Fena

Bu vedânın diğerleri içinde yerini bildim. Kızmıyorum bundan böyle kimseye. Ölüme alıştım ve barıştım dünyayla. İllâ ki öleceğimden değil ondan bu denli bahsedişim, zaten yavaş yavaş ölüyor oluşumdan. Herkes gibi… Evet evlât, sen de ölüyorsun! Hayır, teğet geçmeyecek seni!

“ÇOK ölümler gördüm” dedi, “Ama en çok buna öykündüm”…

Bakışları yerde. Gördüğü ne, bilmiyorum. Gelmiş koca bir hayranlık, oturmuş yüzüne. Ağaran şakaklarını, kırış kırış yanaklarını hissediyorum metrelerce öteden. Bir damla gözyaşı dolanıyor yüzünün sokaklarında. Titrek titrek ilerliyor. Ha düştü, ha düşecek… İzin vermemeliyim, gidip durdurmalıyım! Silmeli, yok etmeliyim!

Hayır, ben de kimim?

Ardına dolanıyorum. Oldukça kavisli buluyorum sırtını. “Tanrım”, diyorum, “Ah bi’ içini açıp bakabilsem, kimlere bucak belletmiş kamburunu? Kimler sarıp sarmalamış da kimler kadrini bilmeyip basamak etmiş kendine? Ah bi’ görebilsem? Bir ihtimâl, ben de sığışabilsem bi’ kuytusuna”…

Hayır, küstah! Sen de kimsin?

Bu böyle olmayacak. Zihnim benden evvel koşup varacak gibi yanına. Buna izin veremem! Boyumdan büyük bir cesaretle yaklaşıyorum ona. İlk adım tamam! Bu da iki… Bir cesaretle üç… Bakışları avuçlarında hâlâ. O kadar küçük ki tuttuğu, ne olduğunu göremiyorum. Birkaç adım kaldı aramızda. Seziyor beni. Anlıyor, bir yabancı! Âniden kapatıyor ellerini.

Burada olmamalıydım, ben de kimim? Ne hakla?

Elinden gelse oturduğu yerde yok olmak isteyen birine selâm vererek varlığını, asla kendi isteğiyle yok olamayacağını hatırlatmayı kaba buluyorum. Sessizliği hâd bilmek sayıp ilişiyorum bir ucuna bankın. Ellerim nerede, bilmiyorum. Ben neden buradayım? Ayaklarımın ucu neden bakıyor birbirine?

Beni görüyor, biliyorum. Varlığımın farkında. Neden söze girmiyor? Neden okkalı bir tokat savurmuyor suratıma? Nefes alışını duyuyorum, her an duracakmış gibi kesik kesik. Öyleyse o da kalbimin sesini duyuyor mudur? Sokakların lâl olası tuttu. Hani kardeşim, nerede bu insanın kulaklarını acıtan korna sesleri? Hani dünyanın çıkan bir çivisi vardı, nerede insan çığlıkları? Birden barış ilân edilmiş olmalı dünya genelinde. İşte tam da buydu yakışan kara bahtıma, kör talihime!

-Hayırdır evlât?

-(Çok teşekkür ederim Allah’ım!) Şey… Bilmem ki…

Hay aksi! Ah şu en olmadık zamanlarda tutulan dilim, çözülen diz bağım ve kapanan dudaklarım!

-Aldanma eğilmiş sırtıma, ağarmış saçlarıma. İnan, ben de bilmiyorum…

Hayda, daha bir şey sormadım ki babalık!

Bir şey demiyorum ve tekrar hâd bilmek sayıyorum sükûneti. Susuyoruz. Birden soruyor: “Kaç kez şâhidi oldun ölümün?”

“Biliyordum. Beni soracak olursan, bir insan ömrü kadar belki… Belki de ben öldürdüm herkesi. Bilmiyorum. Artık alıştım, en son ne zaman ağladım, onu bile hatırlamıyorum. Bu, ölümü tanımak için ödediğim en büyük bedeldi! Gözyaşımı kaybettim. İlk önce anamı verdim, aşımı kaybettim. Vakit kaybetmeden babamı da aldı; evimi kaybettim.

Sonra, uzun müddet istemedi benden hiçbir şey. Aklıma hiç gelmedi, adını unuttum. Bilemedim bu yaptığımın büyük kefaretini. Mutlu olduğuma yeniden inandığım günlerde, henüz yeni alışmışken kızımın kokusuna, onu aldı benden… Bir daha da unutmadım varlığını. Yürüdüğümde onunlaydım; tarlada, yemekte, yatakta ve aynalarda yalnızca o vardı. Anladım ki, almadan önce vermeyi öğretenmiş ölüm.

Artık barıştım onunla. Seviyor muyum, bilemem. İnsan cellâdına güler mi? Ama barıştım. Kol kola geziyoruz. Yalnız şimşekler çaktığında değil, masmavi göğün alnında da gülüyor bana. Ben de selâmını alıp tebessümümü esirgemiyorum hiç. Beni seviyor, biliyorum. Bu sevgi öğretti bana gülmeyi. Çünkü bildim ki, dünyada olmak lütuf görmekmiş ölümü. Bunu anladım ve dindi kinim.

Bu vedânın diğerleri içinde yerini bildim. Kızmıyorum bundan böyle kimseye. Ölüme alıştım ve barıştım dünyayla. İllâ ki öleceğimden değil ondan bu denli bahsedişim, zaten yavaş yavaş ölüyor oluşumdan. Herkes gibi… Evet evlât, sen de ölüyorsun! Hayır, teğet geçmeyecek seni!

Dedim ya, artık alıştım, barıştım sanmıştım. ‘Bir daha yenilmem’ demiştim. Ama bundan böyle benden bir şey kalmadı geriye…”

“Çok ölümler gördüm” dedi, “En çok buna öykündüm”… Açtı avuçlarını. Bir serçe…