Fes ve Ukrayna: Nereden nereye?

Antalya Diplomasi Forumu’nda, bir zamanlar bizim devlet erkânına hakaret edilen günleri hatırladım. Sonra da bugün uluslararası boyutta nerelere gelindiğini, nasıl saygın bir yer kazanıldığını, nasıl bir misyon yüklenildiğini gözlemledim.

İNSANOĞLUNUN yazıyı keşfi, tarih uleması arasında tartışma konusudur. Kesinliği tartışılsa da yazı için Milât’tan önce 3500’lü yıllarda kullanılmaya başlandığı söylenir. Lâkin su götürmez bir gerçek vardır ki, yazıdan çok önce kullanılan sembol ve resimler yani yazı bulunmadan binlerce yıl öncesinde “hiyeroglif” resim dili yazısı kullanılıyordu.

Resimler ve semboller her zaman iletişim aracı, bir işaret, bir mânâ taşımışlardır. Sadece çizgiler değil, kıyafetler de çok mânâ ifade ederler. Fesi hatırlayalım meselâ. Fes, Osmanlı’ya sonradan gelse de, zamanımızda hep Osmanlı’yı hatırlatır. O devasa imparatorluğu, üç kıtaya hükmeden adaletli büyük gücü anımsatır. Ama gelin gürün ki, Osmanlı’ya ve hassaten İslâm’a düşmanlığı olanlar fesi de Osmanlı sembolü diye hakaretler edip aşağılamışlardır.

Tarih boyu defaatle başına fes geçirilerek aşağılanıp işkence yapılan vakalar vuku bulmuştur. 1842 yılında, The London News gazetesinden tüm dünyaya yayılan ve şu an arşivlerde bulunan o resmi hatırlayalım. The London News, “Selânik’te zaferin işareti olarak Bulgarlar ve Yunanlar, tebeşirle Türk’ün fesine haç çiziyorlar” (Resim-1) şeklinde izah edilen bir resim yayınlamış, böylece bir Müslümanın aşağılandığını haber yapmıştı. Olayın şahidi olarak, çizimi yapan Samuel Begg’in ifadelerine başvurmuşlardı.


“Selânik’te zaferin işareti olarak Bulgarlar ve Yunanlar, tebeşirle Türk’ün fesine haç çiziyorlar.” (The London News)

Şimdi bir de Çuval Olayı’nı hatırlayalım…

Çuval Olayı; 4 Temmuz 2003 günü Kuzey Irak’ın Süleymaniye kentinde karargâh kurmuş bulunan bir binbaşı komutasındaki 11 Türk Silahlı Kuvvetleri mensubunun ve Türkmen mihmandarlarının Irak’taki işgal kuvvetlerinin bir parçası olan Amerikan 173’üncü Hava İndirme Tugayına bağlı askerlerce başlarına çuval geçirilmek suretiyle götürülüp 60 saat süresince alıkonularak sorguya çekilmeleridir. 

Bu olayın en manidar noktaları; operasyon için ABD’nin millî bayramı olan 4 Temmuz (Bağımsızlık Günü) tarihinin seçilmiş olması, günün Cuma’ya denk gelmesi, bu şartlarda konuyu süratle ve diplomatik tarzda çözüme kavuşturabilecek yetkili Amerikan mâkâmlarına ulaşmanın uzun sürmesi ve Türk askerlerinin bu yüzden 60 saat gözaltında bekletilmeleri, Amerikan askerlerince küçük düşürücü kasıtlı hareketlere başvurulmuş olması ve askerlerimizin “Osmanlı torunları” denilerek aşağılanmasıdır. Tüm bunlar, Çuval Hâdisesi’nin bir provokasyon olduğu görüşlerinin dile getirilmesine sebebiyet vermiştir. Sorgulama yapan askerlerin “Osmanlı torunları” diyerek aşağılaması ayrıca acı veren bir durum olmuştur.

O günleri aklımızda tutarak bugüne gelelim…

Antalya Diplomasi Forumu’nda Ukraynalı temsilcilerle…

Dışişleri Bakanlığı davetlisi olarak katıldığım Antalya Diplomasi Forumu’nda çok gurur verici görüntülere şahit oldum. Ukrayna Dışişleri Bakanı Dmytro Kuleba ve yardımcısı Amine Cabbar ile yaşadıklarımı anlatmadan geçemeyeceğim.

Dünyanın beşte biri, dışişleri bakanlığı ve devlet başkanlığı nezdinde foruma katılmıştı. Aralarında Ukrayna Dışişleri Bakanı Dmytro Kuleba da vardı. Yanında Ukrayna Dışişleri Bakan Birinci Yardımcısı Amine Cebbar ile arkadaş, gençlerin deyimiyle “kanka” olduk. Evvelâ şöyle tanıştık: Ukrayna Dışişleri Birinci Bakan Yardımcısı Cebbar’ın başına fes görünümlü bir aksesuar takarak 2021 Antalya Diplomasi Forumu’na katıldığına müşahit oldum. Dayanamayıp, kendisini selâm vererek durdurdum ve başındakinin Osmanlı’yı hatırlattığını, bunu bilerek mi yaptığını sordum. Bu soru üzerine gayet güzel Türkçesiyle, “Evet, Osmanlı’yı temsil ediyor, onu simgeliyor. Bilerek taktım! Kardeşlik adına, Kırım adına, Kırım’daki Rusya’nın soykırımının hatırlanması adına ve Türkiye’nin Ukrayna’ya desteklerine teşekkür etmek adına Osmanlı fesini simgeleyen küçük bir aksesuar takıp geldim” şeklinde cevap verdi.

Önce kısa bir şaşkınlık yaşadım. Şaşkın şaşkın Cebbar’a baktım ve açıkçası böyle bir açıklama beklemiyordum. Hayret ettim, zira Osmanlı yıkıldıktan sonra belini doğrultamayan ülkemin dünya nezdinde itibar kaybına uğradığını tarihin kara sayfalarındaki olaylardan biliyorduk. Bizden İHA-SİHA almak için şirinlik yapan Ukrayna’nın Dışişleri Bakanı Birinci Yardımcısının forumun birinci günü Osmanlı fesi ile gelmesi, hiç hafife alınacak bir hareket değildi. Çok mutlu oldum, Türkiye adına, dedelerim adına çok gurur duydum ve bunu kendisine de söyledim. Gözlerim doldu.

Antalya Diplomasi Forumu’nda, bir zamanlar bizim devlet erkânına hakaret edilen günleri hatırladım. IMF’den borç dilenmek için Türkiye’nin devlet başkanlarının değil devlet başkanlarınca, dışişleri bakanlarınca dahi karşılama yapmadığı geçmişi hatırladım. Sonra da bugün uluslararası boyutta nerelere gelindiğini, nasıl saygın bir yer kazanıldığını, nasıl bir misyon yüklenildiğini gözlemledim.


Başına “fes” geçirilerek işkence yapılan Türk askeri döneminden başına “fes” geçirerek gelen Ukrayna Dışişleri Bakanlığı dönemine... Bu fotoğraf, geçtiğimiz yılki Antalya Diplomasi Forumu’na ait. Yani Hükûmetimiz, içinde bulunduğumuz tüm bu süreçlere aylar öncesinden müdâhildi. 

Ukrayna Dışişleri Bakan Yardımcısı Amine Cebbar’ın “Ukrayna’nın insansız hava araçlarından sipariş vermek için askerî alanda her konuda Türkiye’den destek almak için geldiklerini” söylediğinde, kulaklarıma değen ses, sevinçten ayaklarımı yerden kesiyordu. “Türkiye’yi nereden nereye getirdin Reis!” demekten kendimi alamadım.

Ukrayna Dışişleri Bakanı ile de çok şey konuştuk. Ona, Şahin Giray’ın (bizde Kırım hanlarına “Giray” deniliyordu) Osmanlı’ya ihanet etmesinin ardından Kırım’da başlayan ayaklanmaları, Kırım’ın Rusya istediğinde önce özerk, sonra da içişlerinde özel ama dışişlerinde Osmanlı’ya bağlı olmasına karşın aşamalı şekilde Osmanlı’dan, adeta etten tırnağın koparılması gibi sökülerek koparıldığını anlattım. Ve sonra, Osmanlı’dan koptuktan sonra Kırım’da kanın ve kıyımın hiç durmadığını hatırlattım. Sayın Cebbar da Kırım konusunda tıpkı benim gibi düşünüyordu. Rusya’nın kıyımları konusunda benimle mutabıktı.

Sonra Sayın Cebbar, Türk kardeşliğinden ve Türkiye cumhuriyetlerinin birlikteliğinden, Rusya’nın onlara da haksız davranışlarından, Rusya’nın zulümlerinden bahsetti. Türkiye’den her konuda dayanışma içinde olmaları için yeni taleplerde bulunduklarını ifade etti. Bunları konuşurken sanki Osmanlı geri dönmüştü. Sanki rüya âlemindeydim.

Ukrayna Dışişleri Bakan Yardımcısı Amine Cebbar, “Türk Devleti’nin Ukrayna’nın toprak bütünlüğünü destekleme yönündeki resmî duruşu bizim için çok değerli. Türkiye’ye hem Ukrayna, hem de Kırım Tatarlılarına yönelik desteklerinden ötürü minnettarız” dedi. Sayın Cebbar’ın başka platformlarda da Osmanlı fesi ile demeç verdiğine müşahit olduk.

Forumun ertesi günü bir jest yaparak Covid-19 testi için beni test merkezine özel aracı ile götüren Ukrayna Dışişleri Bakanı Dmytro Kuleba’ya teşekkür anlamında ben de bir fincan Türk kahvesi ikram ettim.

Forum, işte böyle yapılır!

Belirttiğim gibi, tüm dünya oradaydı ama dikkat çeken bir isim de Amerika ve Rusya arasında bazen şamar oğlanına dönen, bazen belirleyici unsur olarak önem arz eden İran’dı. Bizden İran’ın da talepleri vardı.

Üç günlük forum boyunca bizden İHA-SİHA almak için yapmadıkları şirinlik kalmadı. Sadece Ukrayna değil, Afrika ülkelerinin devlet başkanları ve dışişleri bakanları Reis’i ayakta karşılıyor, ona yol açıp alkışlıyor, onunla konuşmak için yarışıyorlardı. Beni en çok etkileyense, Sayın Amine Cebbar Hanım’ın Osmanlı hayranlığı ile Türkiye’yi kazanmak için harcadığı çaba idi.

Ukrayna cephesi böyleydi. Bir de Rus cephesine bakalım…

Rusya ve Türkistan

Ah Rusya, ne çok tarihî iştirakimiz var seninle!

Cengiz Han’ın oğullarının toprakları bölünse ve aralarında mücadele verseler de, zamanla Türkler ve Uygurlarla kaynaşıp Müslüman olan beyliklere, hanlıklara dönüşecek ve o bölgenin en güçlü toplulukları olacaklardı. Özbekler, Kırgızlar, Tatarlar, Azeriler, Kazaklar, Sabarlar ve Harezmlerden müteşekkil Türk Müslüman coğrafyası, 16-17’nci yüzyıllarda iyice ilerleyerek o bölgenin zengin coğrafyasını oluşturmuşlardı (AÜ Orta Çağ Tarihi, dk.).

Özellikle Kazaklar ve Tatarlar ticaretten iyi kazanç elde ediyor, o bölgede zenginleşmeye başlıyorlardı. Türk coğrafyası İslâm kültürü ile millî kültürlerini koruyor, gittikçe birleşip güçleniyordu. Ama bu durum Rus knezliklerini rahatsız ediyordu. Yıllar önce Rusya’ya İslâm’ı tebliğ için gelen elçiyi başkanları reddetmiş, içki ve zinayı yasaklamasını mazeret göstererek İslâm’ı kabul etmemiş, sonra resmî olarak Hıristiyanlığa geçmişlerdi. O zamandan beri Rusya, Orta Asya’daki Türklerin baş düşmanı idi. Türkler arasındaki farklılıkları kışkırtıyor, böylece güçlenmelerini önleyerek kardeş grupları birbirine düşman etmeye çalışıyordu.

1722’de Çar Petro, Türkistan topraklarını ele geçirmek için hamle yapmış ama İran engeline takılmış, sonra o yöredeki Şiîlik ve Sünnîlik meselesini mezhep çatışmasına dönüştürmeyi başarmıştı. Rusların en büyük kozu, kardeşleri birbirine düşman etmekteki mahareti idi. Türkistan’ı kendi içinde toplulukları ile ayrımcılığa düşürüyor, etraflarını saran Slavları fark ettirmiyorlardı. Gülistan Antlaşması ile Derbent’i alıp, daha sonra 1828 Türkmençayı Anlaşması ile Nahcivan’ı ele geçirmişlerdi. (Barthold)

1822-1891 yılları arasında, başta misyoner Doğu bilimci Nikolay İlminski, o coğrafyada Müslümanların etkisinin artığını fark edince, onları bir arada tutan din olan İslâm’dan onları uzaklaştırmak için her şeyi yapıyordu. Özel gruplar yetiştiriyor, Türkleri kiliselere alıştırmaları için eğitim veriyordu. Daha sonraki Rusya o günleri aratır oldu. Hele hele Stalin (ve Lenin) kıyımları, Kızıl Ordu’nun acımasız işkenceleri, kan gölleri ve kemik dağları…

Kırım, yıllarca adına ağıt yakılan bölge oldu. Dilleri ve dinleri yasaklanan koca Türk coğrafyası… Rusya’nın kıyımları ve kanlı tarihi anlatmakla bitmez.

Kırım ayrı acı, Türkî cumhuriyetler ayrı acı!

Putin, Kızıl Ordu,  Erdoğan, Türkî cumhuriyetler ve savaş... Kızıl Ordu, dünyanın en vahşi, en Müslüman kıyıcı, en zalim ordularından oldu. Rusya çok acımasız davrandı. Oluk oluk Azeri, Kırgız ve Kazak, diğer bir ifadeyle Müslüman kanı döken cani başkanlar gördü Rusya (SSCB). Stalin, Troçki ve Lenin’i düşününce, Putin onlara nazaran ehven-i şer gibi geliyor. Onu Erdoğan’ın yumuşattığını düşünüyorum. Her ne dersek diyelim, duamız, emperyalizmin yerle yeksan olması yönünde. İnşallah sömürgelerin sonu gelmiştir!

ABD, İngiltere, Fransa ve Almanya, dünya tarihi boyunca emperyalizmin kitabını yazdılar. Savaş etik kurallarının ihlâlleri hep Müslümanlar üzerinde uygulandı. Şimdi aynı ırktan olan bir savaş yaşanıyor. Bakalım neler olacak. Kıyım mı, pasta paylaşımı mı?

Tabiî ki savaş istemiyoruz, ona karşıyız. Hele mazlum sivil halkın canının yanmasını istemeyiz. Üstelik bu savaşın Türkiye’ye sıçramasından da endişeliyiz. Lâkin bir tarihçi olarak ömrümüz savaşları okuyarak geçti; bakalım bu savaşın sonu, maskeli emperyalizmin maskesini düşürmeye yetecek mi?

CHP içindeki Rusya severleri bir kaygı aldı, bazı aklı zayiiler de çıkıp, “Hükûmette istihbarat zafiyeti var, bu savaşı öngöremedi” dedi. Ey gafil! Bizden İHA-SİHA almak için altı yedi ay öncesinden Ukrayna Dışişleri Bakanı, yardımcıları ile buradaydı. Bizim haberimiz vardı da siz balıkçı lokantalarının, eğlence merkezlerinin çetelesini tutarken Devletimiz istihbarat zafiyeti mi yaşıyordu? Erdoğan, gece gündüz uyumayıp çalışıyordu!

İçimizdeki Rusya âşığı “yoldaş” komünler, o kadar ağlamayın! Her zulmün bir sonu var. Rusya’nın da sonu gelecek! Suriye’den, Afganistan’dan, Türkî cumhuriyetlerden aldığı “ah” çıkacak! Ama benim içimde, Ukrayna ile yaptığı savaşın bir kayıkçı dövüşüne evirileceği gibi bir his var. Vesselâm...