Fikrin boyut analizi

Türkiye gibi ülkeler fikrin gelecek durumunu ve anatomisini tanımlamalıdırlar. Ancak bu çok zor görünüyor. Bunun iki nedeni var: Birincisi iktidar olanların “fikrî iktidar” olamamaları, ikincisi ise iktidar olamayanların maya ve doku açısından aynı havayı teneffüs etmemeleridir.

DÜŞÜNCENİN boyutları vardır. Fikir, boyutlara göre yol alır. Boyut, en genel anlamda, bir olayın her bir özelliklerine verilen isim olarak düşünülebilir. Fen anlamındaki boyut ise “bir cismin eni, boyu, genişliği ve zaman bağlılığı” üzerinden anlaşılır.

Doğru düşünme, doğru boyut analiziyle gerçekleşir. Boyut analizi, bir özelliğin kendi cinsinden olan niteliklerle karşılaştırılması anlamına gelir. Bir ağırlık, sabit bir ağırlığa göre kıyaslanarak anlam kazanır. Bir uzunluk, sabit bir uzunluğa göre kıyaslanarak ölçülür.  

Sabit bir ağırlık olarak kilogram ele alındığında, diğer ağırlıklar buna göre değerlendirilir. Uzunluk ise metreye göre değerlendirilerek anlamlandırılır. Böyle bir durumun fen alanındaki karşılığı uluslararası birim sistemi olarak 1876’da başlamış olup, 1900’lü yıllarda bütün dünyanın kabul ettiği bir standarda erişmiştir.

Tarihte insanoğlu sadece fen alanında yaklaşık 150 yıl kadar önce ortak bir ölçü biriminde anlaşmayı başarabilmiştir. Bundan önce savaşlar, kavgalar ve iç çekişmeler ile insanlığın enerjisi tüketilmiştir.

İnsanlık maddî olarak değerlendirilebilecek ölçülerde standardı 150 yıl kadar öce yakalamışken, fikir, medeniyet, insanlık ve düşünce açısındansa standardı yakalamayı bırakalım, aynı olay karşısında bile aynı tavrı sergilemekten aciz durumdadır. Bunun nedenleri arasında en önemlisi, hiç şüphesiz bilimden bahsederken iş başa düştüğünde tarafgirlik, siyâsî görüş, tarihsel süreçler, dil ve din farklılıklarının araya girmesidir.

Oysa insanların farklı renklerde olması birbirlerini tanıyıp anlaşmaları olarak değerlendirilirken, bilimsel verilerden hareketle sosyal anlamda fikir, düşünce ve anlam standardının yakalanamamış olmasını, bu anlamda düşünce/fikir açısından standardın kazanılması zor görünse de aslında bilimsel veriler çok net olarak açık etmektedir.

Düşünce ve fikirlerin yatay, dikey ve zamana bağlı olarak üç ana boyutu vardır: Yatay boyut, toplumların mevcut durumunu esas alan bir durumdur. Buna göre bilimsel veriler ile mevcut durum ele alınıp sonuçlar buna göre yorumlanabilir. En azından fen alanındaki ölçü ve tartıdaki standartlar, sosyal olayları da maddî açıdan ölçmenin tekniğini ortaya koymaktadır. Çarşı pazarda bunları her daim yaşıyoruz. Kilogram veya metre denildiğinde herkes aynı şeyi anlıyor. Ya da “ekmek” kelimesi ifade edildiğinde zihinde benzer kavramlar çağrışıyor. Sosyal anlamda da böyle ölçüler aslında var, ancak büyük oranda insanların işine gelmiyor. Çünkü insanların aidiyet ve dünya görüşleri bunda etkili oluyor, bilimsel/ilmî görüş etkisini yitiriyor.

Dikey düzlemde fikrin iki boyutu vardır: Bunlardan birincisi fikrin kökleri, ikincisi ise düşüncenin yüceliğidir. Fikrin kökleri ne kadar derine inerse yüksekliği de o derece yücelere ulaşır. Bu nedenle tarihî değerlerin, tarihî şahsiyetlerin fikirlerinin elekten geçirilip değerlendirilmesi en anlamlı olanıdır. Fikir tecrübelerden de beslendiği için, dikey doğrultudaki tecrübeler önemlidir.

Zamana bağlı olarak fikrin gelişmesi anlamlıdır. Ray değiştirir gibi fikir değiştirmek toplumların büyük kanayan yaralarıdır. Böyle aşamalarda ülkeler kaybedilir ve yeni ülkeler kurulur. Fikirde ray değiştirmek çok tehlikelidir. Fikirde ray değiştirmek ile fikrin gelişmesi aynı şeyler değildir.

Fikirde değişiklik olmaması fikrin sabitlendiği anlamına geleceğinden, bu tavır zamanla anlamsızlaşır. Bu nedenle fikrin gelişmesi orta yoldur. Fikir, “Olanda hayır vardır” anlamını da içereceği için tecrübevari bir durumdur. Fen açısından buna “uygulama, deney veya tatbikat” gibi kelimeler karşılık gelir.

Özellikle ataların tecrübelerine bakıldığında, bazı durumlar bilimsel olarak anlamlı hâle gelmektedir. “Atalar bu kadar bilimsel potansiyele sahip değilken böyle kıymetli sonuçlara nasıl ulaşmış?” denirse, karşımıza çıkacak tek cevap, “Tecrübe veya deneme yanılma” şeklinde olabilir. Bu da bilimsel bir yol ve yöntemdir. Bu nedenle bazı olaylar sürekli tekrar eder, sadece insanlar değişir.

Fikrin zaman boyutunun geçmiş, şimdiki ve gelecek zamana bakan yönü vardır. Şimdiki zaman boyutundaki fikir ile yatay düzlem, tıpkı yaprak gibi katmanlıdır ancak aynı şeyler değildir. Yaşanan veya vuku bulan fikir yatay boyuta karşılık gelirken, buna alternatif oluşabilecek daha anlamlı bir fikirse şimdiki zamanın idraki olarak tezahür eder.

Gelecek fikirleri geçmişin tecrübeleri ve şimdiki zamanın hatalarından arınmış durumları inşâ eder. Gelecek fikirlerdeki gelişmişliğin bir yönünü de bilimsel ve teknolojik ilerlemelerin insanlığın faydasına olan yönleri oluşturur.

Zamana bağlı fikir analizlerinde esas olan şey, toplumun kendisini tanımlaması ve bu tanımlama ile yol alınmasıdır. Geri kalmış ülkeler genellikle taklit eksenli olduklarından, zamanla kendilerinden de uzaklaşırlar. Bu nedenle toplum kendisini tanımlamalı ve buna uygun formel inşânın temellerini atmalıdır. Cumhuriyet ve parlamento ile yönetilen ülkelerde bu fikirlerin formel olarak meclislerde onaylanması ve ona göre yol alınması gerekir. Ancak meclislerin büyük çoğunluğu ve atamalarda tarafgirlik olduğundan toplumu ileriye taşıyacak fikir analizleri hiçleşir.

İngiltere’de mevcut olan krallık, çağın gerisinde kalmış bir yönetim şeklidir. Bir iki nesil sonra böyle bir şey kalmayacaktır. Ayrıca kral veya kraliçe sürekli başbakan değiştirir. Bu tutuculuk onların tarihsel köklerindeki saplantılı bir fikre çakılı kalmış olmalarından kaynaklanır; yoksa evrensel anlamda iyi olduğu için değil. Talep görmelerinin nedeni, ekonomik olarak güçlendikleri ve özgürlüklerini sınır dışına taşıdıkları içindir. Ekonomik güç merkezleri batıdan doğuya kaymaya bağladığından beridir ABD, Fransa ve Almanya gibi ülkelerde iç karışıklık bitmemiştir. Bitmeyecek de...

Türkiye gibi ülkeler fikrin gelecek durumunu ve anatomisini tanımlamalıdırlar. Ancak bu çok zor görünüyor. Bunun iki nedeni var: Birincisi iktidar olanların “fikrî iktidar” olamamaları, ikincisi ise iktidar olamayanların maya ve doku açısından aynı havayı teneffüs etmemeleridir. İktidar olamayanlar kendi karşıt fikirlerini mevcudun daha iyi olması için değil, dinî veya ırkî referansa istinat ederek mevcudu tamamen “yıkma” üzerine yol almaktadırlar. 

İnsanı merkeze alan, devletin insan için olduğu bir sistemde, evrendeki hemen hemen her şeye anlam katabilen insanın eşsiz bir varlık olduğu ilkesi herkes tarafından kabul görmüyor. Mürekkep yalamışların büyük çoğunluğunun Newtoncu Skolastik görüş ekseninde insanı “hayvan” ile aynı sınıfa sokmaları bunda etkendir. Böylelikle insan sadece bu eksende evirilince insanlık da hiçleşmiş oluyor. Şeytan çay demleyip rahatına bakıyor. Çünkü yapacaklarını zaten insan kılıklı şeytanlar yapıyor.

Her şeye anlam katabilen insanın, gönül dergâhında idrak güçlerini açarak üstün ve sanat eserlerinin hikmetine rücu etmiş hâlde arzulanır. Yerde ne varsa, gökte ne varsa, ikisi arasındaki eşsiz varlık olan insan, kendisindeki (nefs, ego) ölçü birimiyle Yüce Bir Yaratıcı’nın sanat eseri olduğunun derkiyle yaşamalıdır. İnsan bütün detay ve donanımlara namzet harika bir varlıktır. Bu durum, alın secdeye gittiğinde anlamlanır ve değerlenir.