den Nemrut Dağı’na, Gaziantep Kalesi’nden Hatay Arkeoloji Müzesi'ne, Habib-i Neccar Camiî’nden Adıyaman Ulu Camiî’ne, Hatay Meclis binasından Diyarbakır surlarına, Aziz Nikola Rum Ortodoks Kilisesi’nden İskenderun İtalyan Lâtin Katolik Kilisesi’ne kadar binlerce yıllık tarihî ve doğal güzelliği barındıran, bu yönüyle turizmin cazibe merkezleri arasında yer alan, başta tahıl ve narenciye olmak üzere yüzlerce tarım ürününün yetiştiği verimli topraklara sahip, gastronominin öncü başkentleri arasında yer alan ve Anadolu medeniyetini oluşturan kadim şehirlerimizde meydana gelen deprem, Marmara ve Ege bölgesi hariç, küçük ölçekli olsa da tüm illerde müstakil bir deprem şeklinde hissedildi.
Şanlı bir geçmişe sahip aziz milletimizin hissiyatını da buna ekleyecek olursak, katlanarak çoğalan bu acıyı hafifletmek, kayıpları en aza indirmek, yıkılan binaları, tarihî eserleri, devlet kurumlarını, eğitim yuvalarını, hastaneleri ve statları yeniden ayağa kaldırmak için canla başla çalışmamız gerektiğini sanırım vatandaşlık bilincine sahip her fert biliyor artık.
Türkiye, depremle birlikte Arap levhasına doğru 5 metrelik bir kayma yaşadı. Enkaz altında kalanların sonsuz hayata kaydığı depremle, yer üstünde kalan ve depremi bir fırsat eşiği olarak görenler ise karakter olarak vicdansızlık levhasına doğru metrelerce sürüklenmiş oldu. Yıkılan binalar nedeniyle kiralık ev fiyatları, aynı günlerde yüzde 50 ilâ yüzde 100 arasında artırıldı. İhtimâl, bu artışı sağlayan ev sahiplerinin tümü olmasa da içlerinden bazıları, deprem bölgesine karınca kararınca da olsa bir yardımda bulundu. Bu durum bir tahminden ibaret olsa da aynı eylemi yapanın bunu neden fırsatçılığa çevirdiğin, anlamakta inanın artık zorlanıyoruz.
Bırakın boşta olan evini, kendi oturduğu evi afetzedelere açan, kira gelirlerini onlara teksif eden cömert ve merhametli halkımızın arasında bu tür ayrık otları umarım azınlıktadır ama gelin görün ki çoğunluğu etkileyen bir sosyal vakanın da başaktörleridir.

Devletin olağanüstü hâl şartlarına derç edeceği bir yaptırımla kira artışlarının önlenmesi, hatta mevcut kira bedellerinin bir plân dâhilinde indirilmesi ve sabitlenmesi gerekir. Bu, ev ve iş yeri sahiplerinin vicdanına terk edilmemeli. Hele hele kendi kazancını arttırmak adına kira oranını yükseltmeye yeltenen ve gayr-i ahlâkî iş anlayışına sahip gayrimenkul danışmanlarına hiç değil!

Evet, geride kalan son çeyrekte yapılandan çok yapılmayanlar ya da alınamayan önlemler veya gerçekleşmeyen kontrollerden doğan sonuçlar masaya yatırılmalı ama gün, o gün değil. Bugün büyük bir seferberlik örneği ile başlatılan ve devam eden arama kurtarma, enkaz kaldırma faaliyetleri ile verilen sağlık, iaşe, güvenlik, barınma, ulaşım, tahliye, yerleştirme, defin ve hasar tespit hizmetlerinde birtakım aksamalar eksiklikler olabilir; zira yüz binlerce metrekarelik bir yüzölçümünü kapsayan alanda ve sayısız noktada gerçekleşen afet sırasında bu hizmetleri tam ve noksansız devam ettirmek, üstelik ağır iklim şartlarında “imkânsız” denecek ölçüdedir. Ama bu zorluğa rağmen sosyal devlet ilkesi gereği yapılan onca güzel hizmetin üzerini kapatacak büyüklükte de değildir.

Yeri gelmişken, beş büyük deprem yaşamış biri olarak bir hatıramı sizlerle paylaşayım: 23 Ekim 2011 Van Depremi öğle sularında meydana geldiğinde, şansımın da yaver gitmesiyle ilk uçakta yer bulmuş, iki saat sonra da deprem bölgesine ulaşmıştım. Van Ferit Melen Havalimanı zarar görmemişti ama bu uçuşlar güvenlik gerekçesiyle daha sonra Erzurum ve Ağrı Havalimanlarına kaydırılmıştı. Havalimanına iner inmez, 100 kilometre mesafedeki Erciş ilçesine gitmek için kullanmamız gereken servis hizmetleri deprem nedeniyle akamete uğramış, fırsatçı taksi ve dolmuş şoförleri havalimanına akın etmişti. Hiç unutmuyorum, bizden bir uçak bileti kadar ücret talep ettiler ve ilginçtir (!) hiçbiri Suriyeli değil, kendisi de depremin içinde olan, belki bir yakınını kaybeden memleketlimdi! Her birimiz enkaz altındaki yakınlarımıza ulaşmak istiyorduk ve çaresizdik. Talep ettikleri fahiş bedeli ödeyerek memlekete ulaşmıştık.

O gün Van Depremi’nde yapılmayan ya da akla gelmeyen bir güzellikten, bugün deprem bölgesinde etkilenen vatandaşlarımız ile bölgeden dönen gönüllüler, kendilerine “ücretsiz” tahsis edilen uçaklar -ki bunların arasında Cumhurbaşkanlığı’na ait 2 uçak da yer almakta- ve aynı şekilde yüzlerce otobüsten yararlanmaktalar.

O gün kendi imkânlarımızla tahliye ettiğimiz, bedelini karşıladığımız kiralık evlerde konaklarken, bugün bedeli devletçe ya da sağlanan yardım gelirleriyle karşılanan evlere, yurtlara, pansiyonlara ve tesislere yerleştirmeler yaşanmakta. Üstelik 400 bin ailenin hesabına 100’er bin TL’lik nakdî yardımlar yatırılmakta.

Sözün tükendiği noktadayız

Binlerce yıldan beridir ayakta duran dünya tarihi içerisindeki en büyük yıkımlardan biri ne yazık ki 100’üncü yılına hazırlanan ülkemizde meydana geldi ve tüm deprem uzmanları, yaşadığımız bu felâketin, son bin yılın en büyük afeti olduğu noktasında görüş birliği içerisindeler. İnsanoğlu, yapılan hamlelerin tükendiğinin farkına vardığında dizlerini yere koyarak çaresizliğini Yüce Kudret karşısında haykırarak itiraf eder.

Dünden bugüne yaşamış ve ömrünü tamamlamış tüm insanların, bugünden sonra dünyaya gelecek olan ve kıyamete kadar devam edecek olan sürgündeki tüm insanların kapasiteleri, bu gezegende meydana gelen büyük hâdiseleri kavramaya yetersiz gelebilir, ama söz konusu bu yetersizliğe rağmen yüreğinde demlenen acı, merhamet ve sevgi ile yaşamaya devam ediyor.

Umut ve çaresizlik duygularıyla yoğunlaşmanın sıkça yaşandığı zorlu bir süreçten geçiyoruz. Bunu aşmak için birbirimize destek olmaktan, kenetlenmekten, birbirimize sarılmaktan, Rabbimizin rahmetine ve merhametine sığınmaktan başka çaremiz yok!

Kurtuluş ruhu ve ahde vefa beklentisi

Büyük çaplı bu yıkımı izleme talihsizliği her ne kadar ülkemizde ve yakın coğrafyamızda meydana gelse de, bu tahribat aslında insanoğlunu tümden ilgilendiren bir yardımlaşma hamlesini de beraberinde getiriyor. Böylesine büyük bir acı, ancak pay edilerek azaltılabilir.

Bu ölçekteki bir afet, dünyanın neresinde yaşanırsa yaşansın, tüm insanlık, yaşadığı bütün kötü geçmişini unutup elinden gelenin bir fazlasını yapmalı, bunu yaparken zamanla yarışan bir gayrete, merhametle atan bir yüreğe sahip olmalı. Bir diğer ifade ile daha hızlı, daha samimî ve daha yoğun bir gayretin içine girmeli. Aziz milletimizin kodlarında yer alan tepkimeye bakarak bir sonuç elde edecek olursak, bu gezegendeki varlığını başlattığı dönemden bugüne kadar Türkler, dünyanın neresinde bir afet meydana gelse “Medet!” sesine duyarsız kalmamış, oraya çekinmeden gitmiş, kurtarıcı ve kuşatıcı rol üstlenmiş, yardım ulaştırmış, acılarını hafifletme çabası içine girmiş, gözündeki yaşa mendil uzatmıştır. Bugün ülkemizin dünyadan beklediği şey, ahde vefadan başka şey değil!

Büyük bir yıkımla karşı karşıya kaldığımız bu duruma yüz çevirenler, başka yöne bakmak isteyenler, bizden ıraklaşmak isteyenler, olağanüstü durumdan menfaat üretmeye gayret edenler, akbaba rolüne bürünenler ve ülkemizi çaresizlik içinde görmek isteyen insanlar olacaktır. Bu açıdan baktığımızda, felâketin hem ülkemiz, hem de yakın coğrafyamız için belki de insanlık tarihi için büyük mesajlar içerdiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Ama biz, kurtuluş ruhuyla bunun üstesinden gelebiliriz.

Gök kubbede yükselen her çığlık birer fırsattır

Depremi, dünden bugüne devam eden ve var olan bütün farklılıkların üzerinin çizilmesi için sunulmuş bir şans olarak görmeliyiz. Bu felâket sayesinde sınırlar ve fikirler, ırklar ve tenler, dinler ve diller arasındaki farklılıkların ortadan kalkması için birer fırsat sunar. En azından bu acının yaşandığı coğrafya veya dönem itibariyle...

Yaşadığımız travma bizi büyük bir değişikliğe doğru sürüklüyor. Önemli olan, iliklerimize kadar hissettiğimiz bu sarsıntıyı müspet bir fırsata çevirmek. Çünkü kalbimizde eğri olan şeyler var. Onları bulmamız, kaybettiğimiz değerleri ortaya çıkarmamız, başta şefkat ve sevgi olmak üzere doğru hasletler ile yer değiştirmemiz lâzım. Bu yönüyle deprem, birliğimize ve dirliğimize katkı sağlamanın yanında dünya barışı için de bir umut ışığı olabilir.

Yıkılanlar kadar bir de parçalanan yürekler söz konusu… Afetzedelerin yardımına koşmak, insanî vecibelerimizi yerine getirmek adına bize fırsatlar doğuracaktır. Bizi birbirimize yakınlaştıran da bu tür şeyler değil midir? İçimizdeki gerçek insanı ortaya çıkarmıyor mu?
Felâketi beklemek yerine ona hazır olma seçeneği tercih etmeliyiz. Bu deprem, bir değişim ve dönüşüm sürecine hazır olmamız açısından da bir fırsat. Bizler bu gezegenin canlı parçalarıyız ve gidecek başka bir kara parçamız olmadığı gibi, yeni keşiflere de ihtiyacımız yok!

Sadece her zamankinden daha iyi davranmalıyız. Her zamankinden daha fazla birlik ve beraberlik içerisinde olmalıyız. Ve her zamankinden daha fazla uyum içerisinde yaşamamız gerekir.

Büyük ölçekli felâketlerde yapılan çağrılara zamanında kulak vermek, dağınık ve parçalar hâlinde gitmek yerine, bilgi birikimimizle mevcut yeteneklerimizi birleştirerek oluşturduğumuz güçle, köklerimizde var olan merhamet ve sevgiyle cehalet, bencillik ve kötülük gibi son derece yanlış şeylerden uzaklaşarak insanî hasretlere yönelmemiz gerekir.

Kabul etmek lâzım ki, herkesin bir anlama ve icra kapasitesi var. Arama, kurtarma ve yardım etme kapasitesi var. Kimin elinde ne varsa onu, o oranda teksif etmeli. Dolayısıyla kim, ne yaparsa yapsın, yapması gerekeni tam ve zamanında ve samimiyetle yapmalı. Her nerede olursa olsun, nerede olursak olalım, o ana ait gereksinimleri bir görev bilinciyle, aynı zamanda zarafet içerisinde sürdürmeli, incitmeden ve acısını katlamadan yapmalı.

Unutmamak gerekir ki, kutuplaşmaların birer elementi olan ve farklı görüşe sahip insanlar, aynı amaç doğrultusunda yan yana gelerek, takım ruhu hâlinde hareket eder, birlikte sevinir, birlikte üzülürler. Buna benzer sayısız görüntüyle karşılaştık. Olumlu sonuçlanan kurtarma faaliyeti o bölgede her ne kadar sevinç bakımından cılız kalsa da arka plânda 84 milyon tarafından yürekten alkışlanıyor, meleklerce takdir görüyor, not ediliyor. Bunun bilincinde olmalıyız.

Küçük kıyamet senaryosunun yaşandığı ilk günden itibaren bölgede bütün gücünü zamana karşı yarışarak can kurtarma uğruna harcayan, hangi milletten ve hangi kurumdan olursa olsun arama kurtarma ve enkaz kaldırma faaliyetlerini yürüten, güvenliği tesis etmekle görevlendirilen, insanların hayatını sürdürebilmesi sağlık faaliyetlerini yürüten, yiyecek ve barınma ihtiyaçlarının karşılanması için çaba sarf eden, ulaşımda ve defin işlemlerinde yer alan isimsiz kahramanların -ki buna kediler ve köpekler de dâhil- afetin büyüklüğüne aldırış etmeden, durup dinlenmeden sürdürdükleri olağanüstü gayrete şahitlik ediyoruz. Onları yürekten kutluyor ve ellerinden öpüyorum.

Sonuçları hesaplanamayacak düzeyde büyük olan bir felâketle karşı karşıyayız. Bu itibarla, birinci yardım dalgasında elimizdeki bütün olanakları bölgeye yönlendirirken kendimizi ikinci yardım dalgasına da hazırlamalıyız. Elimizde avucumuzda hareket kabiliyetimizi genişleten materyaller olması gerekir. Çünkü insanoğlu, doğanın bir parçası ve duanın reflekslerine karşı direnç göstermede yetersiz kalabilir. Bu, önlem almayacağı anlamına gelmez ama insanın kendi doğasını ve doğanın tepkimelerine karşı cevap verme gücüne de sahip olduğunu hatırlatmakta fayda var.

Depremle ilgili alınan kararları eleştirmek yerine desteklemek, yardım akışını engelleyecek tavır, davranış ve söylemlerden uzak durmak gerekir. Kolektif bir şuura, kolektif bir dikkate, kolektif bir niyet ve kolektif bir bilince sahip olmalıyız. Var olan bütün iyi niyetimizi, merhametimizi ve şefkatimizi ihtiyacı olanlara bugün göstermeliyiz, yarın değil. Çünkü değerli olan, bugündür!

Böyle bir şeyin bir kez daha tekerrür etmemesi için düştüğümüz yerden daha güçlü bir şekilde ayağa kalkmanın yollarını aramalıyız.

Yazımızı, Şehit Muhsin Yazıcıoğlu’na ait şu vecize ile tamamlayalım: “Türk ata bindiğinde Alparslan’dır, Yavuz’dur; attan indiğinde ise Mevlâna’dır, Yûnus’tur.”