
BAZILARI çok komik olur, bazıları utandırır. Kimi cehaletten
olur, kimi dil sürçmesinden. Ama siyasetin tabiatında vardır; her siyasetçi gaf
yapar. Kılıçdaroğlu’nun gafları ise birkaç ciltlik kitap olacak neredeyse. İşte
onlardan birini Urfa’daki konuşmasında yaptı ve fındığın yüzde 42’sinin
yetiştiği yer olarak ilân etti Urfa’yı.
Özellikle sosyal medyada, bir hafta boyunca biz de
güldük bu hataya. Neyse ki Özgür Özel çıkıp bunun bir dil sürçmesi olduğunu,
fıstık yerine sehven fındık dediğini söyledi de anladık (!) bu hatanın cehaletten
kaynaklanmadığını.
Alışığız biz tabiî Mersin’i Güneydoğu’nun bir ili,
Çorum’u da ülke yapmasına. “Öyle, Sayın Başbakan gibi, söz verip sözünün
arkasında duran insan değiliz biz”, “Bize güveneceksiniz, namussuz
siyasete evet diyeceksiniz”, “Allâh (hâşâ) insanın yarattığı en değerli
varlıktır, inancıyla, kimliğiyle benim başımın üstünde yeri vardır”, “Kimse
cesaret edemiyorsa kim cesaret edecek? Allâh’tan korkmayan biz cesaret edeceğiz”
dediğinde de biliyorduk dilinin sürçtüğünü.
Gerçekten, böyle dil sürçmeleri gayet normal, hayatın
akışında her an karşılaşabileceğimiz, tebessüm ettiren hatalar. Belki de
siyasetin toplumdaki stresini azaltan bir etken bu. Ancak kimsenin kimseyi
suçlayacağı bir alan olmamalı bu ve benzeri hatalar. Siyaseten yıpratmak için
kullanacaksak eğer, Kunut duâlarını âyet zannedip de dini siyasete alet etme
cehâletini, anayasa referandumuna neden “Hayır” denmesi gerektiğini anlatırken,
yeni sistemde başbakanlık mâkâmı olmayacağını dahi bilmemesini kullanabiliriz.
Vatandaş “Altı oku sayar mısınız?” dediğinde cevap
verememesini, Erdoğan için “İstiklâl Marşı’nı okuyamaz” deyip de kendisinin
daha ilk mısrada takılmasını, iftar sofrasında ezanı beklemeden yemeğe
başlamasını, mitingde salâ sesi duyup ezan zannetmesini falan da konuşabiliriz.
Ama bizim asıl meselemiz, Kılıçdaroğlu’nun cehâleti ya da dini istismar ederek
siyaset yapması değil.
Artık olay çok daha vahim bir yere gidiyor. Ülkede bir
döviz ve fiyat artışı sorunu var maalesef. Reel ekonomi kuralları içerisinde
anlamlandırılamayan bu sorunun tek sebebi Erdoğan. Herkes biliyor ki, Erdoğan
ve AK Parti iktidarı düşerse döviz ve enflasyon da düşecek. Muhalefete göre
iktidarın yanlışlarıyla, iktidara göre ise Türkiye’nin doğrularıyla gelindi bu
noktaya. Yani bir taraf Erdoğan giderse ülkenin doğru yönetileceği, diğer taraf
ise muhalefetin muhtemel iktidarında güdümlü Türkiye tarihine geri dönüleceği
iddiasında.
Mevcut ekonomik şartlardan mutlu olan hiçbir kesim
yok; buna iktidar da dâhil. İşte bu yüzden, CHP’nin seçim politikası da ekonomi
üzerine yoğunlaşmış durumda. Mutfağını ateş sarmış vatandaşın, pandeminin
getirdiği daralmadan kurtulmaya çalışan esnafın, gübre-tohum-mazot
fiyatlarından yakınırken üstüne bir de kuraklıkla boğuşan çiftçinin yaralarına
parmak basıyor sürekli. Ev hanımına sigorta, kredilere faiz silme, asgarî
ücretten vergi almama gibi vaatlerle göz boyamaya çalışıyor. Z kuşağına
vadettikleri ise göz kamaştırıcı…
Böylelikle vatandaşın, vatanı ile cebi arasında tercih
yapması amaçlanıyor. Ekonomik kaygısı kadar cehalet katsayısı da yüksek olan
küçük bir kesimi AK Parti’den koparabilmek için her şey. Çünkü o kesim,
“Bunları nasıl yapacaksın?” diyemiyor Kılıçdaroğlu’na.
Urfa’da, “Belediyeyi bize verin, bütün çiftçilere
elektriği bedava vereyim” dediğinde, bir Allâh’ın kulu da kalkıp İzmir’de,
Aydın’da, Trakya’da, Eskişehir’de 20 yıldır belediyecilik yapan CHP’nin oralardaki
çiftçilere neden bedava elektrik vermediğini sormuyor. Çünkü o gurur duyduğumuz
“Teknofest kuşağı” yok her yerde. Erdoğan’ın bir dönem daha Türkiye’yi
yönetmesinin bir bekâ meselesi olduğunu herkese anlatmak mümkün değil.
AK Parti’nin önünde çok kritik “1 yıl” var! Bu süreyi,
vatandaşın çarşı pazarla arasını düzeltmekle, maaşları enflasyona ezdirmemekle
geçirmesi gerekiyor. İşte o zaman, savunma sanayiinde yüzde 70’e varan
millîliğin, Karadeniz’de bulunan doğalgazın, yok edilen terörist sayısının sadece
bu yıl 2 bin 600’ü, 2015’ten bu yana da 33 bini geçerek terörün bitme noktasına
gelmesinin bir anlamı olacak bazıları için. Bugün markete giderken üç kuruşun
hesabına takılan, dolar 14 lirayı geçti diye “Vatan elden gitti” diyenler, İsrail’e,
ABD’ye, AB’ye, Rusya’ya, Çin’e boyun eğmeyen Türkiye ile gurur duymayı
hatırlayacak cebi para görünce.
Ben, bu yönde bir hazırlık olduğu kanısındayım. Asgarî ücret, memur ve emekli zamları üzerindeki tahminler, stokçular ve karteller üzerindeki baskılar, ekonomik değeri olan yeni bazı müjdelerle desteklenecek ve çok daha iyi bir yıl geçireceğiz inşâallâh.