Firavun ve Nemrutlar arasında bir ülke: Türkiye

Cenab-ı Allah, Türkiye’yi Hazreti Musa’nın asâsının, Hazreti İbrahim’in cesaretinin ve Hazreti Muhammed’in imanının mazharı kılmıştır. Bu demektir ki, Cenab-ı Allah bu asil milleti, yolunda olduğu peygamberlerin yüzü suyu hürmetine aziz kılacak ve yoldan çıkan sapkınları onun eliyle bu dünyada rezil ve rüsva eyleyecektir.

TÜRKİYE’yi eski Türkiye’nin verileriyle okuyanlar, ne doğru dürüst Türkiye’yi değerlendirebilirler, ne de dünyanın gitmekte olduğu yeri.

Eski Türkiye ile Yeni Türkiye arasındaki temel fark, eskinin nesne olmasına mukabil, yeninin özne oluşudur. Eski Türkiye, birilerinin emel, arzuları ve hedefleri peşinde sürüklenirdi; Yeni Türkiye birilerini, emelleri, arzuları ve hedefleri kendi peşinde sürüklemektedir.

Eski Türkiye, bütün gücünü kendi içinde tüketen bir kaos, kargaşa ve huzursuzluk iklimiydi; Yeni Türkiye, kapatıldığı bu dar alandan kendisini çıkararak kendi tarih ve coğrafyasına dönen, atak ve diri bir oyuncudur.

Bu Türkiye’yi partiler yahut ittifaklar üzerinden okumak da son derece yanıltıcıdır. Yeni Türkiye, partilerin ve ittifakların prizmasından değerlendirilmeyecek kadar büyük ve yüce bir ülkedir. 

Bendeniz bu Türkiye’nin kapasitesine meftunum. Bu Türkiye’nin kadim tarihi, geniş coğrafyası, muhteşem mazisi ve ulvî medeniyetiyle tekrar zorunlu buluşmasından hoşnudum. Bu Türkiye’nin yeniden dünyanın vicdanı olmasından, mazlum ve mağdurların ümidi hâline gelmesinden son derece bahtiyarım.

Evet, dünya pek iyi bir yere gitmiyor. Enerji kıtlığı, hayat pahalılığı, kaos ve kargaşa yakın ufukta kendisini gösteren habis ve melun siluetler hâlinde dünyayı kendi tarafına çağırmaktadır. Proksi örgütler üzerinden yaratılan kargaşalar, küçük mikyasta devletler arası savaşa ve arkasından da topyekûn bir cihan savaşına doğru gidecek emareler taşımaktadır. Gıda ve enerjiye ulaşmak her zamankinden daha zor hâle gelmiştir.

Aziz okuyucu, unutmayalım ki bu saydığım kasvet verici nedenler, şeytanî sistemin çizdiği rota ile ilgili sonuçlardandır. Fakat bu âlemin ve âlemlerin mutlak Rabbi olan Cenab-ı Allah’ın muradı, bu âlemleri şeytanî sistemin eline geçirmemek üzere hareket eder. Her yerin zifirî karanlığa büründüğü bir yerde İlâhî İrade bir ümit kıvılcımı yakar ve o kıvılcım, bütün şeytanî sistemi tutuşturup yakacak bir kudret taşır. Cenab-ı Hakk bize, bâtılın hak karşısında zail olacağına dair kurtuluş teminatı vermiştir. Bu sebepledir ki, mümin olanın ne şek ve şüphe, ne de ümitsizlik ve vehimle bir işi yoktur. Mümin daima, kendisini Hakk’a götürecek doğru yolu takip etmekle yükümlüdür. Hak yolunda gidenlerin azlığına karşılık doğru yoldan çıkanların çokluğu, o yolun bizi gerçek menzile götüremeyeceğiyle alâkalı bir şey değildir. Aksine dalâlette olanların çokluğu, doğru yolda gidenlerin yardımcısının bizzat Cenab-ı Allah olacağına dair kuvvetli bir göstergedir.

Zulüm dünyayı kaplamadıkça adalet, vicdan ve merhamet güneşi geceyi yırtarak ortaya çıkmaz. Zalim ve azgınların şerri, dünyayı kendi boyasına boyamadıkça kurtuluş güneşinin nurlu makası, o yapay zulmet perdelerini kesip parçalamaz. Şerrin seli âlemi istila etmedikçe hayır gemisi suda belirmez. Bu sözlerin sonu yoktur, konuya gelelim…

Bugünkü dünyanın manzarası, üç büyük firavunluk ile onlara bağlı küçük nemrutlukların hüküm sürdüğü bir yere benziyor. Bu dünyanın üç firavunluğundan en büyüğü olan baş firavunluk, Amerika ve ona bağlı olarak hareket eden Avrupa Birliği’dir. Bunlar iki asırdır “Ben tanrıyım” diye şişinen ve bütün insanlığı da öz kölesi olarak gören sapkınlar birliğidir. Baş firavunluğun tam hâkim olmadığı sahalarda hüküm süren iki yedek firavun daha vardır. Bunlar Rus ve Çin firavunluklarıdır. Bunlar da tanrılıklarını, baş firavunluğun şirkinden sonra ilân etmiş kâfirlerdir.

Bir de firavunluklarla hareket eden ve kopardıkları fitne küresel ölçekte olsa da güçleri yerel ölçekte olan bazı küçük firavunluklar vardır ki onlara da “nemrutluklar” diyebiliriz. Bu nemrutluklar, ya baş firavuna yahut da yedek firavunlara bağlı olarak hareket eden dalâlet yapılarıdır. Bu nemrutluklar; İsrail, Yunanistan, Ermenistan, Sırbistan, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve İran’dır. Baş firavunluk ile irtibatlı olan ve kendisine “baş nemrutluk” diyebileceğimiz ülke İsrail’dir. Yunanistan, baş firavunun soytarısı olan bir nemrutluktur. Ermenistan, firavunlukların en kullanışlı tetikçi nemrutudur. Sırbistan, yedek firavun Rusya’nın emir eridir. Suudi Arabistan ile Birleşik Arap Emirlikleri, bazen baş firavunluk, bazen de yedek firavunluklarla iş tutup duruma göre ikili oynayan nemrutluklardır. İran ise baş firavunlukla kavgalı görünüp yedek firavunluklarla iş tuttuğu sanılan ama aslında baş firavunun gözdesi olan takiyye nemrutluğudur.

Peki, bu ortama, bu kadar firavunun peşine düşeceği bir Hazreti Musa ve bunca nemrutun da ateşe atacağı bir Hazreti İbrahim lâzım değil midir?

O hâlde firavunlara Hazreti Musa ve nemrutlara Hazreti İbrahim gibi görünen bu hak yolcusu, hangi ülkedir? Bu ülke, Cenab-ı Hakk’ın kılıcı ve Sevgili Peygamberinin askeri olan Türkiye’den başkası değildir.

Aziz okuyucular, bu firavun ve nemrutluklar kendi aralarında ne kadar güç ve konum kavgası yaparlarsa yapsınlar, uyanık olalım. Onların bu sahte kavgaları bizi asla aldatmamalıdır. Kudurmuş köpekler gibi birbirlerine saldırdıkları durumlarda bile Türkiye’nin adı geçer geçmez, bütün düşmanlıkları bir tarafa bırakarak, ağızlarında hırs salyası, hep beraber o Hak aslanına saldırırlar.

“Türkiye’nin dostu yok” diyenler, Türkiye’nin hakikî bir dostunun olmayacağını göremeyenlerdir. Şimdi söyleyin bana, bu firavunlardan hangisi bizimle müttefiktir? Hiçbiri! Bu nemrutlardan hangisi yanımızda olur? Hiçbiri! Peki, biz bu kapı kovgunlarının hangisiyle iş tutarız? Hiçbiriyle!

Mevlâna’nın tabiriyle, “Musa ile öbür Musaların cenginde”, Hazreti Musa’nın yanında Hak asâsından başka ne bir gücü, ne de bir müttefiki vardır Türkiye’nin. Fakat o ne güzel bir güç ve ne emsalsiz bir müttefiktir ki, tek başına bir sopa, koskoca bir firavunluğun boynuzunu kırmıştır.

Türkiye’nin önündeki manzaranın vahametine bir bakar mısınız?

Güney hudutlarımızın dibindeki Suriye ve Irak’a baş firavunluk DEAŞ ve PKK kisvesi ile yerleşmiş, yedek firavun Rusya, takiyyeci nemrutun kardeşi Suriye’ye hâmi rolüyle çöreklenmiş. Baş nemrut olan İsrail ve yanındaki yedek nemrutlar Suudiler ve BAE, hem baş firavuna, hem de yedek firavuna destek vermek üzere karşımızda pozisyon almış.

Takiyyeci nemrut İran, fitne ve zulümde kardeşi olan Suriye ve yedek nemrut olan Rusya ile görünüşte bir blok oluşturmuş ama hakikatte baş firavunla birlik olup bizim himayemizdeki mazlum ve garipleri helak etmekle meşgul.

Kukla nemrutçuk Yunanistan, Suriye’deki firavun ve nemrutların oyunlarını bozmamamız için batı tarafımızdan burnumuzun dibindeki adalara asker yığarak kışkırıp havlamakta ve o adalar üzerinden sahte bayrak göstererek dikkatimizi dağıtma hesapları yapmakta.

Yedek firavunun emir eri Sırbistan, Balkanlarda bıçak sırtında olan denge ile Rusya adına oynayıp oradaki masum Boşnak, Arnavut ve ata yadigârı Türk kardeşlerimizi tehdit etmekte.

Baş firavunluk ve yedek firavunluğun piç nemrutçuğu Ermenistan, ezileceğini bile bile can Azerbaycan’a saldırıp bize efendileri adına mesaj vermekte...

Aziz okuyucular, gördüğünüz gibi bütün firavunluklar ve nemrutluklar bir araya gelmiş, bizim aleyhimize bu meydanda at oynatmaktadırlar. Şimdi diyeceksiniz ki, “Yedek firavun Çin nerede?”. Kambersiz düğün olmaz, elbette o da yanı başımızdadır. Lâkin onda bir yılan ve ejderha sinsiliği olduğu için, zulümle yuttuğu ata diyarımız Doğu Türkistan’ı yiyip hazmetmekle meşguldür. Merak etmeyin, onu yiyip hazmettikten sonra, o uğursuz başını Akdeniz sularından yukarı kaldırıp üzerimize lav saçmaya başlaması yakındır.

Sevgili okuyucular, bu kadar düşmanın bizim etrafımızı kuşatması, sakın ola ki sizleri ümitsizliğe düşürmesin! Cenab-ı Allah, Hazreti Musa’yı galip kılmak için ona Firavun’u, Hazreti İbrahim’i aziz kılmak için ona Nemrut’u, iki cihan serveri Hazreti Peygamber’i fahr-i kâinat yapmak için de ona Kureyş’in zulüm ve fitnede uluları olan Ebu Leheb ve Ebu Cehil’i musallat etmiştir. Ancak Cenab-ı Allah’ın yardım ve nusreti Hazreti Musa, Hazreti İbrahim ve Hazreti Muhammed ile beraber olduğu için, onlar bu sayede kendilerinden katbekat güçlü olan zalim ve namert düşmanları yerle yeksan etmişlerdir.

Bu hakikatten çıkarılacak yegâne hüküm şudur: Cenab-ı Allah, Türkiye’yi Hazreti Musa’nın asâsının, Hazreti İbrahim’in cesaretinin ve Hazreti Muhammed’in imanının mazharı kılmıştır. Bu demektir ki, Cenab-ı Allah bu asil milleti, yolunda olduğu peygamberlerin yüzü suyu hürmetine aziz kılacak ve yoldan çıkan sapkınları onun eliyle bu dünyada rezil ve rüsva eyleyecektir. 

Unutmayalım, bir milletin bu kadar azılı ve zalim düşmanı varsa, o millet, bizatihi Cenab-ı Allah’ın kılıcıdır. Değilse, o zalim başlar omuzlardan hangi kılıcın darbesiyle düşer?

Vesselâm...