Fikrimin İnce Gül’ü

“Demokratik hoşgörü” dediğimiz şeyi Şener tuttu, Gül kesti, Davutoğlu pişirdi, Babacan yedi de okuldan gelen İnce, “Hani bana, hani bana?” mı dedi? Kaldı ki, en azından diğerleri Muharrem İnce gibi memişhanenin kapısına değil, Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık ya da Bakanlık koltuklarına oturtulmuşlardı.

ABDULLATİF Şener abimiz daldan düşen ilk yapraktı ve bir yaprakla sonbaharın geldiğini söylüyordu ajanslar. İlk seçimde tozu dumana katacaktı, AK Parti’nin çanına ot tıkayacaktı ve en az yüzde 20 rey cepteydi. Bu da AK Parti’nin yarısı demekti.

O ilk seçimin gecesinde çekirdeklerimizi çitlerken Şener’in ismini bile hatırlayamadığım partisinin tabelâya bile giremediğine, yüzde değil, binde de değil, ancak on binde 20 oy alabildiğine şâhit olmuştuk.

Hey gidi günler hey!

Sonrasında yaprak dökümü devam etti malûm-u âliniz. “Kardeşim Abdullah Gül” de daldan düşen bir diğer yaprak oldu. Bu kez sonbahar geliyor muydu ne? Keyifler gıcırdı “el-muhalefet daima” dairesinde…

Sonuçta Gül, Cumhurbaşkanlığı yapmış, AK Parti’nin çekirdek kadrosunda yer almış, üstelik de Erdoğan’ın “Kardeşim” diye hitap ettiği bir isimdi. AK Parti seçmeninin en az yarısı Gül’ün peşinden giderdi güle oynaya...

Lâkin “gerekli konsensüs sağlanamadığı için” Abdullah Gül, kardeşi Erdoğan’ın karşısına aday olarak çık(a)madı. “Konsensüs” denilen şey CHP’nin, İP’in, HDP’nin, RP’nin aynı potada cem olması idi. Ah şu konsensüsün gözü kör olsun! Yerküre o günden bugüne kadar üç beş sonbahar gördü lâkin siyâsî atmosferde beklenen güz gelmiyordu bir türlü.

Şimdilerde yine aynı kesimler yine aynı beklenti içerisindeler. Sonuçta iki yaprak daha düştü daldan; birisi Davutoğlu, bir diğeri Babacan.

İki ayrı parti kurmalarına gerek var mıydı bilmiyorum ama birisi her derde Deva Partisi’ni, bir diğeri de gelecek de bir gün Gelecek Partisi’ni kuruverdiler. İki partinin amblemi de yapraklı filan… Allah selâmet versin!

Dönemlerinde AK Parti’de neler iyi yapıldıysa bu iki abimizin eseriymiş ve her türlü fena işe de muhalefet etmişlermiş. Çok kötü pis fena muhalefet de etmişler ama seslerini duyuramamışlar. Tabiî o zamanlar TikTok da yok! Davutoğlu abimiz nerede anlatsın derdini?

İkisi de çok iddialılar. Her birisi yüzde yirmişer oy alsa AK Parti ilk seçimi borçlu kapatacak neredeyse. Üstelik bu sefer gerekli konsensüs de sağlanıyor galiba. Haydi hayırlısı!

(Bu paranteze MHP’den ayrılıp parti kuran Meral Apla’yı da dâhil etmek yerinde olacaktır.)

Çekirdeklerimiz hazır, üç sene sonraki ilk seçimleri bekliyoruz.

Ama o da ne? Sol kulvardan bir cisim mi yaklaşıyor ne? CHP ile ipleri koparan Muharrem İnce, yeni parti kurma arefesinde…

İnce’ye yakın bir kaynaktan aldığımız bilgiye göre, İnce bu sefer çok fena kızmış, kesin parti kuruyormuş, şimdiden tabelâlar sipariş edilmiş bile!

İnce’ye daha yakın bir başka kaynak da, “İnce, CHP’ye 12 Ağustos’a kadar süre vermiş, elini sıkmazlarsa gemileri yakıyormuş” diyor.

İnce’ye fazla olmasa da az biraz yakın olan bir başka kaynak, “Yok yok! İnce’nin parti kuracak hâli de yok, parası da. Cumhurbaşkanı adayı olmak için polüm yapıyor” demekte.

İnce’ye ne çok uzak, ne de çok yakın bir kaynaktan aldığımız bilgiye göre de İnce, CHP’den 20-25 vekili çoktan ayarlamış, hattâ bazı belediye başkanları bile partisine katılacakmış...

İnce’ye yakın bir kaynağa az biraz mesafeli bir başka kaynak ise kafaları iyice karıştırmış durumda. Bu kaynağa göre de meğer Erdoğan CHP’yi bölmek için İnce’yi ayartmışmış...

İnce’ye yakın sayılamayacak mesafedeki bir diğer kaynak ise, yakında İnce’nin bir basın açıklamasıyla polemiklere nokta koyacağını, “Hep destek, tam destek” mottosuyla partisine hizmet etmeye devam edeceğini belirtiyor.

Neyse, sonuçta ateş olmayan yerde duman tütmez, öyle değil mi?

Ben diyeyim “Men dakka dukka”, siz deyin “Karma (kharma)”, Muharrem İnce desin “Kuantum düşünce”… Sonuçta bir İlâhî çark deveran ediyor işte!

O değil de… AK Parti’den (hattâ MHP’den) ayrılıp yeni parti kuran isimler için serdedilen “demokratik zenginlik, parti kurma hakkı, siyasal mozaik” gibi cancanlı lâflar Muharrem İnce abimizden niye esirgenir, bilmem ki?

Yoksa “demokratik hoşgörü” dediğimiz şeyi Şener tuttu, Gül kesti, Davutoğlu pişirdi, Babacan yedi de okuldan gelen İnce, “Hani bana, hani bana?” mı dedi?

Kaldı ki, en azından diğerleri Muharrem İnce gibi memişhanenin kapısına değil, Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık ya da Bakanlık koltuklarına oturtulmuşlardı.

İşte böyle dostlar, bir Kızılderili atasözü der ki, “Bir çiçekle bahar gelmeyeceği gibi, düşen bir yaprakla da sonbahar gelmez”.

Kalınız sağlıcakla efendim…