ŞEHİRLER nitelikli insanların
ruhlarından doğar. Bir şehri konumu, arazileri, stratejik durumu, yolları, yeraltı
ve yerüstü zenginlikleri yaşatsa da, yönetimde ancak bir üst akıl olursa o
şehrin yaşamasına katkı sağlayabilir.
Şehirlerin
yaşaması ise çağlara direnmesi, ekonomisi, hayatı, kültürü, vizyonu ile değer
bulur. Yani şehirler medeniyetle var olur. Şehre bir şey katılamazsa,
yeniliklere ayak uyduramazsa, tarihî, doğal, kültürel ve ekonomik konumunu
koruyamaz ise insanın ölümü ve evlerin yıkılması gibi şehirler de yok olup
gider.
Şehirler…
Şehirler…
Yaşadığım
topraklarda (Orta Anadolu) 200 civarında yeraltı şehri bulunmaktadır. Nevşehir
Derinkuyu ilçesindeki yeraltı şehrinde 10 bin ilâ 100 bin arasında insanın
yaşadığı öne sürülüyor. Bugün bu ve benzeri yerler sadece kültür ve inanç
turizmi açısından gezilmekte ve değerlendirilmektedirler.
Türklerin
Anadolu’yu yurt edinmeleri sırasındaki en önemli şehirlerden biri Ahlat’tır.
Tarih içinde işgaller ve yağmalamalar, önemli bir yerleşim yeri olan Ahlat’ta tahribata
neden olmuştur. Bir zamanlar ilim yuvası olan Ahlat’ın nüfusu 300 bin
civarındaydı.
Önemli
tarihî şehirlerden biri olan Ani şehri, 977-1020 tarihleri arasında çok
büyüktü. Kent nüfusunun 100 bini aştığı rivayet edilir.
2021
yılında nüfusu 3 milyon 101 bin olan Bursa’nın 1573-1574 yılları arasında
nüfusu 65 bin idi.
Tarih
içinde bazı şehirler her açıdan çok değişkenlik göstermektedir. Bazı şehirler
tarih sahnesinden silinip giderken, bazı şehirler de âdeta yeniden doğarcasına
yükselişlerini sürdürmektedirler. Ekonomik, politik, yönetimsel, sosyo-kültürel
alanlarda yaşanan değişim ve gelişmelerin bireylerin ihtiyaçlarının ve
taleplerinin karşılanmasına zemin hazırlamasıyla şehirler de varlıklarını
güçlendirirler.
Şehir,
halkın yaşam şeklinin değişmesi ve tüketim davranışlarının çeşitliliğini
bünyesinde barındırdığı, yeniliklere açık kaldığı sürece gelişimini sürdürür.
Şehri nüfus hareketleri, ekonomi, politika, toplumsal yapı, coğrafya, doğal
etmenler, teknoloji, donatıların dağılımı ve altyapılar etkiler. Şehir toplumu,
kendi insanî derinliğini de geliştirdikçe ilerleme kaydeder. Yerleşim yeri
olarak, nicelik ve nitelik anlamında şehirler olduğu gibi, eksen veya
belirleyici, cezbedici, etkileyici şehirler de vardır. Medeniyetlerin şehirleri
şekillendirdiği gibi, şehirleştikten sonra medeniyetin geliştiği, şekillendiği
yerleşim yerleri de var olagelmiştir. Bazı şehirler vardır ki, medeniyetlerin
inişli çıkışlı seyrine göre yeniden şekillenmişlerdir.
Şehirlerin
gelişmesinde fetihlerin ayrı bir yeri vardır. Şehirleri inşâ ve ihya etmenin en
önemli yollarından biri de fetihlerdir. Bir şehir askerler yoluyla ele geçirilsin
veya mevcut şehir yeniden mamur hâle getirilmeye çalışılsın, buna “fetih” denilmektir.
Özellikle İstanbul gibi köklü ve tarihî geçmişi çok eski devirlere dayanan
şehirler, farklı medeniyetlerin olgusuyla her türlü krizlerden etkilenseler de
kendi imajlarını sürdürmüştürler.
Şehir,
tarihten gelen bir güçle ilmî, dinî, felsefî, kültürel ve sanatsal alanın
oluşmasını teşkil eder. Osmanlı’ya baktığımızda, karşımıza başlangıçta bir Kayı
Aşireti çıkar. Yani bir göçebe aşireti... Orta Asya’dan Anadolu’ya gelip kendi
geçmişinden, birikiminden, Selçuklu’dan istifade edip medeniyet havzalarını
değerlendiren bir otorite… Elde edilen olgu, vatanlaştırılan, fethedilen
yerlerin yeniden bir düzen kurma durumu, yeniden şehirleşme ağı ve şehirlere
yeni bir ruh verme biçimidir. Osmanlı, fethettiği topraklarda şehirleri ve
yaşayanları bütünüyle tavsiye yoluna gitmedi. Kazanılan askerî bir zaferdi.
Kapsayıcı bir anlayışla şehirlere kendi medeniyetini getirmeye çaba harcadı.
Osmanlı veya Selçuklu olsun, geriye döndüğümüzde böylece tarihimizin kemâlini
görürüz. Nerelerde görürüz? Sanatında, mimarisinde, edebiyatında, ilmî
çalışmalarında, adâletinde, incelik ve zarafetinde… Bu nedenle de devlet olma
bilinci Türkleri diğer medeniyetler karşısında daha güçlü şekilde öne
çıkarmıştır. “Devlet ebed müddet” sözü bu şuuru anlatır. Türkler, kurdukları devletin
sonsuza kadar sürmesini istemişlerdir. Tarih boyunca kurulan her Türk devleti,
kendisini hep kendinden öncekinin devamı olarak görmüştür.
Türklerde
fethin karşılığı “medeniyet olgusu” olmuştur. İstanbul’un Fethi düşünüldüğünde,
insanlık ve İslâm bakımından bir dönüşüm vardır. Vakıflar kurularak
sosyo-ekonomik yapı hedeflenmiş ve kanunnâmelerle bir çerçeveye oturtulmuştur.
Fetihlerin
şehirler üzerinde tarihî bir derinliği vardır. İstanbul fethedilince tarihî
yapılara dokunulmadı. Meselâ Ayasofya yıkılmadı. Tarih içinde de görülür ki, diğer
kiliselere de dokunulmadı. Fetihten önceki yapılar dışlanmıyor, kabullenme
kapsayıcılığı görülüyordu. Yeni yapılar Türk-İslâm eserleri arasında Türk’ün
sanattaki kudretini de yansıtıyordu.
Fetih,
bir medeniyetle anlam kazanırdı. Tarihte Türkler bu düşünceyle hareket edip
şehirleri kalıcı hâle getirmeye çalışmışlardır. Günümüzde İstanbul, ülkemizin
bir tarihî, siyâsî, kültürel ve sanatsal merkezi oluşunu bu yeniden inşâ edilen
medeniyete borçludur.
Medeniyetler
vardır, başka bir medeniyetin ya gölgesinde kalır veya yok olur gider.
Medeniyetler vardır, her türlü baskıya karşı direnir… Türk-İslâm
medeniyetlerinin hâkim olduğu yerlere bakıldığında vakıf kültürünün gücü
görülür. Vakıf, insanları mutluluğa götüren kapsamlı ve görkemli bir hizmet
yoludur. Birlik ve beraberliğin sembolü olan devletle halkın el ele vermesinin
çok güzel bir örneğidir. Vakıflar da medeniyetin inşâsında önemli bir yer tutarlar.
Fetihle
başlayan, yeniden inşâ edilen, inşâ edildiği hâlde rahatlık ve huzurun hâkim
olacağı bir şehir bürgüsünde olan beldeler medeniyetle geleceğe kök salarlar.
Türk devletlerinin geçmişinde insana verilen değerler manzumesi vardır. Bu topraklarda
hayırseverlik, insanî bir değerdir. Kendi aileleri dışında başka insanlara
yardım etmek, geçmişten gelen insanî ve İslâmî bir değerdir ve böylece müesseseleşmiştir.
İnsanları
mutluluğa götüren kapsamlı ve görkemli bir hizmet, medeniyet belirtisidir.
Birlik ve beraberliğin sembolüdür. Toplumun hem manevî, hem de maddî hayatına
yön veren, birlik ve beraberliği güçlendiren medeniyet olgusu, hakkaniyet
ölçüsü sürdükçe yaşar.
Şehir,
tarihte belirlenen, şekillendirilen, dönüştürülen bir olgu değildir sadece.
Aynı zamanda tarihin akışını etkileyen, şekillendiren ve dönüştüren uzun
soluklu bir yönetimin de öznesidir. Geleceğin anlaşılmasında ve
anlamlandırılmasında topluma yön gösterici bir görev gören şehir, medeniyetle
aslî kimliğine bürünür.