Fethi fetih

Bir niyet, adanmışlık ve azimle hayatını tamamen değiştirip inanılmaz şeyler başaran insanlara ait örneklerle doludur tarih. Gemileri karadan yürüten irade, inanmak ve kararlılık sayesinde ortaya çıkmıştır. Hiçbir sur, tek bir insanın içindeki o muazzam güçten daha büyük değildir!

KENDİMİ aştığım an, aşamayacağım sur yoktur! Surların sağlamlığını önyargılar, toplumsal dayatma ve öğretiler oluşturuyor, genlerimdeki program da itaat ediyor. İçimi fethederek, içimde beni gerileten tüm sistemleri tanımak, temizlemek ve beni yükseltecek bir düşünce sistemi inşâ etmek büyük bir zaferdir. Bir fethe niyet etmek, başlangıç için önemli fakat tek başına yetersiz. Fethi gerçekleştirebilecek kapasiteye sahip olmak yani fetihten önce fetih sahibi olmak da gerekli.

İstanbul’un Fethi, çok yönlü, tarihî bir olaydır. Tarihteki en ünlü fetihlerin başında gelir. Bu büyük fetih sadece bir savaşı değil, insanı da anlatan önemli bir süreçtir. Bir tarafta kendini, surları ve geçmişi ile geçilmez, aşılmaz, yenilmez sanan bir güç varken, diğer tarafta hakkı ve adaleti dünyaya yaymaya kendini adamış, bu yolda canını hiçe sayabilen bir güç vardır.

Bu savaş, akıl savaşıdır ve sahip olduklarının yeterli olduğunu düşünenlerle gücünü imanından alarak bütün varlığını kutsal bir dâvâ için seferber edenlerin arasındadır.

Bizans bir çağdı, bir devdi. Büyük surları ile aşılmazdı. Aşılamamış idi. Bu gerçek Bizans için Bizans surlarından daha kalın olan katı bir bilinç oluşturmuştu. Gün gelip de içlerindeki gururdan ve surlarından daha büyük bir güçle karşılaşabileceklerini düşünemezlerdi elbet. O kadar akılları olsa, önce o kutlu ordunun üzerlerine ne ile yürüyeceklerini iyice araştırırlardı. Belli ki, Fâtih Sultan Mehmed’i ve onunla beraber olan İslâm ve Türk gücünü görememişlerdi. Demek ki, o zamanın ilmi, Fâtih Sultan Mehmes’in alnında fetihten çok önce parlayan fetih işaretlerini okuyacak seviyede değildi. Demek ki surlar aynı zamanda bilinçlerine de çekilmiş ki idrakleri kapalı bir şekilde kaçınılmaz sonucu bekledi Bizans.

O büyük toplar sadece surları yıkmadı. Bin yıllık aldanışları, bin yıllık kibir ve cahilliği, adaletsizliği de yıktı. Fâtih ile fethi buluşturan şey, ilim, inanç, asil bir kan, haktan yana olan kutsal bir dâvâ idi.

İnsan, yaratıldığı günden itibaren dün ne ise, bugün de aynısı. Bizans, insanın nefs yönüydü. Kibir, zenginlik, güç ve sahip olduğu ünü ile idrakinin gözleri kararmış, insanlık yönü zayıflamış, sadece sahip olduklarının bilincine yerleştirdiği gururla aklettiklerinin en doğru şeyler olduğu yanılgısını kendine kanun edinmiş bedbahttı. İnsanın dışında inşâ ettiği şeylerle kendine değer biçmesi, üstünlük taslayıp hükmetme arzusu duyması ise idrak körlüğünün göstergesi... Cahillik böyle bir şey sanırım. Sen bir nefes sıhhatin zenginliğini, değerini bilme, seni Var Edeni hesaba katma, sonra kupkuru, ölü bir zenginlik ile Hakk’a meydan oku… İşte insan ancak bu kadar düşebilir!

İnsanoğlu, varlığı ile zaten yaşam içinde ulaşılabilecek en büyük hazineye kavuşmamış mıydı? Yüce Yaratıcı’nın nadide bir eseri olmasının bilincini unuttu mu? İnsan için yaratılan kâinatı ve içindeki sonsuzluğu görmedi mi? Var olmanın, bir bilince sahip olmanın hiçbir şeyle kıyaslanamayacak büyüklükte bir zenginlik olduğunu, bütün bir ömür kutlanacak ve şükredilecek bir hazine olduğunu anlamak çok mu zordu? Gerçek olabilir mi?

Zirvede, en tepede, yıldızlardan daha yukarıda, gök katlarından da yukarıda, daha da yukarıda, bir şeref ile şereflendirilerek yaratılmıştı insan. O insan ki, kâinat içindeki hiçbir zenginlik ile kıyaslanamayacak bir zenginliğe sahip olarak dünyaya gelmişti. Kendini bu hazinelerden koparmasının sebebi bir avuç sahte dünya zevki olabilir mi gerçekten? Gerçek olabilir mi bu düşüş? En tepeden en aşağı düşmenin farkında olamamak, kaybettiği şeyleri akledememek ne büyük büyük talihsizlik, akılsızlık!

Mühürlü kodlar

Gerek genetik kodlar ile bir kısmı belirlenmiş karakterimiz, gerekse de çevre faktörleri olan aile, arkadaş, yetersiz eğitim sistemi ile hiçbir zaman kendini bulamayan, dengesini sağlayamayan insan tüm zamanlara şu mesajı verir: İnsan zengin doğar, fakir ölür… İşte Bizans, doğuştan sahip olduğu şeref ve hazinelerden bîhaber olarak inanışları, düşünce sistemleri çok önceden belirlenmiş, sorgusuz sualsiz kabul edilmiş anlayışları ile bilinci kapalı olarak, gelecek tüm yarınları zararda mühürlenmiş bir topluluk idi. Nelerdi bu mühürlenmiş kodlar?

Bulundukları toplum ve inanışları en yüceydi onlara göre. Diğer toplumlardan hem tarih, hem güç, hem madde, hem asker anlamında üstünlerdi. Elbette dünyaya hâkim olmaları gereken bir ırktılar ve bu yolda kendileri dışındaki tüm mahlûkatın onların emri altında olması gerekti. Diğer tüm insanlar onlardan aşağıda ve köleleri olmalıydı. Özellikle İslâm sancağı altındaki milletler en büyük düşmanlarıydı ve onların kanlarının akması, işkence görmeleri ve ortadan kaldırılmaları haktı. İşte Bizans ve nefs buydu! Hep haklıydılar, güçlüydüler, daha fazlasına sahip olmalılardı; başkaları aşağıda olmalı, onlara hizmet etmeli ve övülmeliydiler…


Bizans güçlüydü, ünlüydü, zengindi. Destekçileri çoktu. Dünyaya tepeden bakıyorlardı. Böyle olunca, yenilmez olduklarına inanmaları doğaldı.

Burada olayları enerji dünyası açısından da değerlendirmek istiyorum: Üstün bir yaratılış ile yaratılan insan, kâinat ve içindekiler, fiziksel dünya ile beraber enerji dünyası ile de hayat bulur. Enerji dünyası pozitif olursa insan da pozitif, sağlıklı ve doğru davranışların sahibi olur. Diğer yandan negatif enerjiler daha fazla ise, hastalıklar ve yanlış davranışlar daha fazla olur. Bugün bilim de kanıtlamıştır ki, insan değerler ile dengededir. Kısaca iyilik, pozitif enerji olarak insan için olmazsa olmaz yaşam kaynağıdır. Nasıl ki kan her saniye tüm hücrelere hayat taşır, insanın mânevî bedeni de her saniye olumlu enerjiye ihtiyaç duyar. Allah’ın kanunlarına uygun bir yaşam tarzı ile ahlâklanan insanlar, enerji olarak da bedenlerini dengede tutarlar ve enerji beden ile fizik beden, uyum içinde çalışır.

Ahlâkî ve insanî değerlerden uzaklaşmış toplumlar negatif enerjileri ile dünyanın ve yaşamın karanlık yüzü ve hastalığıdır. Bizans toplumu, Bizans damarlarında dolaşan karanlık enerjiyi görebilecek seviyede değildi. Nefsine ve negatif enerjilere esir olmuştu; zalim olmuş, zulüm yapmıştı. Yüzü de, kalbi de kararmıştı. Kalbi karardıkça yaptığı kötülüğü hak görmüş, daha da azmıştı. Hem fizik bedeninde, hem enerji bedeninde zehir dolaşmaktaydı. Bu zehir gün geldi, kanser olup kendi başını yedi. Ağır bir hastanın hastalığının farkında olamaması, tedaviyi istememesi, doğruyu görememesi ve arkasından nice insanları kendisi ile beraber helâk etmesi ne trajik bir vakadır!

Tarih bu kanser türleriyle doludur. Dün Bizans, bugün Amerika, İsrail ve diğer dış güçler… Tarihi doğru tahlil edemeyen bu toplumlar kalplerini dinleyemez, içlerindeki zehre aldırış etmez ve ne kadar kanser olsalar da ders almazlar. Zalim, zulmüyle yaşamaya her daim devam edecektir.

Bizans sanıyordu ki, yine bir İslâm ordusu gelecek, bir müddet kuşatma yapacak ve eli boş şekilde geri dönecek… Hakk’ın her şeye bir ömür biçtiğini görmeyecek kadar mı cahildin Bizans? O büyük toplar surlarını döverken, yaklaşmakta olan Allah’ın hükmünü kalbinde hiç mi hissetmedin? Belki hissettin, belki o topların korkunç sesi ve zelzelesi tam kalbinin ortasına düşüyordu ama nefsinin kibri ve inadın, ellerini ve de dilini bağlıyordu. Bile bile ölümünü bekliyordun.

Fetih ordusu ise iman gücü ile en büyük silaha sahip olmuş, o Büyük Komutan ile yekvücût olmuş, Allah’ın yardımının her daim kendileri ile beraber olduğunun bilinci ile fethe bütün varlıklarını katarak odaklanmışlardı. Ölmek vardı, dönmek yoktu. Tek bir nefer bile kalsa İstanbul alınacak, Bizans yıkılacaktı. Dâvâ, hak dâvâsıydı. Dâvâ, üstün olma, bir milleti yok etme, bir çağı kapatıp başka bir çağı açmak sûretiyle ün sahibi olma dâvâsı değildi. Dâvâ, insana hak ettiği şerefi kazandırma, doğru yola yönlendirme, mazluma sahip çıkma, dünyaya karanlık yaymaya çalışan şeytan ve taraftarlarına karşı birlik olma dâvâsıydı.

Zalimin zulmüne karşı sen ey mümin, uykulardan uyan, ayrılıkları terk et! Sahip olduğun şerefi ve hazineleri hatırla ve geçici zenginlikleri de terk et! Allah’tan gelen malı ve ilmi başkaları için kullan! 

İslâm’ın ordusu hiçbir savaşa nefsi için çıkmamıştır. Karşısındaki düşmanlar hep cahil olduğu için, İslâm’ın ve Türk’ün dünyaya getirmeye çalıştığı düzeni anlayamamış, dolayısıyla gerçek insan olma şerefine asla ulaşamamıştır. Dün böyleydiler, bugün de değişen bir şey yok!

Düşünsene, sen kâinatsın, canlı ve cansızları ile bütün bir yaşamsın… Kâinat ve içindekiler zaten senin... Sen sadece yaratılma sebebin olan şey için yaşayacaksın… O da çok basit: Yüzünü ve kalbini Allah’a döneceksin! Bunu anlamak neden bu kadar zor?

Gelin, toplanalım ve hakikat üzerine kafa yoralım artık!

Müslümanın en büyük zaafı da burada. Nerede kendini başkalarından ayrı tuttu ve sahip olduklarıyla neden üstün olmaya çalıştı ise, ânında yukarılardan aşağılara düştü. Şeref ve zenginlikten yoksunluğa geçti. Göklerdeki hazinelerini yeryüzündeki küçük saraylara değişti. Ne zaman ilmi bıraktı, imanı alışkanlığa dönüştü. Birkaç ibadeti yapmakla görevinin bittiğini sandı. İlimsiz iman ve imansız ilim insana ağır geldi, taşıyamadı.

Nefs öyle bir varlıktır ki, onu donanımsız yenmeye çalışmak ne bîçâre bir davranıştır! İlim ve iman birlikte yol almalı, Kur’ân rehber olmalı ki nasıl ilerleyebileceğini bilebilsin insan. İnsanın rehberi, kolundan tutanı olmalı. Zamanımız zor bir zaman ama umutsuz değil. Ne Fâtihler biter, ne fetihler. Zalime her zaman bir mühlet verilir. Burası Allah’ın kâinatı, oyun yapanın oyununu görür Allah ve O, oyunu kullarından seçtikleriyle bozar.

Zalimin zulmüne karşı sen ey mümin, uykulardan uyan, ayrılıkları terk et! Sahip olduğun şerefi ve hazineleri hatırla ve geçici zenginlikleri de terk et! Allah’tan gelen malı ve ilmi başkaları için kullan!

Son söz

Olan her şey bir mesajdır okumasını bilene. Okumak zor elbette. Duyabildiğimiz kadarını okuyabiliyoruz. İstanbul’un Fethi’nin, hattâ günümüzdeki önemli sorunlardan biri olan Coronavirüs salgınının verdiği ortak mesajlar var.

Şu dünyada hiçbir şeyi, hiçbir zorluğu gözünüzde fazla büyütmemelisiniz. Diğer yandan, kendinizi hiçbir zaman küçük, aciz ve fakir görmeyeceksiniz. Dışarıda olup bitenlere ve daha önce yaşadıklarınıza bakıp da önünüzü ona göre görmeye çalışırsanız, dün gördüğünüz şeylerden farklı şeyler göremezsiniz. Lâkin içimize dönersek, kalbimizden dinleyebilirsek, içimizde sonsuz bir güç ve kapasite olduğunu görürüz. Bir niyet, adanmışlık ve azimle hayatını tamamen değiştirip inanılmaz şeyler başaran insanlara ait örneklerle doludur tarih. Gemileri karadan yürüten irade, inanmak ve kararlılık sayesinde ortaya çıkmıştır. Hiçbir sur, tek bir insanın içindeki o muazzam güçten daha büyük değildir!

Hayâllerine, içindeki güce inan, dâvâna sahip çık! Vatan için, din için, insanlık için yüksek ideallere sarıl. Allah yardım eder, olmazlar olur.

Diğer yandan, bakteriden bile küçük olan mikroskobik yapıdaki bir virüsün, insanın elindeki tüm bilgiye ve teknolojiye meydan okuması, çâresiz bırakması da apaçık bir mesajdır insana. Elinde, dilinde, zihninde, banka hesabında ne olursa olsun, gün gelir, bir zerre bütün bir insanlığı esir alır, tüm kalelerini yıkar. Ve sen, bir virüsten daha küçük, daha zayıf olamazsın! İstersen, şu dünyada yenemeyeceğin zorluk yoktur…