Feminizm üzerine

“Kadın” sözcüğünün etimolojik bağlamda en sevdiğim ifadesi ise, Arapça lügatinde yer alan hâli. Arapçada kadın sözcüğü, yine onlardan dilimize geçmiş bulunan “amir” sözcüğü ile ortak kökenden geliyor. “Amir” kelimesi bildiğimiz üzere, “buyuran, bir işte buyurma yetkisi olan kimse” anlamına geliyor.


SÖZE kadın olmak ile değil, evvelâ insan olmakla başlamak gerektiği görünüyor…

Yaşadığımız yüzyılda unuttuğumuz pek çok sıfatımız var. Bu sıfatların en başındaysa insan olmak geliyor. Biz aciz kimselerin yaratıcısı olan Allah, Kendi sıfatlarından bazılarını bizlere bahşetmişken, bu sıfatları elimizin tersiyle itiyor, yok sayıyoruz. Yeri geliyor, benliğimizde bir yudum dahi var olmalarına imkân vermiyoruz. Yaratılırken mayamıza merhamet, şefkat, adalet ve bilgelik katan O iken, bizler gitgide en merhametsiz, şefkatsiz, adaletsiz, cahil kimseler olmaktan bir adım geri durmuyoruz.

Şu son yıllarda insanların, zalim bir kimseye sinirlenince sarf ettiği, “Bir insan bunu nasıl yapabilir? İnsan demeye bin hacet, hayvan dahi ondan merhametlidir!” gibi söylemlerini duyuşlarımız daha da artıyor.

Henüz ortak bir noktada bir olamamış varlıklar iken, kadın/erkek olmak üzere söyleşmek oldukça zor görünüyor. İçinde bulunduğumuz yirmi birinci yüzyılın en önde akımlarından olan feminizm ise, bu sesin bir kayaya çarpıp yankılanışıyla kulaklarımıza ulaşıyor.

Feminizm pek çok “-izm” gibi, tâbiri ile bilinişi, anlamı ile uygulanışı arasında oldukça farklılıklar bulunan bir akım. Aslında daha öncesinde de bu adı ilgilendirecek olaylar yaşansa da bu akım ilk olarak on sekizinci yüzyılda bu isimle anılmaya başlıyor. Sözlük anlamıyla, “Kadının siyasal ve toplumsal haklar bakımından erkekle eşit olması gerektiğini öne süren ve bunu gerçekleştirmeye çalışan akım” mânâsına gelmekte. Teorik olarak baktığımızda, eşitlik üzerine uygulamalarının toplumdaki her bir ferde yararlı olabileceği güzellikle tahmin edilebiliyor. Fakat her toplum, tıpkı feminizmde olduğu gibi akımları kendi hayat biçimi ile algılıyor. Ve bu algılayışı ile fikri, fiile döküyor.

Feminizm, bizim ülkemizdeyse “erkek düşmanlığı, kadın ve erkeğin aynı işi yapması, cinsiyetsizlik, bir çocuğu tek başına yetiştirmek, istenmezse kişisel bakımın yapılmaması” gibi tanımlarla yankı buluyor. Sosyal medyada bu akım üzerine pek çok fikir bulabilmek mümkün.

Geçmişte ve günümüzde kadınların erkeklerle aynı işi yapamayacağını söylemek oldukça gülünç kalacaktır. Geçmişte kadınların ticaret de, kimyasal çalışmalar da yaptıkları, savaşlarda da yer aldıkları görülmüştür. Lâkin kimi yükleri sırtlanmanın fıtratı bozmadığını söylemek, elbette yanlış olacaktır. Öncelikli olarak değinmek istediğim noktaların siyâsî anlamda eşitlik hâricinde olduğunu belirtmek isterim. Üzerinde durmak istediğim alanlar, daha çok kadının ve erkeğin birbirine destek olması yönünde şekilleniyor.

Toplumsal birkaç yanlış

Kadının ve erkeğin yaratılıştan dahi birbirilerinden farklı olduğunu görüyoruz. En temelinden ele alacak olursak; düşünme şekillerimiz, duyguları tadışlarımız ve sorunları çözme yollarımızın bir olmadığını algılayabiliyoruz. Birimizin düşünmediğini bir diğerimiz düşünebiliyor. Hayata farklı açılardan fakat kesişimlerle beraber bakıyoruz. Esas bizi güçlü yapacak şey “bu farklılıklarla yapbozu tamamlamakken”, bizler aynı şekillere dönüşmek için âdeta bir savaş içerisine giriyoruz.

Kadın ve erkeğin aynı işi yapıp yapamayacağı gibi basit söylemlerin, bu akım ilk çıktığı dönemden bu yana çözülmemiş olduğunu görmek,  sorunların bundan yüzyıllar sonra da aynı hâliyle kalacağının aslında bir göstergesi. Fakat bu gibi söylemlerin hâricinde fıtrata ters düşen mevzuların akıbeti pek de iyi görünmemekte.

Son birkaç ay içerisinde “tek başına çocuk yetiştirmek” üzerine söylemler işittim. Bazı kadınlar bir bebeği babasız büyütmenin, onun için çok daha iyi olacağını iddia ediyorlar. Bunun temelinde elbette kimi psikolojik sorunların yattığını görmek mümkün olacaktır. Çünkü bahsi geçen durum boşanmış yahut bebeğinin babasıyla ayrı kalmak zorunda kalan bir kadının değil, bizzat bir bebeğe tek başına sahip olup onu özellikle erkeksiz bir ortamda büyütmek isteyen kadınların söylemlerini içeriyor. Bunun, çocuğu için gelecekte ne büyük sorunlar meydana getireceğini düşünmeyen sağlıksız bir annelik olduğunu belirtmek doğru olacaktır.

Hepimizin babamızdan ve annemizden edindiği kimi özellikleri vardır. Farklılıklar zenginlik yaratır. Bir çocuğu bile isteye babasız büyütmeyi istemek, özgürlük dâhilinde sayılacak bir eylem değildir.

Bunların yanı sıra kadınların gerçek ve mantığa dayalı bir özgürlük peşinde koşmalarının ana nedenlerinden bir tanesi de yanlış yetiştirme biçimleridir.

Ülkemizde erkek ve kız evlâda gösterilen farklı muameleler, adaletsiz tavır ve tutumlar, eşitlik arayışını da beraberinde getirmiştir. Erkek ve kız evlâdın yetiştirilişindeki farklılıklar, bir kısmın kontrolsüzce, bir diğer güruhun ise kısıtlanarak büyümesine neden olmuştur. Bu yol ile kardeşler arasındaki ahlâkî değerler de dengesiz gösterilmektedir.

“Erkektir, yapar” algısıyla kat edilen yollar, tıpkı bir tebeşirin çizeceği ince bir çizgi gibi yalnızca tozdan titrek birikimler oluşturacaktır. Erkek evlâdın eve geç gelmesinde, hattâ bazı zamanlar haber vermeyerek başka yerlerde geceyi geçirmesinde sorun görülmese de, kız çocuğunun belli bir vakti geçirerek eve dönmesiyle “bacaklarının kırılması” mevzusu gündeme gelmektedir. Erkek evlâdın sevgilisi olduğunda erkeğin “aslan parçası, adam” olarak addedilmesine rağmen kız evlâdın sevgilisi olduğunda durum “namussuzluk, terbiyesizlik” olmakta ve “El âlem ne der?” tutumuyla tebrik edilmektedir.

Erkek evlâdın arkadaşlarıyla arada sırada alkol alması dile alınacak bir şey sayılmazken, kız çocuğunun arkadaşlarıyla gece dışarıda bulunması dahi söz konusu olamaz.

Bana soracak olursanız, bu gibi tavırlarda bulunan ailelerden en iç burkan yapıda olanı, kendilerini dindar olarak atfedenleridir. Haram olan şey, herkes üzerine haramdır! Bu durum, ille de belirttiğim gibi yanıt almak zorunda değildir. Adaletsizlikle adalet, edepsizlikle edep öğretilemez!

Bu gibi hususların söz konusu olduğu evlerde, “Evlâtlarım neden böyle oluverdi?” diye dizini döven analar, ah vah eden babalar bulmak mümkün olacaktır sadece.

Evlât yetiştirmek mühim bir iştir. Çocuk demek, gelecek ve bir sonraki neslin toplum normlarını oluşturmak demektir.

Kadın

Etimolojik olarak “kadın” sözcüğünü incelediğimizdeyse, eldeki ilk kaynaklardan bir tanesinin Orhun Yazıtları olduğunu görüyoruz. Orada bu sözcüğün “hatun” olarak yer alıp günümüz tâbirlerine en yakın hâliyle “kraliçe” anlamında kullanıldığı biliniyor. Bunun yanı sıra kadın, eski kaynaklarda “soylu, varlıklı” olarak da tasvir ediliyor.

“Kadın” sözcüğünün etimolojik bağlamda en sevdiğim ifadesi ise, Arapça lügatinde yer alan hâli. Arapçada kadın sözcüğü, yine onlardan dilimize geçmiş bulunan “amir” sözcüğü ile ortak kökenden geliyor. “Amir” kelimesi bildiğimiz üzere, “buyuran, bir işte buyurma yetkisi olan kimse” anlamına geliyor.

Bundan daha çok hoşuma giden kökensel incelemelerden bir diğeri ise, yine Arapçada yer alan “ev hanımı” tâbiri… Lâtin alfabesiyle “rabbetü’l-beyt” yani “evin terbiyecisi, efendisi, ulusu” anlamına gelmekte…

Kullandığımız sözcükler ve onların kökenleri, tarihin birer yansıması ve sosyokültürel kavramların oluşumudur. Zira bu birkaç aciz etimolojik incelemeden de anlaşılacağı üzere, kadınlara, kadın olmaya, anne olmaya ve biz kadınlara bahşedilmiş kutsal sıfatlardan biri olan anneliğe verdiğimiz değer gitgide azalmakta, geleceğe giden yol gitgide kararmaktadır.