DÜNYA, alışık olmadığı afetlerle karşılaşmaya başladı son
yıllarda. Heyecanla seyrettiğimiz filmlere konu olan tabiat olaylarının
minyatürlerini yaşıyoruz neredeyse. Büyük çoğunluğu küresel iklim değişikliğine
bağlanan bu afetlerden Türkiye de nasibini alıyor maalesef. Son iki senedir ardı
ardına gelen depremler, çığ felâketleri, pandemi süreci, seller ve yangınlar
derken rahat nefes alamadık bir türlü. Haber bültenlerinin ilk birkaç haberi,
psikolojik travmalara sebebiyet verecek cinsten.
Aslında Türkiye olarak felâketlerin tabiî
olmayanlarıyla da mücadele ediyoruz son yıllarda. Mayıs 2013’te başlayıp tüm
yurda yayılan Gezi Ayaklanması, dershane krizinin hesaplaşması olarak başlayan 17/25
Aralık yargı kumpası, MİT tırları üzerinden Hakan Fidan’a kurulmaya çalışılan tuzak
ve Cumhuriyet tarihinin en kanlı darbe girişimi olan 15 Temmuz, bunlardan
birkaçı.
Aynı dönemde başlayıp hâlen devam eden ve başını ABD başkanlarının
çektiği “Türk siyâsetine müdahale” senaryoları ile döviz kurları ve ambargolar
üzerinden oynanan ekonomik oyunlar da cabası…
Eskiden, “Ne büyük ülkeymişiz be, yiye yiye
bitiremediler!” derdi vatandaş iktidarların yönetim şeklini eleştirirken.
Devletin hantallığı ve partizan atamalarla çiftliğe döndürülmüş kamu
kurumlarında yok olan paraların yanında kişilerin yediklerini saymaya bile
gerek görülmezdi pek. Günah keçisi olarak önümüze atılan birkaç isimle uğraşır,
buzdağının altını göremezdik hiç. Ama gerçekten de yiye yiye bitmezdi Devletin
kaynakları. Devlet olarak borçlanıp faiz öder, sonra da yatırım yapmaya paramız
kalmayınca yeniden borçlanırdık. Vatandaş olarak iki anahtar hayâliyle
verdiğimiz oyun karşılığında eldeki anahtarı koruma gayretine dalar, enflasyonu
kader gibi algılar, sigara, gaz yağı ve margarin kuyruklarına alışmış olsak da
düzenli elektrik ve su kesintilerinde biraz isyan ederdik. Bir tek kömür
çıkartırdık şu verimli toprağın altından; her yıl onlarca grizu patlamasının
kayıplarına aldırmadan…
Evet, ülke büyüktü ve yemekle bitmedi belki ama
sömürülmeye devam etseydik bir gün bitecek ve iflâsın ne demek olduğunu acı acı
tecrübe edecektik. Şükür ki bu olmadı! Önce tarihin en büyük AR-GE kaynaklarını
ayırdık stratejik konulara. Sonra buralardan aldığımız olumlu sonuçları, 80 yıl
bize dayatılmış sömürü düzenine isyan etmek için kullanmaya başladık. Petrolü,
doğal gazı, altını ve boru kendi imkânlarımızla bulup çıkarmanın, savunma
sanayiindeki yatırımlarımızla dışa bağımlılığımızı azaltmanın, bölgesel politikalarla
siyâseten elimizi güçlendirmenin faturasını da tabiî olmayan finansal afetlerle
ödemeyi göze aldık.
Her şeye rağmen ayaktayız çok şükür. Evet, 2013’e göre
gelişmemiz ve zenginleşmemiz bir miktar azalmış olabilir belki. Ancak 2013’e
kadar elde ettiklerimiz, bugün karşı karşıya olduğumuz tabiî afet ve sunî
krizlere dayanabilmemizi sağlamış durumda. Artık dünya ekonomi çevreleri de
global ortalamaların üzerinde büyüme rakamları öngörüyor ülkemiz için. ABD dron
üretimi ve satışımızı durdurma çabasına girmişken, biz ise MİLGEM
tersanelerinde üretilen yerli gemilerimizi ihraç ediyoruz.
Bugün onlarca gelişmiş ülkeyi iflâsa sürükleyecek o
kadar çok felâket yaşadık ki son 8 senedir, 20 yıl önce devralınan ülkeye göre
hâlâ çok çok daha ileride olmamız mükemmel bir sonuç bence. Bırakın muhalefet
128 Milyar doların peşinde koşsun, sosyal medya Devletin kasasından ödenen
yüzlerce milyon TL afet ve pandemi desteklerini görmeyip toplumsal dayanışmanın
bir parçası olan IBAN tartışmasına odaklansın, “Devletin kasası tam takır”
diyenler maaşları geç ve parça parça ödeyen bir devletten tıkır tıkır ödeyen bir
devleti nasıl tesis ettiğimizi düşünmek bile istemesin… Kalpleri gibi gözleri
ve beyinleri de mühürlü olanlar, asgarî ücretin satın alma gücü paritesinde
Avrupa’da yedinci ve ABD’nin çok üzerinde olduğumuzu duyunca üzülseler, 2002’de
19 milyar dolar bile olmayan doğrudan dış yatırımın 2020’de 213 milyar doları
aşmış olmasından rahatsız olsalar da gerçeklerden kaçamayacaklar!
2002’de bütçe açığımız yüzde 11’in üzerindeydi, pandemi
döneminde bu oranın dünya ortalamasının yüzde 12’ye yakın olup bizde ise yüzde
3 buçuk olmasını, aynı dönemde Devletin faiz harcamalarının yüzde 14.4’den 2.7’ye
düşmüş olmasını, millî gelirin de yaklaşık 7 kat artan dolar üzerinden bile üç
kat artarak 720 milyar dolara yaklaşmasını hazmedemeyenler olacak elbette.
Onlar, kendi bekâ sorunlarının, Hükûmet ise Devlet’in
bekâsının derdinde çünkü. Onlar, sömürgecilerin plânlarını uygulayıp
Erdoğan’dan kurtulma çabasına girmişken, Cumhur İttifakı özgür ve
prangalarından kurtulmuş bir Türkiye’nin peşinde.
“Hani paramız yoktu, ihtiyaç sahiplerine bu kadar
ödemeyi nereden yapıyoruz?” diye sorsanız İngiliz bankerleri işaret edecek
kadar cahil bir kesimle uğraşmak zorunda kalmak değil zor olan. Mevcut vergi
düzenlemelerinin çoğunu kendi döneminde de kullanmış olan bir eski Ekonomi
Bakanının çözüm formülünü sadece güvenilirliğe bağlaması, ekonomik sıkıntıları
Suriyeli sığınmacılara bağlayacak kadar çaresiz bir ana muhalefet lideri,
HDP’yi PKK’dan ayrı tutmamızı öğütleyen bir vekilin kendini milliyetçi olarak
tanımlayan muhalefet partisinde genel başkan danışmanı ve yardımcısı olarak
görev yapması da sıkıntı değil. Bizim için en kötü senaryo, vatandaşın
yapılanları görmüyor veya göremiyor olması.
Erdoğan’ın yangın bölgesinde çay atmasıyla olmaz; Hükûmet’in
de, İttifak’ın da haykıra haykıra anlatması lâzım yapılanları. Bu kadar çelmede
nasıl yere kapaklanmadığımızı, üst üste gelen bu kadar afette nasıl mağdur
vatandaş bırakmadığımızı, Almanya’nın İkinci Dünya Savaşı’nda kullandığı piyade
tüfeklerinden kurtulup kendi tüfeğimizi, tankımızı, helikopterimizi, İHA ve
SİHA’mızı, gemilerimizi envanterimize nasıl dâhil ettiğimizi, PKK’yı nasıl
bitme noktasına getirdiğimizi, Suriye’de, Irak’ta, Libya’da, Karabağ’da,
Ukrayna’da nasıl oyuna dâhil olup aleyhimize kurulan plânları bozduğumuzu
anlatması lâzım.
Biz düşmanla uğraşmaktan korkmadık, tabiatın verdiği
zararları telâfi etmeyi bildik. Ama bizi ayakta tutacak olan, “vatandaş”!
Vatandaşı ikna ve mutlu etmek konusundaki sıkıntıları çözmek zorundayız.
Bu felâketler bizi öldürmediğine göre güçlendirecek demektir…