ÜLKEMİZİN en önemli süreçlerinden birine hep birlikte şâhitlik
ediyoruz. Uzun zamandır konuşulup tartışılan Fırat’ın doğusu meselesi, artık
başlı başına bir gerçek olarak karşımızda duruyor. Türkiye’nin bu konudaki
ciddiyetini her fırsatta dile getirdiğini ve muhataplarını defalarca uyardığını
gördük. Gerek devletlerarası görüşmelerde, gerek uluslararası plâtformlarda
Türkiye, müttefikleriyle ters düşmesine rağmen bu konudaki ciddiyetini ortaya
koydu. Ancak Türkiye’nin bu konudaki adımları ve çözüm önerileri karşılık
bulmadı.
Suriye meselesi, dünyanın bütün oyun kurucularının
içinde bulunduğu ve dâhil olduğu bir denklem hâline geldi. Binlerce insanın
öldüğü, milyonlarcasının göç etmek zorunda kaldığı bu süreç, bütün dünyanın
insanlık sınavından kaldığı bir ortamı beraberinde getirdi. Dünyada yaşanan
onca felâket ve onca büyük savaşa, insan hakları ihlâline rağmen hâlâ savaş ve
katliamlar için ortak bir tepki oluşturulamadığını, hâlâ acıların varlığından
ziyâde coğrafyasına bakıldığını müşahede ediyoruz. İnsan hakları, barış,
birlikte yaşamak ve yaşam hakkı gibi kavramların Batı ülkelerinde ya da onların
önemsediği yerlerde öne sürülen durumlar olduğunu görmek, insanlık adına her
geçen gün daha fazla utanmamıza sebep oluyor.
Bir ikiyüzlülük tutturulmuş dünyada ve hızla
büyüyor. Bütün dünyanın kaderini kendi varlıklarına bağlamak isteyen sözde
büyük devletler, istediklerine yaşam hakkı verip istemediklerini sistemden uzaklaştırmaya çalışıyorlar. Türkiye’nin
Suriye meselesiyle ilgili takındığı tavır, öncelikli olarak ülke
vatandaşlarının yaşadığı acılarla ilgiliydi. Ardından sınır güvenliği meselesi
en önemli başlık hâline geldi.
Türkiye’nin yıllardır mücadele ettiği PKK türevi örgütlerin yuvalandığı sınır boyunda kendi güvenliğini tehlikeye sokacak adımların önüne geçmek istemesi, bir ülkenin en makul talebidir. Kaldı ki, o bölgede DAEŞ ve benzeri örgütlerle de en fazla mücadele eden ülke, Türkiye olmuştur. Ancak işte o bilinen ikiyüzlülük, burada devreye girmiş ve kendi güvenliğini tehlikeye attığını ilân ettikleri ülkeleri kilometrelerce uzaktan gelerek işgâl girişimine kalkışanlar, Türkiye’nin kendi sınır boyundaki tehlikeyi uzaklaştırmak için attığı adımlara karşı çıkmaya girişmişlerdir.
Bir de sözüm ona barış güvercinleri var ki, terör örgütleri her yeri yakıp yıkarken, bombalar patlarken, askerlerimiz şehit olurken ortadan kaybolup, Türkiye Cumhuriyeti bu tehlikeleri savuşturmak için adım attığında ortaya çıkıyorlar. Dillerinde hangi ideolojinin meyvesi olduğu belli olmayan sözlerle saldıranı değil, müdafaa hakkını kullananı hedef seçiyorlar. Bir de bunu masum örtülere bürünerek yapınca, zannediyorlar ki asıl sûretleri endam etmiyor.
Türkiye, Barış Pınarı Harekâtı’nı sınır boyunu koruma altına almak ve Suriye’nin kuzeyinde terör yapılanmalarının güçlenmesini engellemek adına gerçekleştiriyor. Bu plânın içinde yüz binlerce Suriyelinin ülkesine geri dönmesine imkân sağlayacak güvenli bölge inşâsı da var. Güvenli bölge, bu gibi sınır problemlerinde daha önce de uygulanmış bir çözüm. Savaş sebebiyle ülkelerini terk etmek zorunda kalan Suriyelilerle ilgili tek politikası “Bu insanların ülkemize gelmesini nasıl engelleriz?” sorusu üzerine kurulu Batılı devletler, hem verdikleri sözleri tutmamakta ısrar ediyor, hem de Türkiye’nin kendi çözümünü üretmesine karşı çıkıyorlar.
Barış Pınarı Harekâtı’na dünyanın verdiği tepkiye baktığımızda, bunca makul sebebi olan ve uyarıları defalarca yapılmış bu operasyonda Türkiye’nin kendi çözümünü üretme konusunda ne denli haklı olduğunu görüyoruz.
Mazlumlara evini açmak ve zalimlere hasım olmak, bu milletin fıtratında var. Suriye meselesinde Türkiye açısından yaşananlar bu doğruyu yineliyor. Ne diyordu “Vatan Şarkısı” şiirinde Namık Kemal: “Ecdâdımızın heybeti ma’ruf-ı cihandır;/ Fıtrat değişir sanma, bu kan, yine o kandır!”
Allah milletimize, memleketimize zevâl vermesin, askerimizin ayağına taş değdirmesin! Bayrağımıza ve ezanımıza kastedenlerin akıbeti, cümlesine ders olsun!