Fikrin ahlâkî kökleri

Fikir, düşünce ve insan olmanın özü noktasında maya, doku ve geleneği omuzlayacak ilk sıradaki ülke Türkiye’dir. Çünkü Doğu’nun harman olduğu, düşünce akımının her türlüsünün yaşandığı ve fikrî iktidarın filizlerinin ormana dönüşeceği yer Türkiye olabilir.

ŞU bilinen âlemde potansiyeli en yüksek varlık insandır. Bu âlem ise sonsuz boyutu ihtiva ediyor. Boyutlardan her biri bir İlâhî İsme kapı aralıyor. Açılan her kapının sınırsız inkişafı insana görünüyor. İnsanoğlu görünen bu âlemin kapılarını açıp kapatmayı elinde tutuyor. Elinde tuttuğu bu fırsatı iradesi ile eyleme döküyor. Eylemi harekete geçiren ise insanın iç ve dış yönlendiricileri olan nefsinde ve fen bilimlerinde deruhte oluyor.

Nefis ve fen bilimleri yönüyle insan, âlemin her yönünden kuşatılmıştır. Nefis veya fen bilimlerinden birisini bilmeyenin çıkacağı yükseklik kısıtlıdır. Âlem ummana açılırken, kişi bu yönüyle dar bir kutuya hapsolur. Fen bilimlerinden kastedilen, fizik âlemin bilinmesidir. Fizik âlem bilindiğinde, iç-dış ve sosyal-fen gibi ayırımlar ile insanın elinde tuttuğu tercih, diğer insanlara göre aynılaşır. Yani sınav soruları farklı tarzda görünse de aslında aynı anlama gelir.

Fizik âlem astronomi, matematik, psikoloji, fizyoloji ve hikmet ile tanınırken, kalbî ilimler ve irfan alanıyla da hem fizik âlem, hem de metafizik âlem tanınır. Fizik âlemin tanınması bilimlere iltica ve sınırsız boyuttan İlâhî İsimlerin kapısını çalmak anlamına gelir. Bu kapıyı kim çalarsa, en azından dünyalık işlerinde maddî refah elde eder. Batı’nın ekonomik açıdan kalkınmışlığının tek nedeni budur. Böyle bir durumu Doğu’da yapsa bir sorun çıkmayacak ve ekonomik açıdan sıkıntı çekmeyecektir.

Doğu’nun ekonomik açıdan zayıf olması, fizik âlemin sebepler kapısını çalmasını bilmemesinden ve taklidî bir teknikten neşet etmektedir. Son yıllarda bu durum fizik âlemin bilim anahtarı ile doğru kapı çalınmasıyla yön değiştirmiş durumdadır. Batı’nın ekonomik açıdan darboğaza girdiği bir vakıadır. Ancak pandemi ve diğer sebepler sadece bu süreci hızlandırmış, görünür hâle sokmuştur. Çünkü insanın merkezde olmadığı bir mabet olamaz.

Unutulmaması gereken en önemli mihenk taşı, dünya ve ahiretin insan için, insanın da Yüce Bir Yaratıcıyı bilmek için var olduğudur. Bu nedenle Batı’nın mimsiz medeniyeti, Doğu’nun maya ve dokusunu taşıyamaz. Doğu’nun maya ve dokusunun geleneksel olarak asrın idraki ile parlatılması zorunludur.   

Düşünmek zor iş olduğundan, Doğu toplumlarının birkaç asırdır bilim, fen, teknoloji gibi alanlardaki düşünce usulünü Batı’ya havale etmesi, başlarına belâ olmuştur. Doğu, bu yönüyle düş kırıklıkları noktasında yeteri tecrübeye sahiptir. Düşünce tarzı iç âlemlerde umman kadar genişliğe sahip olduğundan, bunu günümüz modern fen bilimlerinden birkaç örnek ile ortaya koymak gerekir.    

Bir kutu üç eşit parçaya bölündükten sonra içerisine bir tenis topu atılırsa, topun üç parçadan birisine girme durumu üçte bir olasılıktadır. Aynı kutuya bu kez atom altı bir parçacık (örnek elektron) atılırsa, kutunun kenarlarından birine girme olasılığı eşitken, kutunun orta bölgesindeki bölmede bulunma olasılığı, kenar bölgelere göre iki katına yakın olasılıktadır. Bu durum bir tenis topu ile elektronun aynı fen bilgisi ile incelenmemesi gerektiğini ortaya koyar. Diğer bir ifadeyle, “Âlemleri ancak farklılıkları gösterir” anlamına gelir. Tenis topu makro dünyanın ölçeğinde, elektron ise mikro dünyanın âleminde cevelan ediyor demektir.

Belli bir yükseklikteki tepenin üzerine denk gelecek şekilde tenis topu atılırsa, top, yüksekliğin üzerinde enerjisini kaybederek ilerler. Aynı duruma elektron fırlatılırsa, elektron yükseklikten tenis topu gibi ilerler. Ancak atılan elektron yüksekliğe gelmeden önce hem ilerleme, hem de geri gelme hareketi de yapar. Aynı durum tenis topu için söylenemez.

Tenis topu yüksekliğin üzerinden aşamayacak şekilde engele atılırsa, topun geri tepeceğini herkes bilir. Aynı şartlarda elektron fırlatılırsa geri yansıma durumu olurken, yüksekliğin içerisine nüfuz da edecektir.

Bu tür örnekler, atom altı âlemlerde olayların günlük hayattan çok farklı cereyan ettiğini gösteriyor. Makro ölçeği bırakalım. “Mikro ölçek” olarak adlandırdığımız Periyodik Cetvel’deki bilinen elementlerin yapıtaşlarından olan elektronlar, atomun çekirdeği etrafında farkındalık oluşturacak şekilde konuşlanıyorlar. Yani elinizde on tane elektron olsa, bunları birbirinden ayır etmek mümkün değil. Ancak bu ve daha fazla sayıdaki elektron, atomu oluşturmak için çekirdek etrafında konuşlansa, hepsini ve durumlarını birbirinden ayırt etmek mümkün olur.

Maddenin bütün özelliklerini taşıyan en küçük yapı olan atomdaki elektronlar böyleyse, canlının bütün özelliklerini taşıyan hücre çok daha detaylı bir yapıdır. Buna göre fen bilimleri, işaret olarak okunması gereken bir alandır. Doğu ve İslâm ülkelerinin geri kalmalarındaki en büyük neden, fen bilimlerinin neticelerini kader kaleminin ucu görmekten imtina etmelerinin cezası olarak yaşanmaktadır. Bu nedenle özgür düşünmek gerekli ve zarurîdir. Bunun için de maddî ve manevî bilimlerin mihenk taşlarını öğrenmek çok mühimdir.

Gerçeğe bakış

Yaşanan şu dünyada en önemli kavramlardan biri de hiç şüphesiz ahlâktır. Ahlâkın kaynağını insan aklı olarak görmek yanıltıcıdır. Ahlâk, insan aklının özgür çalışmasıyla elde ettiği değerleri referans alır. İnsanın iyi ya da kötü olarak nitelendirdiği huylar, mânevî nitelikler ve bunların etkisiyle ortaya konulan iradeli davranış, ahlâk kavramı içine girer.

İyi veya kötünün yerkürenin farklı bölgelerine göre değişmemesi gerektiği için, özgür düşüncenin eseri olan değerlerin bilimsel olarak objektif sonuçları görünür. Bilim ve teknolojide ileri giden Batı, bu noktada maddî açıdan ekonomik kazanç sağlarken fikir ve medeniyet anlayışı açısından sınıfta kalmaktadır. Batı insanı hiçleştirme ve sıradanlaştırmayı tam olarak aklın/bilimin sonucunu maddî çıkar için kullanmıştır. Oysa ortaya konulan sonucun doğru yorumlanmasıyla fikir, medeniyet ve en önemlisi de ahlâk canlı tutulmuş olurdu. Ancak Batı bundan yoksundur.

Hayâlin gittiği her yer insanın elinde bulunuyor. Âlemlerin sınırsız boyutları İlâhî İsimlerden her birine kapı araladığı için fizik ve metafizik âlemlerin birlikte tasavvur edilmesi insicam kazanıyor. Fen bilimlerinin gideceği nihaî hedef ile iç dünyadaki nefsin egoyu yırtıp erişeceği yer aynıdır. Evrende ne kadar girilecek boyut, açıklanacak değer var ise hepsi Yüce Bir Yaratıcı’nın İlâhî isim ve sıfatları için birer muhabbettir. Evet, Yüce Yaratıcı insanın en değerli muhatabıdır. Bu muhataplığın insanlarda en üst düzeyde karşılık bulması gerekir. Günümüzde deist, ateist ve maddeyi ilâh edinenlerin varlığı fikir ve medeniyet açısından ahlâkı inşâ edecek ve ayakta tutacak bir fikrî iktidara ihtiyaçları vardır. Batı’nın bunca bilim ve teknolojik üretimine rağmen elde edilen değerlerin ahlâkın temellerini oluşturmaması, insanlığın yönünü fikir, medeniyet ve değerler adına farklı bir arayışa sürüklemesi çok normaldir. Batı ne amorf bir yapı, ne de bir bileşik şeklinde ilerliyor. Tam olarak katı bir fikir kalıbında yol alıyor. Bu nedenle insanlığın ahlâk reçetesini yazamaz Batı.

Batı’da çok sayıda kıymetli fikir, bilim ve medeniyet arayışında insan vardır. Ancak bu topraklarda bunun misliyle karşılığı olduğunu görmemek deliliktir. Zira Batı’nın fikir kökleri Doğu’dan beslenmiştir. Bu durum her alanda böyledir. Batılı düşünce erleri elbette okunabilir ama Doğu’nun yok sayıldığı eğitim, öğretim, akademi ve günlük hayattaki ilerleyiş, doğru bir gidiş değildir. Formel olarak bu şekilde bir ilerleyiş bütün dünya için çıkmaz bir sokağa girmiştir.

Bu duruma bir örnek ile bakmak gerekir. Önce Batı’dan bir örnek vererek işe başlayalım ki, bu durumun daha önce Doğu’da bir aynası var mıdır, görelim.

Bohr-Einstein tartışmalarına dayanan bir görüş olan “Hiç kimse bakmadığında Ay yerinde midir?” sorusuna aranan cevaba en manidar geri dönüş, 1985 yılında (Physics Today, April 1985) David Mermin tarafından, “Gerçek sorunun ne olduğunu tanımlayamam ama gerçek hiçbir sorun yoktur” şeklinde verilmiştir. Bu cevabı David Mermin’in emekli olduktan sonra yayınladığını da not düşmek gerekir.

Doğu’da ise Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın, “Hakk şerleri hayreyler/ Zannetme ki ğayr eyler/ Arif anı seyr eyler/ Mevlâ görelim neyler/ Neylerse güzel eyler” dizeleri, bu görüşe iyi bir örnek teşkil eder. David Mermin ile Erzurumlu İbrahim Hakkı aynı noktaya parmak basıyorlar. Burada David Mermin ile Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın karşılaştırmasından bahsetmiyoruz. Aynı doğruya farklı zaman dilimlerinde bir Batı, bir de Doğu’dan örnekleme yapıyoruz. Aradaki tek fark, zaman dilimidir. Erzurumlu İbrahim Hakkı, David Mermin’den üç asır önce ışığı görüyor.

Çok sayıda örnekle bu durum tartışılabilir ancak fikir, düşünce ve insan olmanın özü noktasında maya, doku ve geleneği omuzlayacak ilk sıradaki ülke Türkiye’dir. Çünkü Doğu’nun harman olduğu, düşünce akımının her türlüsünün yaşandığı ve fikrî iktidarın filizlerinin ormana dönüşeceği yer Türkiye olabilir. Bu tohumlar ve filizler bu coğrafyada mevcuttur. Bu nedenle şimdiye kadar geç kalınmış bir fikir liderliği için çalışmanın çoktan başlamış olması gerekirdi.

Mal, mülk, şöhret, şan ve gençlik, bu dünyaya bakan yüzü itibariyle fâni, zâil, muvakkat ve bir hiçtir. Maddenin ayakta kalmasının tek yolu, onun bir anlam ifade etmesidir. Bu anlamın uğrak yeri ve iletişim mevkii sadece kalptir. Çünkü bilimsel verilerin ortaya koyduğu değerlerin şekillendirdiği yer akıl değil, kalptir. Bu nedenle kalp maddî işleri kabul etmez. Kalpte maddî işler olursa kalp kararır. Madde, madde yönüyle hiç olduğundan, fâni olan şeylerle alâkası olmayan vicdan ortaya çıkar.     

Ahlâkî değerler, ahlâkî otorite ve eylemler hakkında hüküm verme ve yargılama yeteneği vicdanın işidir. Kur’ân-ı Kerîm’de “kalp” kelimesi bazı ayetlerde “vicdan” anlamına da gelmektedir. Kalbin imana ve ahlâkî seviyeye ulaşma yolunda her türlü kötü duygudan uzak tutulması gerektir. Kalbin bu kadar öne çıkarıldığı doku ve maya Doğu medeniyetlerinde mevcutken, Türkiye ve benzer ülkelerde zirvededir.

Kalpler sekînet, sebat ve gönül huzuru gibi manevî hazlarla ödüllendirilip lisan-ı Kur’ân’dan başını kaldırdığı takdirde sahibi Bâki bir insan olur. Bu evredeki insan, muhabbet ve marifet ile muhit bir nur derecesine erişir. Benlik ve muhabbet aynı kalpte bulunmaz. Bu durumu en güzel şekilde ifade edenlerden biri, hiç şüphesiz Yunus Emre’dir: “Benlik dâvâsını bırak/ Muhabbetten olma ırak/ Sevgiyle dolsun yürek/ Hoşgörülü olmaya bak.”

Maya, doku ve geleneğimizde Batı’ya hiç muhtaç olmayacak şekilde fikrî değerler mevcuttur. Erzurumlu İbrahim Hakkı fen, Yunus Emre de kalp âlemi açısından en güzide örneklerden sadece iki tanesidir. Bunlar gibi çok sayıda değer vardır. Özellikle Türkiye’de yaşayan fikir değerlerinin informel durumdan formel duruma intikali önem arz etmektedir. Dünya için Türkiye, fikir inşâsını yapabilecek potansiyelde olan ender ülkelerdendir. Geç kalınmış olunmasına rağmen devlet erkânının olayın farkında olması içimize su serpmektedir.

Gerek dünyada, gerekte ülkemizde “ahlâk” önemli bir mihenk taşıdır. İnsan aklının özgür iradesiyle çalışması neticesinde elde ettiği değerlerden ortaya çıkan ahlâka düşman durumlar dünyayı kasıp kavuruyor. “Ben tok olayım, başkası açlıktan ölse bana ne!” veya “Sen çalış, ben yiyeyim” gibi toplum düzenini bozucu durumlar, ahlâksızlığın iki önemli faresi olarak ahlâkı yiyip bitiriyor. Ekonomik sıkıntıların arkasındaki en büyük nedenlerin başında bunlar geliyor. Sekiz milyar insanın yaşadığı dünyada çok az sayıdaki insanın dünya ekonomisinin yüzde kırkını elinde bulundurması, dünyanın geldiği hazin sonu gösteriyor.

İnsan, gerek bilimsel verilerden, gerekse egonun iyi yönü üzerinden İlâhî isimlere erişmekle mükelleftir. Bu mükellefiyet yerine getirilmediği takdirde egonun kötü yönü insana hükmederek gaflet ve dünyaperestliğe rücû eder. Bilimsel verilerin neticesinde erişilmesi gereken değerlerden “ahlâk” inkişaf etmediği takdirde ahlâksızlık ortalığı kasıp kavurur. İşte böyle bir durumda tercih yapmakla mükellef olduğumuz sabaha çıkıyoruz!