Filistin sadece Filistin değil

Filistin’in sadece Filistin’den ibaret olmadığı aşikâr. Ve sadece dinî ve vicdanî bir dertleniş de değil bu. İnsanda böylesi hak bir dâvâya tutunacak kadar haysiyet kırıntısının bulunup bulunmadığını da ispat ve tespit yolu. Çocukların canice katledildiği ve bunun her gün defalarca yeniden göz bebeklerimizi kanattığı bir soykırıma susabilmek veya tarafsız kalabilmek, zalime duyulan sempatiden başka ne olabilir ki?

İÇİNE bırakıldığımız hüzünden bir adım dahi öteye geçemiyoruz. Zamanı zalimin katlettiği ilk masumda sırladık. Hayatın biteviye akışı bu aralar çok da mümkün görünmüyor. Zaten olmamalı da. Bütün duyguların ve aksiyonların tereddütsüz ve kesintisiz sürüp gitmesi böylesi bir vahşette insana yakışmaz ne de olsa.

İsrail’in zulmü aralıksız devam ediyor. Evler üzerine bomba yağıyor, çocuklar eli kanlı tetikçiler tarafından hedef alınıyor. Sivil İsrailliler evleri köyleri basıyor, yakıp yıkıyor, yağmalıyor.

Kudüs’ümüz de işgalcilerin zulmünde yara alıyor. Mescid-i Aksa’nın Müslümanları bu zalim kavmin eziyet dolu engellemeleriyle her an tehdit altında. Niyetler açık edildi, hedefe giden yolda zalimin zalimden destekçileri var. Orta Doğu yangın yeri… Mısır’ı, Irak’ı, Suriye’yi bu ahval üzere çoktan dizayn ettiler. Mobil zihinlerimiz çok önceden sessize alındı bile. “İslâmî terör” yaftasıyla terör estiren ABD’nin piyonları, Batı’da Müslümanların mazlum değil, zalim olduğu iftirasını filmlerden dizilere, reklâmlardan kitaplara kadar her bir kulvarda dile ve kaleme aldı. “Allah” diyerek baş kesen MOSSAD piyonlarının algısı, dünyanın dört bir yanına sirayet edeli hayli zaman oldu. 7 Ekim’den bu yana HAMAS’ın haklı ve şanlı direnişi vicdanları yeniden aktif etti neyse ki.

Bu vesileyle gerçek katillerin ve teröristlerin, dünya halklarının vicdanında sanık sandalyesine oturduğunu ve sıklıkla da müebbet yediğini görmüş bulunmaktayız.

Batı’da İslâm’a geçiş hızı belki de son yüzyılın zirvesinde. Yaptıkları her şey bir yanıyla kendilerine dönen azılı katiller, bunu öngörmekten bile aciz varlıklarıyla zulmün ve yıkımın dozunu her geçen gün artırıyorlar. İnsanlar özgür Filistin dâvâsının sancaktarı olmak için akın akın benliklerini bu kutlu yola feda ettikçe zalimin ayak oyunları da çeşitleniyor ve akıttığı kanın kapladığı coğrafî alan gitgide genişliyor. Ama asıl kalp deşici hakikat Batı’da dalga dalga yayılan uyanış, halkların öze dönüş öyküsünü fısıldasa da içimizde tam tersi bir kaybediş vetiresi seziliyor.

Her yanımızı istila etmiş Siyonist akıl, nesillerimizi dâvâsız, düşük değerli, mücadele ruhundan ayrıştırılmış bir nötralizme sıkıştırıyor. Filistin’in sadece Filistin’den ibaret olmadığı aşikâr. Ve sadece dinî ve vicdanî bir dertleniş de değil bu. İnsanda böylesi hak bir dâvâya tutunacak kadar haysiyet kırıntısının bulunup bulunmadığını da ispat ve tespit yolu. Çocukların canice katledildiği ve bunun her gün defalarca yeniden göz bebeklerimizi kanattığı bir soykırıma susabilmek veya tarafsız kalabilmek, zalime duyulan sempatiden başka ne olabilir ki?

Belki de bu kimliksizlik, zalimle bir olmanın, aynı yolu tutmanın dehşetli ağırlığından bile daha vahim. Zira bir sızıya dertlenmek için yaranın kendi vücudumuzda olmasına hacet yok. Böylesi bir dertleniş, güdülerden ve reflekslerden ibaret kılmaz mı insanı?

Kalbi reflekslerin ötesindeki hissedişlere terfi ettirmeyen hiçbir akıl ve vicdan, kalbin sahibini hayvandan ayrıştıramaz.

Zalimi boykotta yetersiz kalmışlığımıza, soykırımı İsrail’in sahte defans argümanlarıyla açıklamaya çalışanların kifayetsizliğini de dâhil ettiğimizde, yozlaşmanın vardığı boyut gözler önüne seriliyor. Hâlâ, bunca çocuk ölmüş ve sakat kalmışken, evler, okullar, hastaneler Gazze kasabı Netanyahu tarafından bombalanmaya devam ederken dahi İsrail güzellemesi yapan dillerin sadece yozlaşmış bir zihniyet mi olduğu, yoksa içimizdeki Siyonist yerleşkesinin sandığımızdan çok daha hacimli mi olduğu üzerine düşünüyorum.

Vardığım ilk menzil, Siyonizm’in kılcal damarlarımıza kadar sızdırılmış bir eriyikten farklı olmadığı. Fakat bu eriyik, sadece damarlarda dolaşıma katılmakla kalmamış, tüm hayatî organlarımıza giden taze kanın değerleri üzerinde de büyük hasarlar bırakmış.

Tam şimdi şöyle bir silkelenip İslâm’ın hakikatte sevgi, birlik ve biz’lik kavramlarına davetkâr bir sistem olduğunu ve dahi Filistin’in hem manevî iklimi ve İlâhî emanetleri sebebiyle, hem de oradaki mümin kardeşlerimizin, aynı anne-babadan dünyaya transfer olmanın kazandırdığı kardeşlik hukuku kadar bizden olduğu şuurunu evlatlarımıza/nesillerimize anlatamazsak, yarın aynı zalim eliyle topraklarımız tehdit edildiğinde vatan ve iman uğruna mücadele etmenin ve gerekirse şehadetle can vermenin iki cihan saadetini de yeni nesillere aktarmada sınıfta kalacağız.

Bu bir şehrin silah zoruyla ele geçirilmesi ve en güvenli kalelerin teslimi kadar vahim bulunmuyorsa, çoktan mağlûp olmuşuz demektir.

Filistin dâvâsını hem Filistin için, hem de kendi nesillerimizin anlamdan düşmemesi adına bütün şeniyetiyle haykırmak zorundayız. Ucuz ya da lezzetli diye Siyonist mallarını evlerine sokanların da helâlin tadını unutmak zorunda olduğu vahametinin altını çizmek gerek. Zira çoluk çocuk demeden 40 binden fazla insanı katledenler, ticaretin nabzını ellerinde tuttukları için bunca silah gücüne erişebilmekte. Bize düşen, bu zinciri kırmak hem boykotta, hem de bu dâvânın bir neferi olarak hakkı haykırmakta sarsılmaz bir direnci var etmektir.