BAZI yazılara zor başlanır; nasıl devam eder, onu bilmiyorum, bilemiyorum. İçiniz yanıyor, elleriniz çaresizlikten titriyor ve dünya “şahadet” ülkesinin haberlerini dahi sansür ediyorsa, kim okur ki bu yazılanları?
Ama ben yüreğimi yanan bir yüreğe bırakmak istiyorum; yeniden yanmak istiyorum diye de düşünebilir insan.
Hayatımızda birçok iz taşımaktayız. Filisin, hayatımızda hiç kaybolmayan iz olmakta ısrarlı. Sana içimizi boşaltmaktan başka yapacağımız bir şey olamıyor çok defa. Sana çok yakın olup da uzak gibi görünen bizi, ruhen seninle olanları dâvâ etmeden önce bir nebze de içimizin sesini dinle, ne olur!
Sen bizim hayatımızın her kademesindeki yegânelerden birisin. Adın ölüm tarlasının karanfilleri... Şahadet dolu yüreğinin sonsuzluk pınarından sözlerinin altın kadehlerine boşalttığın damlacıkları yudumlayan susuz bir durumdan, bizi yorgun düşürüp bu yakıcı korkunç çölde bırakma. Bize her şeyden de üstün, özben’den de derin bir aşkın olduğunu, sevmenin sımsıcak, güzel Filistin’in göğü olduğunu, onunla muhtaç, acı çeken yalnız ruhların takatsizliği, başı dönmüş, Rabbinden başka sığınacak bir yeri olmayan gariplerin bu gezegenin korkunç ve bunaltıcı yalnızlığıyla tanışması olduğunu, ancak kendi evlerinde, kendi anneleri olan yerin eteğinde ve kendi babaları olan zamanın gölgesinde olduğunu, dolayısıyla yerin ve zamanın çocuklarının Filistin toprağında barınıyor olduğunu; şu dört ögenin, su, rüzgâr, toprak ve ateşin yetiştirdikleri olduğunu, durgun, mutlu, doygun, onurlu, suya kanmış, şahadetin tadından dolayı sevinçli olduğunu, sağanak hâlindeki Yahudi mermilerinin yok edişi altında dimdik durmayı ve her şeye rağmen var olmayı öğreten Filistin…
Sen, yüreklerinde birbirlerine yakınlık duyan ruhları bu şahadet toprağı ile göğünün yabancılığında, acı çektiren, birbirlerine aşırı bir biçimde ihtiyaç duymalarını sağlayan etkenin inancı uğruna ölüm sevgisi olduğunu öğreten Filistin…
Biz de senin üzerinde patlayan bombaların yüreklerde meydana getirdiği infilakın gözlere yansımalarına bakıyoruz. Bu bakışlarla yüreğimizi eriten Filistin…
Bizim büyük ve bizim uzak olduğumuz en yakınımız, yüzünde yabancılık korkusunun, şahadet, şahadet ve şahadet sözcüklerinin ritminde sadakat görülen milyonlar içinde biz yalnız olan kişiler, bu yeryüzünün şerefli sürgünü, bu sürecin yegâne adağının sen olduğunu, siz olduğunuzu daha iyi görüyor ve anlıyoruz.
Biz, cesaret dolu gözlerin derinliklerinden kendimizin derinliğinde gizlenmiş, bizi diriltecek, tanışıklık öykülerini kulağımıza fısıldayan bakışların gizemli ve görünmeyen kınında, kendi öz yurdunda yabancı kişi… Bizim dindaşımız olduğunu, bizim aynı gezegenin farklı yerlerinin yerlileri olduğumuzu, buraya sanki boşuna geldiğimizi, esir kuşlar gibi olduğumuzu, yalnızlığın çılgın tufanının seni ve bizi bu çok özel, sade ve sanki yabancı bir çatının altına attığını görmekteyiz.
Biz senin belirgin yüzünü, ağrısız, acısız yaratıkların şeklî kalabalıkları içinde hep tanırız. Sonra sana sadece bizim değil, seni her gün okuyan, görüntülerini seyreden milyonların da ihtiyacı var. Sen sana yetiyorsun da ya biz sana yetişebilecek miyiz?
Senin özgürlük sevdanın tatlı kokusu bütün varlığımızı sarmakta. Sabrın ve direnişin havası ruhumuzun uzayını doldurmakta. Bil ki, biz seninle olunca daha da kararlı olmaktayız. Senin bu kalabalıklarda yalnız olmadığını görünce ancak rahat olabiliyoruz. Senin özgürlük savaşında yanında yer alabildikçe, kendimizin de özgür olduğunu kabul ediyoruz.
Göğsümüzün üstüne düşen yaşamın acımasız ve ağır kayalarının, başımızın üstünde duran bu sığ ve acılı çatının altında senin de var olduğunun anlamını kavradıkça yaşama güç devşirebiliyoruz.
Solunumu, var oluşu, duruşu, yalnızlığı, bombaların ortasında işitme engeli olmayanlarca duyulmayan ve acı veren çığlığı…
Öz vatanında tutsak olmayı, öze sığınmayı, ifade edememeyi, yazamamayı, karga seslerinin iğrençliği arkasındaki hain tebessümlere kayıtsız kalmayı…
Irkdaşları arsında da terk edilmiş olmayı, sonuç vermeyen bekleyişlerin yürekleri dağlayan korlarını, evet, bütün bunları senin uyanık gözlerinde görmüş konuşan dilin, bizi bütün bunların bilincine vardırmaktadır.
Özel olarak ben, altmış yıllık ömrümün elli yılında, genel olarak da biz, her gecenin karanlığında yüreğimizin tüm sevgilerini gönderdik, gönderiyoruz da. Kendimizi ancak senin kutsal dâvânın var olduğunun bilincinde olduğumuzu bilerek avunduruyoruz. Böylece bu özgürlük yıkıntısının altında ayakta duruyor, soluk alıp veriyor ve yaşıyoruz!
Şimdi ise yine sen, ey Filistin, ah Filistin, ölüme gidiyorsun! Biz ise burada yalnız, her soluk alışverişte sana bir adım daha yaklaşma umuduyla durmadan her şekilde niyazdayız.
Ve unutma ki, bu da bizim kederli yaşamımız olmakta...