İNSANÎ ve hususî haklara hitap eden bir
tamlamayı makaleme süje olarak seçtim bu sefer: Fikir özgürlüğü…
Ne kadar akla ve
vicdana uygun bir tamlama da olsa, artık kalplerde yarattığı tahribat nedeniyle
tüyler ürperten, iç gıcıklayan bir huzursuzluk veriyor. O kadar eyyamcı
zihinlerce tüketiliyor ki, öyle istenilen yönlere ışık hızında sürükleniyor ki
tamlamanın bu cıvık ve ciddiyetsiz şekillenişi insanı bir tür savunmaya
zorluyor.
Bu sanki hepimize
bir alan bırakıyormuş da bu özgür alanlarda kimseyi incitmeden, sadece içsel
bir tatminle ve öz saygımızı besleme içgüdüsüyle var oluyormuşuz gibi
inandırılıyor.
Sanki zihnin ve
temsilcisi dilin bütün öz haklarını bu tamlama beyan ediyormuş da biz bununla
var olduğumuz iklimde tüm saygın sıfatlarımızı ve âdemiyet içindeki hacmimizi
muhafaza ediyormuşuz gibi…
Ama sadece “gibi”
işte!
Aslında bu
bahsettiğim gibilere benziyor. Fakat değil…
Bir gün bir
bakıyorsun, biri çıkıp da senin vicdanını hoyratça kurcalayacak elem dolu
davranış ve sözleri sarf ederken, sen tam kendini hakkaniyet ve adâlet
çizgisinde sınırları aşmadan savunmaya geçecekken şöyle bir ses işitiliyor: “Fikir
özgürlüğü diye bir şey var…”
Hadi canım!
İnsanın tüm mahrem
duygularına ucu zehirli bir değnekle dokunur gibi sızlatanlar, insanın yaratılış
değerini hiçe sayarcasına evirip çevirenler, sanki her varlık ve ondan yansıyan
tüm hareketler bir toplumsal sunu gibi avuçlayanlar, “Fikir özgürlüğü diye bir
şey var” deyip çıkıyorlar işin içinden…
Ne tuhaf!
Bir kalbin
sızısızlık hakkını avuçlarına alıp çocukların bayram şekerini çamura bular gibi
buluyor, sonra rengini, şeklini ve tadını yitirmiş bu şekeri tekrar çocuğun
eline tutuşturup “Bu sadece bir fikir” (!) diyorlar. Bu bir eylem, haberleri
yok!
Sadece bir fikir
ve söyleyenin özgürlük alanına dâhil bir düşünce katmanında hiçbir eylem ve
hareket olmamalı. Fakat rengini, şeklini ve tadını yitiren bir şeyler varsa
ortada, orada sözden ve düşünceden bir sonraki evreye geçilmiş, temas yoluyla
fizikî bir dejenerasyon sağlanmıştı. Fakat dil dediğimiz zehirli ok öyle ustaca
kullanılan bir silahtır ki sanki bir eylemsizlik ve temassızlık aldatmacasının
ardında çok güçlü bir saldırı ve yıkım vardır.
Fikir özgürlüğü
bir zihnin en karanlık ve mahrem odalarındayken geçerlidir. Dile gelen her
fikir, düşüncenin eylem hâlidir. Ve nasıl ki elle işlenen suçlar ve karşıdakine
yıkıcı ve yaralayıcı temaslar vicdanlarda ve hukukta suçsa, dille girişilen
bütün saldırılar ve katliamlar da öyle suçtur.
Neye inandırılmaya
çalışılıyoruz? Çok anlamış olmasam da… Hakaret, küfür ve benzeri kelime
gruplarının hiçbiri fikir özgürlüğüyle kamufle edilemez. Üzerine bu süslü
boyayı çekmek, altında gizlenmiş küflerin kusmasına mani olamaz.
Gelelim gündeme…
Bir ülkede, o
ülkenin bayrağının esintisinde, şehitlerin kanının mirasında ve her ideolojiden,
her görüşten insanın yaşama hakkını hiçe sayarcasına, hiç kimse ya da hiçbir
grup tehditkâr, yaralayıcı, vicdanları sızlatan ve toplumsal değerleri çiğneyen
bir fikir özgürlüğüne sahip değildir!
Neden, biliyor
musunuz?
Ayrım şu: Hakaret,
küfür, tehdit gibi yıkıcı, yakıcı ve yaralayıcı ne kadar söz ve beyan varsa,
bunların hiçbiri fikir değildir!
Küfür, bir fikir
olamayacağı gibi, olmadığı öznenin tamlamasına da lâyık olamaz. Fikir özgürlüğü
diyorsak -ki demeliyiz elbette- o zaman lütfen bu fikirlerle sınırlı olsun!
Meselâ herhangi bir
kimseye silah doğrultmanın ve kalbinden vurmanın bir fikir olduğunu hiç duydunuz
mu? O hâlde dil silahıyla kalpleri vurmak da fikir değil, eylemdir. Adi bir
eylem…