Filistin’e karşı yeni Haçlı Seferi

İsrail, Apertheit idaresinin Siyah çoğunluğa karşı işlediği suçların ortağıdır. Filistinlilere karşı İsrail’in yaptığı katliamları Güney Afrika’nın UCM’de dâvâ etmesi, aslında geçmişte İsrail’in ortağı olduğu suçların dâvâ edilmesidir. Güney Afrika’nın bu tutumu, oradaki Siyah çoğunluğun Hıristiyanlığını ortadan kaldırmadığı gibi, Hıristiyan Batı dünyasının İspanya dışında bütün devletleri ile İsrail’in yanında saf tutması gerçeğini de ortadan kaldırmamaktadır.

HER dinin, ortaya çıktığı coğrafî ve toplumsal şartlara bağlı olarak düşmanları da farklı olduğu gibi, yayıldığı alanlara göre de düşmanlarının sayısında bir artış olmuştur. Bu durum elbette yapısı ve yayıldığı coğrafya bakımından evrensel özellikler taşıyan dinler için daha da geçerlidir. Dar bir alan ve küçük bir coğrafya ile sınırlı kalmış olan dinlerin düşmanları elbette çeşitlilik göstermezler.

Yapısı ve dünya çapında yayılma alanı ile taraftarları bakımından evrensel özelliklere sahip olan İslâmiyet’in düşmanları bakımından da çeşitlilik vardır. İslâmiyet, ortaya çıktığı Mekke şartlarında daha çok “şirk” diye adlandırılan putperestlik ya da çok tanrılı bir din anlayışının düşmanlığına muhatap olmuştur. Ne var ki, Mekke’nin Fethi (M.630) ve Arap yarımadasının Hazreti Ömer döneminde (M.634-644) bütünüyle fethedilmesiyle birlikte yavaş yavaş müşriklik (şirk) inancı ortadan kalkmış ve İslâmiyet, bütün Arabistan yarımadasının tek hâkim dini durumuna gelmiştir.

Hicret’le birlikte Medîne’de hâkimiyet sahibi olan İslâmiyet için müşrik Araplar ile birlikte “Ehl-i Kitap” sayılan ve Medîne’nin sakinlerinden olan Yahudiler de bazen gizli, bazen açık şekilde İslâmiyet’e karşı amansız biçimde düşmanlık etmişlerdir. Yahudiler kendilerinden ve kendi dinlerinden başka herkesi ve bütün dinleri aşağı görmek gibi bir takıntının sahibi olduklarından dolayı, İslâmiyet ve Hazreti Muhammed hakkında hiçbir zaman olumlu bir görüşün sahibi olmamışlardır.

Yahudilerin önce Medîne, sonra Hayber gibi yerlerden Müslümanlar tarafından çıkarılmaları, İslâmiyet’e karşı duydukları kinin katlanarak artmasına ve yüzyılları aşarak günümüze kadar gelmesine sebep olmuştur.

Müslümanların Hıristiyanlar ile savaşları, başlangıçta kısa sürede olup bitmiştir. Zaten Kuzey Yemen’deki Necran Hıristiyanları dışında Arabistan yarımadasın Hıristiyan nüfusu yoktur. Suriye, Filistin ve Mısır’ın fethedilmesiyle birlikte Müslümanlar, doğrudan Hıristiyanlara muhatap olmuştur.

Müslümanlar hem Hıristiyanlara, hem de Yahudilere karşı hâkim durumundaydılar. Milât’tan sonra 634-640 arasındaki Müslümanların fetihlerini Hıristiyanlar hiçbir zaman hazmedememişlerdir. Müslümanların tebaası Zımmisi olmalarına rağmen İslâmiyet’e karşı her zaman üstten bakma alışkanlığını sürdürmüşlerdir.

Arabistan yarımadasının kuzeyi ile birlikte Kuzey Afrika’daki fetihler, Hıristiyanlığın bu bölgede yıldızının sönmesine yol açmıştır. Bir daha bu bölgelerde hâkimiyet tesis edememişlerdir. Ancak buna rağmen Hıristiyanlık yok olmamıştır. Hıristiyanların Ehl-i Kitap’tan sayılmaları, din ve vicdan özgürlüklerinin Müslümanlar tarafından verilmesinin yanında, İslâmiyet’i küçümseyen görüşleri nedeniyledir. Ki tarihte herhangi bir Hıristiyan topluluk, topluca Hıristiyanlığı bırakarak Müslüman olmuş değildir. Bunun istisnası, Balkanlarda Hıristiyan Arnavutlar ile Boşnakların Müslüman olmalarıdır. Bunun dışında topluca Müslüman olan topluluklar, kitabî bir dine bağlılığı olmayanlardır (Araplar, Beluçlar, Farslar, Kürtler, Peştunlar, Tacikler ve Türkler gibi).

Haçlı Seferleri

Hıristiyanların Zımmi durumuna gelmeleri, İslâmiyet’e karşı yakınlıklarını değil, düşmanlıklarını arttırmıştır. İslâmiyet ve özellikle Hazreti Muhammed hakkında akla ziyan iddiaları kapsayan kitaplar tarihte ilk defa Hıristiyanlar tarafından yazılmıştır. Hıristiyanlığın çıkış yerinin (Filistin) Müslümanların elinde olması, Hıristiyanlar için katlanılmaz bir kayıp olmuştur. Nihayet buraları geri almak, Doğu Hıristiyanlarını Müslümanların hâkimiyetinden kurtarmak ve Müslümanların sahip oldukları zenginlikleri gasp etmek amacıyla 11’inci yüzyılda başlayan Haçlı Seferleri kesintilerle devam etmiştir.

İslâm’a karşı başlayan Haçlı Seferleri esnasında Fatımi Devleti, Eyyubi Devleti, Safavi Devleti ve Batınî hiziplerin Haçlılar ile işbirliği yaptıkları örnekleri bilinmektedir. Haçlılara karşı bütün Müslümanlar, hiçbir zaman ittifak hâlinde olmamışlardır. Ancak bazı Müslüman devlet ve toplulukların Haçlılar ile ittifak etmeleri, Haçlı Seferlerinin nihaî hedeflerini değiştirmemiştir. O hedefler ise “kutsal yerlerin Müslümanlardan geri alınması, Doğu Hıristiyanlarının Müslüman hâkimiyetinden kurtarılması ve nihayet zengin Müslüman coğrafyaya sahip olmaktır”.

İslâm dünyasının güçlü ve kendini korumaya muktedir olduğu dönemlerde Haçlı Seferleri amacına ulaşamamış ya da kısa süreli olarak elde ettikleri Kudüs ve Urfa’da kurulan Haçlı krallıkları gibi başarılar Müslümanlar tarafından ortadan kaldırılmışlardır.

Birinci Dünya Harbi, 11 Eylül ve Haçlı Seferleri

19’uncu yüzyılda petrolün bulunması ve Hindistan yolunu koruma isteği İslâm dünyasına karşı yeni Haçlı Seferlerini kışkırtan sebepler olmuştur.

Aralık 1917’de Kudüs’ü işgal eden İngiliz ordu komutanı Allenby, “Bugün Haçlı seferleri tamamlanmıştır” demiştir. Kudüs’ün işgal döneminde Almanya’da olan Mehmet Akif Ersoy ise, Almanların, Osmanlı müttefiki olmalarına rağmen Kudüs’ün Müslümanlardan geri alınıp işgal edilmesine sevinerek bunu kutladıklarına şahit olduğunu yazar.

Kudüs’ü işgal eden İngiliz ordu komutanı Allenby’e karşı Osmanlı Ordusunu sevk ve idare edense Hıristiyan bir Alman generali olan Liman Von Sanders değil midir? Osmanlı Ordusundaki Alman subaylarının varlığı, Hıristiyan İngilizler ve müttefiklerinin, hatta İngiliz ordusundaki Müslüman askerlerin varlığı, Kudüs’e karşı düzenlenen seferi, Allenby’nin gözünde “Son Haçlı Seferi” olmaktan çıkaramamıştır.

Nisan 2003’te Irak’ı işgale başlayan dönemin ABD Başkanı George W. Bush, bu harekâtın bir “Haçlı Seferi” olduğunu söylemiştir. Oysa ABD’nin müttefikleri arasında Ürdün, Mısır, Suudi Arabistan gibi Müslüman Arap ülkeleri olduğu, bunların da yanında İran gibi Müslüman Fars bir ülkenin operasyona müdâhil olduğu gerçeği vardır.

ABD’nin Müslüman müttefikleri, Irak’a düzenlenen seferin bir Haçlı Seferi olmasını engelleyememiştir.

Orta Çağ’da Doğu Hıristiyanlarını Müslümanlara karşı korumak fikri Haçlı Seferleri için önemli bir hedefken, 19’uncu yüzyıldan sonra bunun yerini büyük ölçüde Müslüman ülkelerindeki enerji kaynaklarının yağmalanması ve İsrail’in korunması isteği almıştır.

Tarihte Hıristiyanlar, Yahudileri Hazreti İsa’nın katili olarak görüp lânetlemişken, 20’nci yüzyılda bu görüş etkisini kaybetmiştir. Güçlenen ve Batı’da pek çok alan ile birlikte siyaseti de önemli ölçüde denetleyen Yahudi sermayesinin gücü sayesinde Hıristiyanlar ve Yahudiler Müslümanlara karşı ittifak etmişlerdir. Birinci Dünya Savaşı bu ittifak anlayışı ile yapılmış ve Filistin’in İngiltere tarafından işgal edilmesi bir yandan Haçlı Seferlerinin tamamlanması sayılırken, diğer yandan da İsrail’in kuruluş hazırlıkları için önemli bir adım teşkil etmiştir. İki dünya savaşı arasında İsrail’i kurma ve koruma görevini önce İngiltere, sonra ABD üstlenmiştir. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra da ABD ile birlikte bütün Batı ülkeleri, İsrail’in yanında her seferinde saf tutmuşlardır.

7 Ekim 2023’te Filistinlilerin Gazze’de İsrail’e karşı başlattıkları taarruzî direnişin hemen ardından ABD öncülüğünde neredeyse bütün Batı ülkeleri savaş gemileri ile birlikte Akdeniz kıyılarında İsrail’in yanında yer almıştır. Oysa bu gemilerin kullanılabileceği görünür bir askerî hedef bile yoktur. Bu durum Filistin’e karşı yeni bir Haçlı Seferinin varlığını göstermez mi?

Hıristiyanların İsrail’in saldırılarına tepkisi kıymetli, ama…

İsrail’in Hıristiyan olmayışı Filistin’e karşı başlayan bu Haçlı Seferinin niteliğini ortadan kaldırır mı? Hıristiyan Güney Afrika Cumhuriyeti’nin Hollanda Lahey’de İsrail’i soykırım suçundan dolayı Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde (UCM) dâvâ etmesi, yeni bir Haçlı Seferinin başladığı görüşünü ortadan kaldırır mı? İşin aslına bakılırsa, nitelik aynıdır ve bugün yeni bir Haçlı Seferi vardır.

Güney Afrika Cumhuriyeti’nde nüfusun yüzde 8 kadarı olan Beyaz azınlığın nüfusun yüzde 80’den fazlasını teşkil eden Siyah çoğunluğa karşı ırkçı ayrılıkçı şekilde kurduğu yönetim “Apertheit” diye bilinmektedir. İşte bu Apertheit idaresinin en büyük müttefiki İsrail idi. Siyah çoğunluğun bu ülkede zamanla siyâsî yönetime hâkim olması, aynı zamanda İsrail’e karşı büyük bir zafer kazanmaları demektir.

İsrail, Apertheit idaresinin Siyah çoğunluğa karşı işlediği suçların ortağıdır. Filistinlilere karşı İsrail’in yaptığı katliamları Güney Afrika’nın UCM’de dâvâ etmesi, aslında geçmişte İsrail’in ortağı olduğu suçların dâvâ edilmesidir. Güney Afrika’nın bu tutumu, oradaki Siyah çoğunluğun Hıristiyanlığını ortadan kaldırmadığı gibi, Hıristiyan Batı dünyasının İspanya dışında bütün devletleri ile İsrail’in yanında saf tutması gerçeğini de ortadan kaldırmamaktadır.

İsrail’in Filistin’de katliamları devam ederken, AB üyesi ülkelerde ve ABD’de İsrail’e karşı Filistin’e destek gösterilerinin olması ve bu gösterileri yapanların çoğunlukla Hıristiyan olmaları, Filistin’e karşı bir Haçlı Seferi olduğu görüşünü ortadan kaldırır mı?

Müslümanlar gibi Hıristiyanların da her konuda tek bir görüş ve tutum içinde olduklarını düşünmek gerçekçi değildir. Nitekim her durumda İsrail’i destekleyen Hıristiyanlar olduğu gibi, onu lânetleyen Hıristiyanlar da vardır. Ancak İsrail’e karşı olan bu Hıristiyanlar, kendi ülkelerinin/devletlerinin İsrail yanlısı siyasetlerini değiştirememişlerdir.

Filistin-İsrail Savaşı sonucunda Filistin’e karşı başlayan bu yeni Haçlı Seferi, ABD ve AB devletlerindeki toplumların vicdanî ve insanî tutumlarını bütünüyle ortadan kaldıramamıştır. O devletlerdeki Filistin’e destek gösterileri ya da Güney Afrika’nın tutumu, pek çok siyâsî sebebin yanında işin evrensel insanî tarafını göstermektedir. Batı’da yapılan Filistin’e destek gösterileri, Akdeniz’de toplanan savaş gemilerinin sayısında ve toplanma amaçlarında bir değişikliğe yol açmamıştır. İsrail kuşatmasında rehine durumunda olan bir topluma, Filistinlilere karşı bu kadar savaş gemisinin toplanmasını Haçlı Seferlerinin amacının dışında açıklamak mümkün değildir.

Batı toplumlarında yetersiz de olsa Filistin’e destek gösterilerinin olmasını insanî bir tepki olarak görmek ve saygı duymak gerekirken, Suudi Arabistan ve Mısır gibi ülkelerde böyle bir insanî tepkinin bile olmayışını, bu ülkelerin yönetimlerinin Haçlı sSferlerinin amaçlarına eklenmiş olmaları diye görüp lânetlemek gerekir.