
TÜRKİYE’yi eski Türkiye’nin verileriyle okuyanlar, ne doğru
dürüst Türkiye’yi değerlendirebilirler, ne de dünyanın gitmekte olduğu yeri.
Eski Türkiye ile Yeni Türkiye arasındaki temel fark,
eskinin nesne olmasına mukabil, yeninin özne oluşudur. Eski Türkiye,
birilerinin emel, arzuları ve hedefleri peşinde sürüklenirdi; Yeni Türkiye
birilerini, emelleri, arzuları ve hedefleri kendi peşinde sürüklemektedir.
Eski Türkiye, bütün gücünü kendi içinde tüketen bir
kaos, kargaşa ve huzursuzluk iklimiydi; Yeni Türkiye, kapatıldığı bu dar
alandan kendisini çıkararak kendi tarih ve coğrafyasına dönen, atak ve diri bir
oyuncudur.
Bu Türkiye’yi partiler yahut ittifaklar üzerinden
okumak da son derece yanıltıcıdır. Yeni Türkiye, partilerin ve ittifakların
prizmasından değerlendirilmeyecek kadar büyük ve yüce bir ülkedir.
Bendeniz bu Türkiye’nin kapasitesine meftunum. Bu
Türkiye’nin kadim tarihi, geniş coğrafyası, muhteşem mazisi ve ulvî
medeniyetiyle tekrar zorunlu buluşmasından hoşnudum. Bu Türkiye’nin yeniden
dünyanın vicdanı olmasından, mazlum ve mağdurların ümidi hâline gelmesinden son
derece bahtiyarım.
Evet, dünya pek iyi bir yere gitmiyor. Enerji kıtlığı,
hayat pahalılığı, kaos ve kargaşa yakın ufukta kendisini gösteren habis ve
melun siluetler hâlinde dünyayı kendi tarafına çağırmaktadır. Proksi örgütler
üzerinden yaratılan kargaşalar, küçük mikyasta devletler arası savaşa ve
arkasından da topyekûn bir cihan savaşına doğru gidecek emareler
taşımaktadır. Gıda ve enerjiye ulaşmak her zamankinden daha zor hâle gelmiştir.
Aziz okuyucu, unutmayalım ki bu saydığım kasvet verici
nedenler, şeytanî sistemin çizdiği rota ile ilgili sonuçlardandır. Fakat bu
âlemin ve âlemlerin mutlak Rabbi olan Cenab-ı Allah’ın muradı, bu âlemleri
şeytanî sistemin eline geçirmemek üzere hareket eder. Her yerin zifirî karanlığa
büründüğü bir yerde İlâhî İrade bir ümit kıvılcımı yakar ve o kıvılcım, bütün
şeytanî sistemi tutuşturup yakacak bir kudret taşır. Cenab-ı Hakk bize, bâtılın
hak karşısında zail olacağına dair kurtuluş teminatı vermiştir. Bu sebepledir
ki, mümin olanın ne şek ve şüphe, ne de ümitsizlik ve vehimle bir işi yoktur. Mümin
daima, kendisini Hakk’a götürecek doğru yolu takip etmekle yükümlüdür. Hak
yolunda gidenlerin azlığına karşılık doğru yoldan çıkanların çokluğu, o yolun
bizi gerçek menzile götüremeyeceğiyle alâkalı bir şey değildir. Aksine dalâlette
olanların çokluğu, doğru yolda gidenlerin yardımcısının bizzat Cenab-ı Allah
olacağına dair kuvvetli bir göstergedir.
Zulüm dünyayı kaplamadıkça adalet, vicdan ve merhamet
güneşi geceyi yırtarak ortaya çıkmaz. Zalim ve azgınların şerri, dünyayı kendi
boyasına boyamadıkça kurtuluş güneşinin nurlu makası, o yapay zulmet perdelerini
kesip parçalamaz. Şerrin seli âlemi istila etmedikçe hayır gemisi suda
belirmez. Bu sözlerin sonu yoktur, konuya gelelim…
Bugünkü dünyanın manzarası, üç büyük firavunluk ile onlara
bağlı küçük nemrutlukların hüküm sürdüğü bir yere benziyor. Bu dünyanın üç
firavunluğundan en büyüğü olan baş firavunluk, Amerika ve ona bağlı olarak
hareket eden Avrupa Birliği’dir. Bunlar iki asırdır “Ben tanrıyım” diye şişinen
ve bütün insanlığı da öz kölesi olarak gören sapkınlar birliğidir. Baş
firavunluğun tam hâkim olmadığı sahalarda hüküm süren iki yedek firavun daha
vardır. Bunlar Rus ve Çin firavunluklarıdır. Bunlar da tanrılıklarını, baş firavunluğun
şirkinden sonra ilân etmiş kâfirlerdir.
Bir de firavunluklarla hareket eden ve kopardıkları
fitne küresel ölçekte olsa da güçleri yerel ölçekte olan bazı küçük
firavunluklar vardır ki onlara da “nemrutluklar” diyebiliriz. Bu nemrutluklar, ya
baş firavuna yahut da yedek firavunlara bağlı olarak hareket eden dalâlet
yapılarıdır. Bu nemrutluklar; İsrail, Yunanistan, Ermenistan, Sırbistan, Suudi
Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve İran’dır. Baş firavunluk ile irtibatlı
olan ve kendisine “baş nemrutluk” diyebileceğimiz ülke İsrail’dir. Yunanistan, baş
firavunun soytarısı olan bir nemrutluktur. Ermenistan, firavunlukların en
kullanışlı tetikçi nemrutudur. Sırbistan, yedek firavun Rusya’nın emir eridir.
Suudi Arabistan ile Birleşik Arap Emirlikleri, bazen baş firavunluk, bazen de
yedek firavunluklarla iş tutup duruma göre ikili oynayan nemrutluklardır. İran
ise baş firavunlukla kavgalı görünüp yedek firavunluklarla iş tuttuğu sanılan
ama aslında baş firavunun gözdesi olan takiyye nemrutluğudur.
Peki, bu ortama, bu kadar firavunun peşine düşeceği
bir Hazreti Musa ve bunca nemrutun da ateşe atacağı bir Hazreti İbrahim lâzım
değil midir?
O hâlde firavunlara Hazreti Musa ve nemrutlara Hazreti
İbrahim gibi görünen bu hak yolcusu, hangi ülkedir? Bu ülke, Cenab-ı Hakk’ın
kılıcı ve Sevgili Peygamberinin askeri olan Türkiye’den başkası değildir.
Aziz okuyucular, bu firavun ve nemrutluklar kendi
aralarında ne kadar güç ve konum kavgası yaparlarsa yapsınlar, uyanık olalım. Onların
bu sahte kavgaları bizi asla aldatmamalıdır. Kudurmuş köpekler gibi
birbirlerine saldırdıkları durumlarda bile Türkiye’nin adı geçer geçmez, bütün
düşmanlıkları bir tarafa bırakarak, ağızlarında hırs salyası, hep beraber o Hak
aslanına saldırırlar.
“Türkiye’nin dostu yok” diyenler, Türkiye’nin hakikî
bir dostunun olmayacağını göremeyenlerdir. Şimdi söyleyin bana, bu
firavunlardan hangisi bizimle müttefiktir? Hiçbiri! Bu nemrutlardan hangisi
yanımızda olur? Hiçbiri! Peki, biz bu kapı kovgunlarının hangisiyle iş tutarız?
Hiçbiriyle!
Mevlâna’nın tabiriyle, “Musa ile öbür Musaların
cenginde”, Hazreti Musa’nın yanında Hak asâsından başka ne bir gücü, ne de bir
müttefiki vardır Türkiye’nin. Fakat o ne güzel bir güç ve ne emsalsiz bir
müttefiktir ki, tek başına bir sopa, koskoca bir firavunluğun boynuzunu
kırmıştır.
Türkiye’nin önündeki manzaranın vahametine bir bakar
mısınız?
Güney hudutlarımızın dibindeki Suriye ve Irak’a baş
firavunluk DEAŞ ve PKK kisvesi ile yerleşmiş, yedek firavun Rusya, takiyyeci nemrutun
kardeşi Suriye’ye hâmi rolüyle çöreklenmiş. Baş nemrut olan İsrail ve yanındaki
yedek nemrutlar Suudiler ve BAE, hem baş firavuna, hem de yedek firavuna destek
vermek üzere karşımızda pozisyon almış.
Takiyyeci nemrut İran, fitne ve zulümde kardeşi olan
Suriye ve yedek nemrut olan Rusya ile görünüşte bir blok oluşturmuş ama
hakikatte baş firavunla birlik olup bizim himayemizdeki mazlum ve garipleri
helak etmekle meşgul.
Kukla nemrutçuk Yunanistan, Suriye’deki firavun ve
nemrutların oyunlarını bozmamamız için batı tarafımızdan burnumuzun dibindeki
adalara asker yığarak kışkırıp havlamakta ve o adalar üzerinden sahte bayrak
göstererek dikkatimizi dağıtma hesapları yapmakta.
Yedek firavunun emir eri Sırbistan, Balkanlarda bıçak
sırtında olan denge ile Rusya adına oynayıp oradaki masum Boşnak, Arnavut ve
ata yadigârı Türk kardeşlerimizi tehdit etmekte.
Baş firavunluk ve yedek firavunluğun piç nemrutçuğu
Ermenistan, ezileceğini bile bile can Azerbaycan’a saldırıp bize efendileri
adına mesaj vermekte...
Aziz okuyucular, gördüğünüz gibi bütün firavunluklar
ve nemrutluklar bir araya gelmiş, bizim aleyhimize bu meydanda at oynatmaktadırlar.
Şimdi diyeceksiniz ki, “Yedek firavun Çin nerede?”. Kambersiz düğün olmaz, elbette
o da yanı başımızdadır. Lâkin onda bir yılan ve ejderha sinsiliği olduğu
için, zulümle yuttuğu ata diyarımız Doğu Türkistan’ı yiyip hazmetmekle
meşguldür. Merak etmeyin, onu yiyip hazmettikten sonra, o uğursuz başını
Akdeniz sularından yukarı kaldırıp üzerimize lav saçmaya başlaması yakındır.
Sevgili okuyucular, bu kadar düşmanın bizim etrafımızı
kuşatması, sakın ola ki sizleri ümitsizliğe düşürmesin! Cenab-ı Allah, Hazreti
Musa’yı galip kılmak için ona Firavun’u, Hazreti İbrahim’i aziz kılmak için ona
Nemrut’u, iki cihan serveri Hazreti Peygamber’i fahr-i kâinat yapmak için de
ona Kureyş’in zulüm ve fitnede uluları olan Ebu Leheb ve Ebu Cehil’i musallat
etmiştir. Ancak Cenab-ı Allah’ın yardım ve nusreti Hazreti Musa, Hazreti
İbrahim ve Hazreti Muhammed ile beraber olduğu için, onlar bu sayede kendilerinden
katbekat güçlü olan zalim ve namert düşmanları yerle yeksan etmişlerdir.
Bu hakikatten çıkarılacak yegâne hüküm şudur: Cenab-ı
Allah, Türkiye’yi Hazreti Musa’nın asâsının, Hazreti İbrahim’in cesaretinin ve
Hazreti Muhammed’in imanının mazharı kılmıştır. Bu demektir ki, Cenab-ı Allah
bu asil milleti, yolunda olduğu peygamberlerin yüzü suyu hürmetine aziz kılacak
ve yoldan çıkan sapkınları onun eliyle bu dünyada rezil ve rüsva
eyleyecektir.
Unutmayalım, bir milletin bu kadar azılı ve zalim
düşmanı varsa, o millet, bizatihi Cenab-ı Allah’ın kılıcıdır. Değilse, o zalim
başlar omuzlardan hangi kılıcın darbesiyle düşer?
Vesselâm...