HAZRETİ Yusuf, dillere
destan güzelliği ve rüya yorumlamadaki üstün bilgisiyle tanınan bir
peygamberdir. Kur’an’ın bildirdiğine göre, Hazreti Yusuf’un rüya yorumundaki
üstün bilgisi, onun çalışıp çabalayarak elde ettiği bir ilme değil, Cenab-ı
Allah’ın ona ihsan ettiği bir ilme dayanır. Bu itibarla Hazreti Yusuf’un rüya
bilgisi, Cenab-ı Allah’ın ona özgü bir rahmeti olduğu için ledünnî bir
bilgidir. Rahmet, Cenab-ı Hakk’ın, gerektiğinde bütün kullarına vermek için,
nezdinde tuttuğu özel bir ihsandır.
Kehf
Suresi’nde ledün ilminden
bahsedilirken, “Kullarımızdan bir kula
rahmet olarak ledün ilmini verdik” buyurulur. Bu ayetten anlaşılıyor ki
ledün ilminin kapısı, şartlarını yerine getirmek kaydıyla her kula açıktır. Bu
itibarla her kul, o açık kapıdan girme yeteneğiyle yaratılır. Ancak bu kapıdan
giren insanlar çok nadirdirler. Mevlana’nın tabiriyle “Herkesin can İsa’sına hamile olması”, onu doğuracağı anlamına
gelmez. Bu doğumun gerçekleşmesi “Meryemlik gerektirir”.
Meseleye
bu yönden bakınca rahmetin umumî ve hususî olmak üzere ikiye ayrıldığı görülür.
Öyle anlaşılıyor ki rüya yorma bilgisi, Hakk’ın seçkin kulları için hazırladığı
özel bir lütuftur. Bu lütfun, öncelikle peygamberler için tahsis edildiğini
söylemek yanıltıcı olmaz. Ancak bazı seçkin kullar, peygamberler için açılan
mana penceresinden bakabilirler. Nadirattan da olsa böyle bir durumun varlığı,
Cenab-ı Hakk’ın rahmet olarak verdiği hiçbir özel nimetin sabit bir mahiyet arz
etmediğini gösterir.
Daha
açık bir ifadeyle, o rahmetin niteliğine dair kul ağzından çıkan hiçbir hüküm,
sonuç hükmü değildir. Değilse, Hakk’tan zuhur eden bir şeyin halka mâl
olduğunda donup kalması, “yaratmanın her an yenilenmesi” ilahî kanunuyla
çelişir. Bu mümkün olmadığına göre, bu durumun daha farklı bir yaklaşımla
değerlendirilmesi daha isabetli olacaktır.
Uyarıcı
merhamet
Diğer
rüyalardan farklı olarak salih, sadık ve müjdeci rüyalar, Hakk’ın, kullarına hususî rahmetinden başka bir
şey değildir. Bu rahmetin ortaya çıkışında en etkili unsur da ilahî
merhamettir. İnsanların yeryüzünde büyük bir felaketle karşılaşması öncesinde
ilahî merhamet, bizim nasıl bir şey olduğunu asla bilmediğimiz, uyarıcı bir merhamet olarak harekete geçer. Bu uyarıcı merhamet, insana pek
çok alamete bürünerek ulaşır.
Bu
alametlerden biri de rüyadır. Uyarıcı merhametin gereği olarak salih, sadık
veya müjdeci bir rüya, mutlak surette felaketin yönünü değiştirme gücüne sahip
olan bir insanla temasa geçer. İçerdiği mesajın önemi sebebiyle bu rüya, o güç
sahibiyle birkaç kez temasa geçerek felaketin yakınlığını ihtar eder. Uyarıcı
merhamet, kulları bir felaketten kurtaracağı zaman, ihtar içeren sadık rüyayı
bir zalim ve müşrik üzerinden de harekete geçirebilir. Çünkü o katta müşrikle
mümin birdir. Bunların ayrımı bize göredir. Mevlana, “Hak katında Musa’yla Firavun bir. Lakin burada biri yolda, biri yoldan
çıkmış görünür” diyerek bu duruma açıklık getirir.
Yusuf
Suresi’nde uyarıcı merhametin, zalim ve müşrik Firavun üzerinden sadık rüya göstermesi,
bu hükmün açık delilidir. Firavun’un, bu rüyayı gördükten sonra ülkedeki bütün
yorumcuları huzuruna çağırarak, “Ben rüyamda
yedi semiz ineği yedi zayıf ineğin yediğini, ayrıca yedi yeşil başak ve yedi de
kuru başak görüyorum. Ey ileri gelenler! Eğer rüya yorumluyorsanız, rüyamı bana
yorumlayın” dediği malumdur.
Bu
ayetin yorumunda müfessirler, “Görüyorum”
fiilinin zamanına dikkat çekerek, “Birkaç
zamandır bu rüyayı görüyorum” anlamına geldiğini ifade ederler. Bu yorumdan
hareketle, uyarıcı merhametin kulları felaketten kurtarmak için güç sahibine
sadık rüya olarak en az birkaç kez göründüğünü ileri sürebiliriz.
İslam
bilginleri, Firavun’un bu rüyasını sadık rüyalara örnek olarak verirler. İbni
Haldun, sadık rüyanın kişiye bir melek vasıtasıyla iletildiğini ve bu yüzden
yoruma muhtaç olduğunu belirtir. Demek ki sadık rüya, yorumlanması gereken,
suretlere bürünerek görünen rüyadır. Bu suretlerin çözümü gerçekleşmeden
rüyanın iletisi anlaşılmaz.
Yoruma
peygamberî yol gerek
Firavun’un,
yorumculardan tabirini istediği sadık rüyası da suretlere bürünerek gelmiştir.
Ancak yorumcuların “Bunlar karmakarışık
düşlerdir. Biz böyle düşlerin yorumunu bilmiyoruz” demeleri, sadık rüyanın ne
kadar yetenekli olursa olsunlar, ilahî destekten mahrum insanlar tarafından
asla çözülemeyeceğini göstermektedir. Bu rüyanın Hazreti Yusuf tarafından
çözülmesi, hakikatin sadık rüya formuyla gelen çeşidinin, öncelikle bir peygamber
tarafından çözüleceğine işarettir. Firavun’un bu rüyasını Hazreti Yusuf, “Yedi yıl âdetiniz üzere ekin ekeceksiniz.
Yiyeceğiniz az bir miktar hariç, biçtiklerinizi başağında bırakın. Sonra bunun
ardından yedi kurak yıl gelecek, saklayacağınız az bir miktar hariç, bu yıllar
için biriktirdiklerinizi yiyip bitirecek, sonra bunun ardından, insanların
yağmura kavuşacağı bir yıl gelecek. O zaman (bol rızka kavuşup) şıra ve yağ
sıkacaklar” biçiminde yorumlar.
Dikkat
edilirse Hazreti Yusuf, bu rüyadaki verileri tek tek ele alarak yorumlamak
yerine sonucu söylemiştir. Hazreti Yusuf’un bu sonuca ulaşırken kullandığı
çözümleme yöntemi hakkında herhangi bir bilgimiz yoktur. Ancak ilahî kaynaktan
gelen bir gerçeklik, rüya görünümlü de olsa geldiği kaynak itibariyle ölümsüz
olacağından dolayı, yorumlanmasının onu bitireceğini düşünmek, geldiği kaynağın
mahiyetiyle çelişir. Bir rahmet, ister rüya, ister keramet, ister mucize olarak
insin, asla yok olmaz ve onun tecellisi daimdir. Bu itibarla bu rahmetleri,
kıyamet kopuncaya kadar âlemin daimî varlıkları arasında saymamız gerekir. Bize
düşen, onların üzerini örtmek değil, daima onlar üzerinde yoğunlaşarak,
onlardan yararlanmaktır.
Hakikat
böyle olmasaydı, âleme inen en büyük rahmet olan Kur’an’ın manası üzerinde
asırlardır durmamıza gerek olmazdı. Bu itibarla Firavun’un rüyasına Hazreti
Yusuf’un açtığı pencereden bakmak ve o rüyanın Hazreti Yusuf tarafından bir
hikmet eseri olarak dile getirilmeyen çözüm yöntemini araştırmak bir
gerekliliktir. Ancak bu işi yapacak kişinin, Hazreti Yusuf’un baktığı
pencereden bakabilecek bir manevi konuma gelmiş olması şarttır.
Bu konum sahiplerinden biri olan Mevlana, tam da üzerinde olduğumuz konuda şöyle demektedir: “Mısır azizi, gayb gözüne kapı açıldığında, rüyada yedi semiz ve besili öküzü yedi tane arık öküzün yediğini gördü. O arık öküzler, hakikatte aslanlardı. Böyle olmasa o öküzleri yiyemezlerdi.”
İbni Haldun, sadık rüyanın kişiye bir melek vasıtasıyla iletildiğini ve bu yüzden yoruma muhtaç olduğunu belirtir. Demek ki sadık rüya, yorumlanması gereken, suretlere bürünerek görünen rüyadır. Bu suretlerin çözümü gerçekleşmeden rüyanın iletisi anlaşılmaz.
Sadık yorum, sadıkların işidir
Mevlana’nın bu teviline
baktığımızda, Hazreti Yusuf’un neticeye giderken kullandığı, ancak dile
getirmediği çözüm yöntemini bir yönüyle ifşa ettiğini görürüz. Mevlana gibi Kur’an’ı
baştan sona edepten ibaret gören bir zatın, bu konuda had bilmezlik içerisinde
olacağını düşünmek abestir. Demek ki Mevlana, bize ilahî âlemden gelen bir
rahmetin, o rahmetin aslını kavrayan seçkin ruhlar tarafından halka
aktarılmasının ihmal edilmemesini söylemektedir.
Firavun’un huzurundaki yorumcular,
onun rüyasını sadık rüya olarak algılayamadıkları için yorumlayamamışlardır.
Demek ki insanların kendi bilgilerine dayanarak yorumladığı rüyalar, Kur’an’ın
“edgâm u ahlâm” (sadık olmayan) dediği
rüyalardır. Mevlana’nın yorumu, sadık rüyanın diğerlerinden ayrılmasında şöyle
bir ölçüt de içermektedir: Sadık rüya vasıtasıyla âlem kurallarına aykırı bir
görüntü hâlinde gelen sırlı ileti, âlem kurallarıyla çelişmeyecek bir biçimde
çözülmelidir. Bu yüzden o, sığırın sığırı yemesi müşkülünü, aslanın sığırı yemesi
biçiminde çözmüştür. Ancak Firavun, rüyada sığırı sığırın değil de aslanın
yediğini görseydi rüyası sadık olmayacaktı. Çünkü bu durumda yorum, gayba değil,
dünyaya ilişkin olurdu. Ancak sığırın sığırı yemesi ve üstelik zayıf olanın
semiz olanı yemesi, âlem ölçüleriyle mümkün değildir. Hâlbuki aslanın sığırı
yemesi mümkündür.
Bu durumda Mevlana’nın semiz
öküzleri yiyen cılız öküzlerin aslan olduğunu söylemesi, cüsse bakımından öküzden
küçük olan aslanın, kuvvet ve donanım açısından onu yiyecek bir üstünlük taşımasıyla
alakalıdır. Cılızın semizi yemesi, göze göre imkânsız, fakat mantığa göre
mümkündür. Bu durumda rüyada görülenin, hakikatte akılla uzlaştırılması
gerekmektedir. Bu rüyanın yorumunda, Mevlana’nın sadece yedi sığırın yedi
sığırı yemesini izah ettiğini görürüz. Hazreti Yusuf ise, yedi kuru başağın
yedi yeşil başağı yemesini izah etmiş ve yedi arık sığırın yedi semiz sığırı
yemesini tabir etmemiştir.
Hazreti Yusuf’un, Mevlana’nın
ifşa ettiği kısmı bilmemesi düşünülemez. O halde rüyanın bu kısmının eksik
bırakılması, o rüyanın hakikatindeki hikmetle alakalıdır. Öyle anlaşılıyor ki
yedi cılız sığırın yedi semiz sığırı yemesindeki iletinin muhatabı, sadece
Yusuf’un yaşadığı dönemdeki Mısır halkı değil, insanlığın tümüdür.
Mevlana’nın, rüyanın bu kısmını
yukarıdaki şekilde yorumlaması, Yusuf’un açık bıraktığı pencereden bakmasıyla
ilişkilidir. Ancak Mevlana’nın yorumu da Yusuf’un metoduna benzer biçimde özlü
ve kısadır.
Hazreti Yusuf, Firavun’un rüyasındaki,
başağın başağı yemesi motifini hayata uygulayacak biçimde açıklayıp, bizzat
yedi yıl boyunca o rüyanın çözümünden çıkan veriler doğrultusunda tedbirler aldığı
için tedbirî olarak, Mevlana ise bu
rüyadaki sığırın sığırı yeme motifini işarî
olarak yorumlamıştır. Mevlana’nın yorumunda bir değinme ve işaret etme söz
konusudur. Şu hâlde bu rüyanın, Hazreti Yusuf’un bilinçli olarak eksik bırakıp
Mevlana’nın yorumladığı kısmında manidar bir nükte gizlidir. Mevlana, uyanık
okuyucuya kendi baktığı pencereyi işaret etmektedir. Bu pencereden bakıldığında,
aynı cinslerin birbirini yemesindeki garabete dikkat çekildiği görülmektedir.
Şimdi rüyadaki bu nüktenin çözümünü sona bırakarak Firavun’un rüyasına dönelim.
“Sadıklarla beraber olun”
Firavun’un sadık rüya görmesi,
Allah’a şirk koşan birinin nasıl olup da böyle bir nimete eriştiği şeklinde bir
itiraz düşüncesini akla getirir. Hâlbuki o rüyanın sahibi Firavun değil, Hazreti
Yusuf’tur. Yusuf Suresi iyi okunursa, ne demek istediğimiz daha iyi anlaşılır.
Hazreti Yusuf’un, zindan
arkadaşlarının rüyalarını yorumladıktan sonra bir sâkiye “Efendinin yanında beni an”
demesi ve bunu söyledikten sonra birkaç yıl daha zindanda kalması, Firavun’un
rüyasını daha önce Hazreti Yusuf’un görmesiyle alakalıdır. Hazreti Yusuf, böyle
bir rüya görmeseydi bu ifadeyi kullanmazdı. Hazreti Yusuf, rüyasında bu rüyayı
Firavun’un gördüğünü görmüştür.
Firavun’un rüyasını “öncelik-sonralık” açısından ele aldığımızda,
bu rüyayı ilk önce Hazreti Yusuf’un gördüğü anlaşılır. Bu da bize sadık rüyanın
bir başka mahiyetini ifade etmektedir ki o da şudur: Sadık rüya, müminin
gönlüne düşmeden asla zalimin gönlüne yansımaz. Bu itibarla bir sadık rüya,
ister zalimden sadır olsun, ister kâfirden, onu öncelikle sadık olanın gönlünde
aramak lazımdır. Zira sadık rüyanın tecellisi, hiçbir zaman pas tutmuş aynaya
düşmez. Rüya, bir görüntü ve tecelli olduğu için, görüntünün muhakkak surette
parlak bir aynaya ihtiyacı vardır. O ayna da sadıkların gönlüdür. Kâfir ve
zalimler, görüntünün düştüğü asıl ayna değillerdir. Onlar, asıl aynaya tutulmuş
sahte aynalardır.
Rüyayı hakiki sahibine iade ettikten sonra şu rivayeti dile
getirmekte fayda vardır: Asur Kralı Nabukadnezar’ın görüp unuttuğu bir sadık
rüyayı Danyal Peygamber’in yorumlaması meşhurdur. Asur hükümdarının görüp
unuttuğu rüya, onun huzuruna girerken Danyal Peygamber’e gösterilmiş ve Danyal
Peygamber, Nabukadnezar’a unuttuğu rüyasını onun gördüğü biçimiyle aktarmıştır.
Bu da gösteriyor ki sadık rüya, bir kişiye özgülenmiş, sınırlı bir tecelli
değildir. O, Hakk’ın lütfuyla peygamber ve velilere farklı zaman ve mekânlarda
tekrar gösterilme özelliğine sahiptir.
Rüyanın söz konusu olduğu bir durumda, “zaman göreceli”dir. Asur hükümdarı,
rivayetteki zaman bağlamında rüyayı Danyal Peygamber’den önce görmüştür. O da
Firavun gibi huzuruna rüya yorumcularını çağırmış, ancak kendisini korkutan
rüyayı bir türlü hatırlayamamıştır. O rüya, ancak Danyal Peygamber’e
gösterildikten sonra yorum nesnesi hâline gelmiştir. Bu itibarla bir rüyanın
sahibi, onu gören değil, onu yorumlayandır. Bu durumda Asur hükümdarının
rüyasının asıl sahibi de Danyal Peygamber’dir. Zaten “o huzura girmeden önce
rüya yoktu”.
Firavun’un rüyasındaysa, Asur hükümdarının aksine Firavun rüyayı
hatırlamış, fakat yorumcular acze düşmüşlerdir. Eğer yorumlasalardı, rüya Hazreti
Yusuf’un değil, onların olacaktı. Demek ki sadık rüyayı ancak sahibi yorumlar. Bu
durumda Mevlana’nın, Yusuf’un rüyasını yorumlamasını nasıl izah etmelidir?
Veli, nebinin varisidir. Bir oğul, nasıl ki babanın mirasına sahip olunca o mirasla ilgili her türlü tasarrufta bulunabilirse, bir veli de manevî veraset oğulluğu dolayısıyla bir peygamberin rüyasını yorumlama ve o rüyayla ilgili keşiflerde bulunma müsaadesine sahiptir.
Zindandaki “cılız kişi”
Şimdi sıra geldi, yukarıda çözülmesini elzem gördüğümüz nükteyi
çözmeye. Firavun’un rüyasında, aynı cinslerden aciz olanların güçlü olanları
yemesindeki garabete vurgu yapmıştık. Sadık rüyalar, Mevlana’nın işaret ettiği
gibi gayb gözüne sahip olanların görebileceği nitelikteki rüyalardır. Gayb gözü,
manayı suretler şeklinde görür ve o görüntüleri hiçbir sınırlamaya tâbi
tutmadan baş gözüne aktarır. Rüyadan uyandığımızda, baş gözünün can gözünden
sansürsüz aldığı görüntülerle karşı karşıya kalırız. Bu görüntüler, suret
olarak âlemin suretlerine benzemekle birlikte, âlem mantığıyla anlaşılması
mümkün olmayan bir diziliş gösterir.
Ehil yorumcu, yani Hakk’tan nasipli kişi, bu dizilişi Hakk’ın
lütfuyla derhal âlemdeki görüntü diline tercüme eder. Bu tercüme olmazsa, o
görüntüler bir kaos ve muamma halinde kalmaya mahkûmdur. Sığırın sığırı
yemesindeki görüntü dizilişi, can gözünün gördüğü bir vizyondur. Baş gözünün
sadık rüyadaki rolü, can gözünün gördüğünü hiçbir şey ilave etmeden zihne aktarmaktır.
Baş gözü, rüyanın can gözündeki dizilişini aynen verirse rüya sadıktır. Şayet o
görüntü, örgüsünü kaybederse, rüya tekrar geldiği yere döner, yani gayba.
Mevlana, verasetten dolayı Yusuf’un yorumladığı rüyayı aynen
görmekte, fakat hikmetine binaen Yusuf’un açıklamadığı kısmı açıklamaktadır.
Onun, sığırın sığırı yemesini işarî olarak aslanın sığırı yemesi olarak
yorumlaması, bizlerin bu işaretten hareket ederek, rüyanın yorumunu
tamamlamamıza dair bir yönlendirmedir.
Rüyayı gören Firavun “zalim gücü”, onu yorumlayan Yusuf ise “mazlum zayıfı” temsil etmektedir. Rüyanın, aynı cinslerin birbirini yemesindeki gaybî diziliş zincirini devam ettirirsek, bu halkadaki en son diziliş, en dramatik diziliş olan “insanın insanı yemesi”nde son bulur. Bu durumda rüyanın hakikî iletisi, mazlumların, sonunda zalimlere üstün gelecekleri müjdesidir.