Fitne iyice azdı, uyanık olalım!

“Selâm”ın bir özelliği, farklı milletlerden de olsalar bütün Müslümanların birbirleriyle selâmlaşmasına imkân veriyor olmasıdır. Bir diğer özelliği de “Merhaba”, “İyi günler”, “İyi geceler”, “Hoşça kal”, “Günaydın”, “Tünaydın”, “Kalın sağlıcakla” gibi, kullandığımız diğer temennilerin her birinin yerine de kullanılabilir ve onların hepsinden daha ağır mânâlı oluşudur.

MEMLEKETİMİZDE bir sürü saçma sapan insan ve bizden sandığımız birtakım düşman ajanları var. Bunlardan biri ortaya bir şey atıyor, bizim insanlarımız da hemen buna yapışıyor. Okumuş, aklı başında sandığımız insanlar bunlar. “Bu neyin nesidir, aslı var mıdır?” demiyor, azıcık araştırma zahmetine katlanmıyor, hemen oltaya takılıveriyorlar.

Hâlbuki ortaya atılan şey, bir fitne tohumudur. Bizleri birbirimize düşürmeyi, aramızdaki en güçlü mânevî bağları koparmayı hedef alan, hesaplı kitaplı, zehirli bir düşman okudur. “Fitne, insan öldürmekten daha kötüdür” diyor Kur’ân-ı Kerim. (Bakara, 191)

Bizim en güçlü mânevî bağımız nedir? Yüce dinimiz İslâm… Düşman işini çok iyi biliyor ve işte bizi oradan vurmaya çalışıyor. Vuruyor da.

Kendi insanlarımızın marifetiyle… Bunların bir kısmı düşmanlarımızın uşağı, bazıları da bizden olan ahmaklardır. Dinimizi içten yıkmak istiyorlar.

“Türklerin elinden Kur’ân’ı almadıkça onları yenemeyiz” dememiş miydi İngiliz Başbakanı William Ewvart Gladstone? Özellikle Cumhuriyet döneminde çok büyük tahribat yaptılar. Artık vazgeçtiklerini mi sanıyoruz? Asla! Bilhassa son yıllarda, baktılar ki “dev” yeniden uyanıyor, müthiş bir yeni saldırıya geçtiler. Suret-i haktan görünerek, sinsice…

Bu işin “1” numaralı uzmanı ve faili İngilizlerdir. Son derece bilimsel ve sofistike metotlarla çalışıyorlar. 18’inci yüzyılda Arabistanlı Muhammed Bin Abdulvahab’ı kandırarak Vahhabîliğin kurulmasına vesile olmuş olan “Hamper” adındaki İngiliz ajanının itiraflarından, bu düşman devletin İslâm’ı içten yıkmak, Müslümanları birbirlerine düşürebilmek için insanı hayrete düşürecek kadar işlerini ciddiyetle yaptıklarını anlıyoruz. Zamanımızda ise teknolojinin sağladığı yeni imkânlarla ümmetin içine zehirlerini daha etkili olarak akıtabiliyorlar. En etkili kullandıkları bu yeni enstrümanlardan birisi de sosyal medyadır. Bu plâtformlarda, İslâmî bilgi bakımından pek zavallı bir durumda olan Türk aydını üzerinde oldukça yıkıcı tesirler yapabiliyorlar.

Facebook’ta bir ara bir ajan yahut bir serseri, İslâm’ın Kur’ân’dan ibaret bulunduğunu, sünnetin önemsiz olduğunu ileri sürerek Peygamberimizi yok saymaya kalkışmıştı. Kendisine, “Madem Kur’ân’a bağlı olduğunu söylüyorsun, Kur’ân-ı Kerim’in şu ayetlerine ne diyeceksin?” deyip önüne şu ayetleri koyduk:

“Ey inananlar! Allah’a itaat edin, Peygambere itaat edin, işlerinizi boşa çıkarmayın”. (Muhammed, 33)

“Allah’a ve Peygamberine kim inanmamışsa, bilsin ki Biz, inkârcılar için çılgın alevli cehennemi hazırlamışızdır.” (Fetih, 13)

“Kim Allah’a ve Peygamberine itaat ederse, Allah onu içlerinden ırmaklar akan cennetlerine koyar; kim yüz çevirirse, onu can yakıcı bir azaba uğratır.” (Fetih, 17)

“O (Muhammed), kendiliğinden konuşmamaktadır. Onun konuşması, ancak bildirilen bir vahiyledir.” (Necm, 3-4)

“Peygamber size ne verirse onu alın, sizi neyden men ederse ondan geri durun.” (Haşr, 7)

“Allah’a ve Peygambere inanırsanız… Bu, sizin için en iyi yoldur.” (Saff, 11)

Bu ayetler üzerine adam, kuyruğunu kıstırıp kayboldu.

***

Aynı adam, bir ara tekrar başını çıkardı. Bu defa da, “İslâm’da namaz yoktur” dedi. “Kur’ân’da ‘namaz’ sözcüğü yoktur, ‘salah’ kelimesini namaz diye yanlış tercüme ediyorlar, hâlbuki ‘salah’ın mânâsı ‘dua’dır, ‘namaz’ kelimesi Farsçadır” dedi. Biz ise, “Sen Kur’ân’ı ve Arapçayı Peygamber Efendimizden daha mı iyi biliyorsun?” dedikten sonra ilgili bazı hadîsleri yine önüne koyduk:

“Dinin başı İslâm (Kelime-i Şahadet getirerek Allah’a teslim olmak), direği ise namazdır.” (Tirmizî, Îmân, 8; İbn Hanbel, V, 231)

“(Kıyamet günü) kulun ilk hesaba çekileceği şey namazıdır.” (Nesâî, Salât, 9)

“Rükûları, secdeleri, abdestleri ve vakitlerine riayet ederek beş vakit namaza devam eden ve bu beş vakit namazın Allah katından gelen bir emr-i Hakk olduğunu kabul eden kimse Cennet’e girer.” (İbni Hanbel, IV, 266)

“Bir Müslüman, vakti geldiğinde güzelce abdest alıp kendisini Allah’a vererek rükû (ve secdesi) ile farz namazı kıldığında, -büyük günah işlemedikçe- bu onun önceki günahlarına kefaret olur. Bu, her zaman için böyledir.” (Müslim, Tahâret, 7)

“Yüce Allah şöyle buyurdu: ‘Senin ümmetine beş vakit namazı farz kıldım ve onları, vaktinde ve hakkını vererek kılanları Cennet’e koyacağımı Kendi katımda vaat ettim’.” (İbni Mâce, Mesâcid,19) 

“Namaz, devam eden kimse için kıyamet gününde nur, delil ve kurtuluş sebebi olur. Namaza devam etmeyenin ise kıyamet günü nuru, delili ve kurtuluşu olmayacak; o kişi kıyamette Karun, Firavun, Haman ve Übey b. Halef’le beraber olacaktır.” (İbni Hanbel, II, 169)

“Büyük günah işlenmedikçe beş vakit namaz ve iki Cuma, aralarındaki günahlara kefarettir.” (Müslim, Tahâret, 14)

“Muhakkak ki sizden biri namaz kılarken (aslında) Rabbiyle özel olarak konuşmaktadır...” (Buhârî, Salât, 36)

“Kulun Rabbine en yakın olduğu (an) secde hâlidir. Öyleyse (secdede iken) çokça dua ediniz.” (Müslim, Salât, 215)  

“Her kim sabah akşam mescide giderse, her sabah ve akşam gidişinde Allah ona Cennet’te bir yer hazırlar.” (Buhârî, Ezân, 37; Müslim, Mesâcid, 285)

Bu hadîsler üzerine de adam, kuyruğunu yine kıstırıp kayboldu.

***

Bir defasında da bir başkası, Kur’ân mealinden bir şey anlaşılamayacağını, dolayısıyla okunmaması gerektiği gibi bir iddia ortaya attı. Biz de şu ayet meallerini koyduk:

“(…) Her şeyi uzun uzadıya açıkladık.” (İsra,12)

“(…) Eğer aklediyorsanız, şüphesiz ayetleri size açıkladık.” (Âl-i İmran, 118)

“Suçluların yolu belli olsun diye, böylece ayetleri uzun uzun açıklarız.” (En’am, 55)

“(…) İbret alacak kimseye ayetleri uzun uzadıya açıkladık.” (En’am, 126)

Bu kimse de kuyruğu kıstırıp sır oldu.

Her detayda fitne girişimi

Görüldüğü gibi, hainlerin iddiaları ne kadar çürük ve ne kadar kolay def edilebiliyorken, maalesef insanlarımız bunlara kolay kanıyorlar!

Şimdi gelelim bunların bugünlerdeki en son fitnelerine…

Dikkat ediniz, düşman kendi açısından ne kadar isabetli bir noktaya atış yapıyor. Ülkemizde 7’den 70’e hepimizin, hattâ sadece bizlerin değil, bütün İslâm milletlerinin kullandığı, aramızdaki sağlam bağlarımızdan birisi olan “selâm”ımıza ve “Selâmunaleyküm” şeklindeki temennimize takmış durumdalar. Neymiş? Selâmunaleyküm” İbraniceymiş…

İfadenin aslı “Şalom aleyke” imiş. “Şalom”, Milât’tan önce 1000’li yıllarda yaşamış zalim, acımasız ve katil ilk Yahudi kralının adıymış.Şalom Aleyke” ifadesiKral Şalom’un milletindenim” demekmiş! Dolayısıyla “Selâmünaleyküm” diyerek selâmlaşan biz Müslümanlar, üç bin yıl önceki bir Yahudi kralın milliyetinden” olduğumuzu söyleyen ve bunu esenleşme sanan gafillermişiz. Hem Yahudi, hem de Hristiyan’la dost olmayın” diyen, ancak Yahudilerin dinini inanç ve esenleşme biçimi edinen cahillermişiz.

Ya, işte böyle! Adamlar akıllarınca bizim Müslümanlığımıza ve Türklüğümüze vuruyorlar.

Kardeşlerim! Bizler “selâm”ı Yahudi’den değil, Kur’ân-Kerim’den yani doğrudan Allah’tan (cc) öğrendik. Başka? Peygamberimizden (sav) öğrendik. “Selâm” ve “aleykum” sözcüklerinin her ikisi de Arapça kökenlidir. Arapça “selime” kökünden gelen “selâm” sözcüğü, “sıkıntı ve belâlardan kurtulmak”; “aleyküm” de “üzerinize (olsun)” anlamını taşıyor. İslâmî literatürde bu ifade “Es-selâmunaleykum” şeklinde söylenir. “Allah’ın rahmeti ve bereketi üzerinize olsun” anlamını taşır. Bu selâmlaşma Peygamber Efendimiz döneminde başlatılmış ve sünnet olarak günümüze kadar gelmiştir. Peygamber Efendimiz, “Aranızda selâmlaşın ve selâmı yayın” şeklinde buyurmuştur.

Selâm” ve “Es-selâmunaleykum”, aslında Arapça olmasına rağmen önce esasında “Kur’ânca”dır ve başka birçok Arapça, Farsça, Fransızca, İngilizce kelime ve deyimler gibi Türkçemize yerleşmiştir. Dünyada hiçbir dil saf değildir ve esasen bir dilin büyüklüğü saflığından değil, yabancı kelimeleri kendi bünyesinde yoğurma gücünden gelir. Meselâ İngilizcenin yüzde 85’i yabancı kökenli kelimelerden oluşuyor. Bilindiği gibi Atatürk, Türkçeyi “öz Türkçeye” çevirmek için yaptığı tasfiye ameliyesi fiyaskoyla sonuçlanınca, gerçeği kabul etmek zorunda kalmış ve bunu tevil edebilmek için “Güneş Dil Teorisi”ni uydurmuştur.

“Selâm”ın bir özelliği, farklı milletlerden de olsalar bütün Müslümanların birbirleriyle selâmlaşmasına imkân veriyor olmasıdır. Bir diğer özelliği de “Merhaba”, “İyi günler”, “İyi geceler”, “Hoşça kal”, “Günaydın”, “Tünaydın”, “Kalın sağlıcakla” gibi, kullandığımız diğer temennilerin her birinin yerine de kullanılabilir ve onların hepsinden daha ağır mânâlı oluşudur.

Merak ediyorum, milliyetçilik postuna bürünüp de “Türkçe değil” diye “selâm”a karşı çıkanlar, acaba neden “Bay bay” ifadesine bir şey demiyorlar?

Selâmı, bizim doğrudan Kur’ân’dan ve hadîsten aldığımızı söylemiştim. İşte ilgili ayet ve hadîslerden sadece birkaç tanesini sunuyorum.

Ayetler:

“Onlar Cennet’te iyilik ve âfiyet dileklerini ‘Selâm!’ sözüyle sunacaklardır. (Yunus, 10)
Sabrettiğinizden dolayı size ‘selâm’ olsun!” (Rad, 24) 
“(...) Ve Cennet’in bekçileri, ‘Selâm olsun size! Ne mutlu size! Tertemiz geldiniz!’ diye buyur edecekler.” (Zümer, 73)
“Sadece, ‘Selâm size ey Cennetlikler, selâm!’ sözünü duyar­lar.” (Vakıa, 26)
“Size bir selâm verildiğinde, onu daha güzeliyle, hiç değilse aynısıyla alın.” (Nisa, 86) 
“Ey iman edenler! (...) Size selâm verene (...), onu öldürmeye kalkmayın.” (Nisa, 94)
“Ayetlerimize inananlar sana geldikleri zaman onlara şöyle de: ‘Size selâm olsun!’” (En’am, 54) 
“Onlar Cennet ehline, ‘Selâm size!’ diye seslenirler.” (Araf, 46) 
“(...) Şöyle buyuruldu: ‘Ey Nûh! (…) Selâmet ve bereketlerle gemiden in.’” (Hud, 48)
“(...) Elçilerimiz, İbrahim’e müjde ile geldiler, ‘Selâm olsun sana!’ dediler.” (Hud, 69) 
“Birbirlerine olan iyi dilek ve temennilerini ise ‘Selâm size!’ diye ifade ederler.” (İbrahim, 23)
“Bu misafirler, İbrahim’in yanına girip ona, ‘Sana selâm olsun!’ demişlerdi.” (Hicr, 52)
“Onlar ki, (…) ‘Selâm olsun size! Yaptığınız güzel amellere karşılık girin Cennet’e!’ diye müjdelerler.” (Nahl, 32)

Hadîsler:

 “Allah Teâlâ (cc), Âdem’i (as) yaratınca, ona, ‘Git, şu oturmakta olan meleklere selâm ver ve senin selâmına nasıl karşılık vereceklerini de güzelce dinle! Çünkü senin ve senin çocuklarının selâmı o olacaktır’ buyurdu. Âdem (as) meleklere, ‘Es-selâmunaleykum’ dedi. Melekler, ‘Es-selamu aleyke ve rahmetullah’ karşılığını verdiler. Onun selâmına ‘Ve rahmetullâh’ı ilâve ettiler.” (Buhârî, Enbiyâ 1; İsti’zân 1; Müslim, Cennet 28)

Ebû Hüreyre’den (ra) rivayet edildiğine göre, Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Siz, iman etmedikçe Cennet’e giremezsiniz; birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olamazsınız. Yaptığınız zaman birbirinizi seveceğiniz bir şey söyleyeyim mi? Aranızda selâmı yayınız.” (Müslim, Îmân 93)

“(…) ‘Şu zât, Cibrîl’dir (aleyhi’s-selâm), sana ‘selâm’ ediyor’ buyurdu, Ben de, ‘Ve aleyhi’s-selâm ve rahmetullâhi ve berekâtüh’ dedim…” (Buhârî, Bed’ü’l-halk 6; İsti’zân 16; Müslim, Fezâilü’s-sahâbe 90–91)

Bir adam, Resûlullah’a (sallallahu aleyhi ve sellem), “İslâm’ın hangi özelliği daha hayırlıdır” diye sordu? Resûl-i Ekrem, “Yemek yedirmen, tanıdığın ve tanımadığın herkese selâm vermendir” buyurdu. (Buhârî, Îmân 20; İsti‘zân 9, 19; Müslim, Îmân 63.)

Acaba, (hâşâ) Cenab-ı Allah (cc) ve Hazreti Peygamber Efendimiz (sav), Cebrail (as), Melekler (as), Hazreti Âdem (as), on bin sene önce yaşayan Hazreti Nûh (as) ve binlerce sene önce yaşayan Hazreti İbrahim (as), “Selâm” ve “Es-selâmunaleykum” sözünü Yahudi’den mi öğrenmişlerdir? Bu ne cahilliktir! Hayır, bu ne hainlik, ne edepsizliktir!

Fakat maalesef, bu kadar açık bir yalana ve iftiraya, bizim kendini aydın sanan cahillerimiz inanıyor ve inanmakla da kalmıyor, meddahlığını yapıyorlar. İşte Cumhuriyet’in “lâiklik” adı altında milletimizin yavrularına zorla dayattığı seküler, daha net bir ifadeyle “Batı köleliği eğitim sistemimiz”in ürünü olan aydınımız, ancak bu kadar olur. Ülkemizin durumu gerçekten vahimdir! Ama bu sistem (maalesef) aynen çalışmaya devam ediyor.

“Selâmunaleykum” ile “Şalom Aleikum”un arasında hiç mi bir ilişki yok? Bu kadar benzerlik nereden geliyor? Elbette var. Peki, neden Yahudiler bunu Araplardan almış olmuyor da illâki Arap, Yahudi’den almış oluyor?

Gerçek şu ki, Kur’ân’da olan “Selâm” sözü illâki Allah’ın kitabı Tevrat’ta da vardır. Ayrıca Araplar ve Yahudiler Sami ırkından olup aynı kökten geliyorlar. Dolayısıyla dil benzerliği olması da tabiîdir.

Es-selâmunaleykum ve rahmetullahi ve berekâtuhu!