Felatun mu, Rakım mı?

Birçok Tanzimat yazarında olduğu gibi, Ahmet Mithat Efedi’nin Felatun Efendi ve Rakım Efendi’sinde de sık sık konu dışına çıkmalar mevcuttur. Bir yerde bir şey anlatırken, aralara konuyla ilgili ayrı bilgiler veren paragraflar sıkıştırılmış, sonrasında konu kaldığı yerden devam etmiştir. Bu geçişler, daha çok okuyucuyla sohbet havasındadır. “Hay sen çok yaşa edip!” diyorum, “Asır ötesinden benimle kurdun ya muhabbeti”.

“OSMANLI medeniyeti, şiir medeniyetidir.” Bir programda duymuştum bu sözü. Hak vermemek elde değil. İnsanların isimlerinden tutun da sabah ya da akşam selamlaşmalarına, ricalara ya da şikâyetlere kadar hepsinde bir üslup, bir edebîlik yok mudur sizce de?

Okuduğum kitaplar, Tanzimat yazarları, her ne kadar sadeleştirilmiş olsalar da o anlatımdaki o incelik, o ahenk insanı sarıp sarmalıyor. Konu ne olursa olsun, üslup hep ince, hep naif…

Osmanlı zamanı iki genç adam: Felatun Efendi ve Rakım Efendi. Birinde, babasının kendisine verdiği isimden de anlaşılacağı üzere, hep bir Batı hayranlığı, bilinçsizlik, mukallitlik, serçeyi taklit eden karga misali ne serçe olabiliyor, ne yeniden karga. Diğeri, kendini, oturup kalkmasını, konuşmasını bilen bir efendilikte. Biri gösteriş meraklısı, diğeri ne ise o. Birisinde ailesinden gelen bir maddi rahatlık ki hayat, ona göre gezip tozmak ve eğlenmekten ibaret. Diğeri ise kendi yağında kavrulmakta, vefakâr dadısının yardımıyla ve cariye olarak alarak eğitip, sonrasında mutlu bir evlilik yaptığı Canan’ı sayesinde hayata en güzel biçimde tutunabilmekte.

Kitabı okurken, bir dönemin sosyal yaşantısı gözünüzde canlanacak. İnsanları, doğruları, dürüstleri, yanlışları ve sahtekârları, sessiz sedasız aşkları, tercihler, mahvolmalar…

Kitap, yazarın, Felatun Efendi’nin babası Mustafa Meraki Efendi ve Rakım Efendi’nin cefakâr ve vefakâr annesi ve dadısının ve daha sonra Felatun Efendi ve Rakım Efendi ikilisinin tanıtımıyla başlıyor. “Yazar öyle güzel karakterler oluşturmuş ki insan, kitabı okurken onlardan biri olmaktan kendini alamıyor” desem yeridir. Rakım Efendi ile Canan arasında yaşanan saf ve temiz aşk, bu gönül işlerinde sınıf ayrımının ve insanlar arası farkın olmadığını, olmaması gerektiğini çok güzel bir şekilde anlatıyor. İnsanın gönlü birine akınca, gözleriyle değil de gönlüyle görmeye başlayınca herhangi bir şeyin hesabı mı yapılır? Cahili âlim, âlimi cahil, sultanı köle, köleyi ise sultan etmez mi aşk dediğin? Ve dahi aşk ile yapılan her ne işse güzel görünmez mi insanoğluna?

Taklide kara mizah

Şiirin, şiirimizin güzellik ve estetiğinden de bahsetmiş yazar:

“Can (Jean): İngilizce şiirler insana hiçbir ateş vermez. Ben, Fransız şiirlerini daha çok severdim, ama artık Türkçe öğrendikten sonra Fransız şiirlerinden tamamen vazgeçtim.”

Ve yine aynı yerde karşılıksız, sessiz sedasız bir de sevda vardır:

“Margrit (Margaret):

-Ben de öyle. Şiir, insanı yakmadıktan sonra ne işe yarar?

-O ne ya? Bu akşam, sizden hiç işitmediğim sözleri işitiyorum.

-Hangi işitmediğiniz sözler?

-Şu şiirlerin insanı yakması filan… Size bu duyguları kim verdi?

Can:

-Tuhaf konuşuyorsunuz Rakım Efendi! Yani biz odundan mı yaratıldık?

-…”[i]


Felatun Efendi ve Rakım Efendi, Ahmet Mithat Efendi’nin en bilinen romanlarından biri. Yazar, iki isim altında, değişmekte olan Osmanlı medeniyetinin yanlış yönlerini, Batılılaşmayı yanlış algılayanların düştükleri gülünç durumları, israf ve tutumluluk, şükür ile şükür bilmezlik, tembellik ile çalışkanlığı karşılaştırmış ve eleştirmiştir.

Felatun Efendi karakterinde mukallitliği, değer bilmezliği, yozlaşmayı; Rakım Efendi karakterinde ise diğerinin tam tersini, gülünç durumlara düşmeden de Batılılaşmanın pek âlâ olabileceğini, kıymet bilirliği, gönül güzelliğini bulacaksınız. Dönem hangi devri işaret ediyor olursa olsun, bir toplumun aydını, suskun kalamaz içinde yaşadığı topluma karşı. Düşüncesini, fikrini ne eder eder, bir şekilde duyurmayı başarır.

Yukarıda bahsettiğim üzere yazar, zamanın toplum yaşantısının birçok yönlerini ele almış, salt bir toplumu değil, genel insanlık algısını irdelemiş denebilecek güzellikte bir roman ortaya koymuştur. Yer yer mizaha da yer verilmemiş değil, kara mizah lakin. Güleriz ağlanacak hâlimize misali: “Bu Mehmetçik Kastamonu’dan yeni gelmiş, daha dünyayı öğrenememiş, ayda yüz kuruşun esiri, ensesine sevgi ve aferin anlamında bir tokat vurularak gönlü hoş edilmek istenen bir adam olup, hizmet ettiği efendisinin bir oğluyla bir kızı olduğunu öğrenmeyi başarmış, hatta oğlunun adının ‘Pantolun Bey’ ve kızının adının ‘Merdivan Hanım’ olduğunu bile bellemişti. Ne zannettiniz ya, Felatun adından ‘Pantolon’ sözüne ve Mihriban’dan ‘Merdivan’a geçebilmek için haylice zekâ ister…”

Bir başka örnek: “Meraki Efendi’nin alafrangalığına bakarak Mehmetçiği konağına kabul etmesine şaşmayınız. Onu terbiye edecekti. Hatta terbiye etmeye başladı bile. Bir gün, ‘Mehmet! Beyefendi ne yapıyor?’ deyip de Mehmet’ten ‘Çorba içiyor’ cevabını alınca, ‘Oğlan, öyle söyleme, ona alafrangada -supe yiyor- derler’ demiş ve Mehmet, ‘Hayır efendim, Allah göstermesin! Sopa yediği yok, çorba içiyor’ dediği halde, Meraki Efendi meraklanmayıp ‘Oğlum! Alafrangada çorbanın adı ‘supe’dir. Bunları birer birer öğrenmeli’ diye öğüt vermişti…”[ii]

Hal-i pürmelâlimiz

Birçok Tanzimat yazarında olduğu gibi, Ahmet Mithat Efedi’nin Felatun Efendi ve Rakım Efendi’sinde de sık sık konu dışına çıkmalar mevcuttur. Bir yerde bir şey anlatırken, aralara konuyla ilgili ayrı bilgiler veren paragraflar sıkıştırılmış, sonrasında konu kaldığı yerden devam etmiştir. Bu geçişler, daha çok okuyucuyla sohbet havasındadır. Bu kısımlar yeri geldikçe gülümsetiyor beni: “Hay sen çok yaşa edip!” diyorum, “Asır ötesinden benimle kurdun ya muhabbeti”.

Şimdilerde etrafıma bakıyor ve iş gereği içinde bulunduğum çevreyi gözlemliyorum. Muhakkak her dönemde benzerdi koşullar, yaşantı, insanlar ve sair, Ahmet Mithat Efendi’nin bu romanında olduğu kadar var mıdır bilemem, lakin şimdiki gençliğin hali pek de farklı değil. Düşünsenize, bir asırdan biraz daha öncesinin bir romanı bu. Boşuna da yazılmadı elbette.

Ahmet Mithat Efendi, Tanzimat yazarlarının en önde gelenlerinden, bilinçsiz Batılılaşmaya karşı millî değerleri savunmuş örnek bir insan, bir gazeteci ve yazardır. 1878'de çıkarmaya başladığı ve yayın hayatını 1921'e kadar sürdürmüş olan Tercüman-ı Hakikat gazetesi, Osmanlı basın tarihinin en uzun ömürlü ve etkili yayınlarından biri olmuştur. Namık Kemal ile yakınlığı vardır. 1873 yılında kendine ait Dağarcık mecmuasında yazdığı yazılar ve Yeni Osmanlılar ile yakınlığı nedeni ile tepki çekmiş, özellikle mecmuanın 4. sayısında yayınladığı “Duvardan Bir Seda” adlı makalesi nedeniyle dinsizlikle suçlanmıştır. Namık Kemal’in “Vatan Yahut Silistre oyununun yarattığı hava içinde, Gedikpaşa Tiyatrosu’ndayken, 6 Nisan 1873’te Ebüzziya Tevfik ile birlikte Rodos'a sürülmüştür.

Rodos sürgününden döndükten sonra Kabataş’ta yeni bir eve taşınan Ahmet Mithat Efendi, burada şair Fıtnat Hanım ile komşu olmuştu. Annesi Nefise Hanım’ın kardeşinin kızı olan Fıtnat Hanım ile aralarında doğan aşk mektuplarla sürdürüldü. Mektuplaşmaları 1944 yılında kitaplaştı.

Eserlerinde Avrupa'nın bilim, sanayi ve çalışkanlığını överken, Osmanlı toplumunun ahlaki değerlerinin korunması gerektiğini vurguladı. Genç yazarlara destek verdi, dilde sadeleşmeyi savundu, devlete ve dine itaatsizliği, tembelliği, müsrifliği, özentiliği eleştirdi. Ürünlerini daha çok öykü ve roman türünde vermiştir. Romancılığı ve öykücülüğü, halk öykücülüğünden Batı tarzı öykü ve romancılığına geçiş olarak kabul edilebilir. Ayrıca tiyatro alanında da çalışmalar yapmış, “Açıkbaş”, “Ahz-i Sar” ve Ziba” adlı kitaplarıyla dram ve operet türlerinde ürünler vermiştir.

 


[i] A.g.e. shf. 14-15

[ii] A.g.e. shf. 76