Felâketler Dönemi 2013-2021

Hükûmet’in de, İttifak’ın da haykıra haykıra anlatması lâzım yapılanları. Bu kadar çelmede nasıl yere kapaklanmadığımızı, üst üste gelen bu kadar afette nasıl mağdur vatandaş bırakmadığımızı, Almanya’nın İkinci Dünya Savaşı’nda kullandığı piyade tüfeklerinden kurtulup kendi tüfeğimizi, tankımızı, helikopterimizi, İHA ve SİHA’mızı, gemilerimizi envanterimize nasıl dâhil ettiğimizi, PKK’yı nasıl bitme noktasına getirdiğimizi, Suriye’de, Irak’ta, Libya’da, Karabağ’da, Ukrayna’da nasıl oyuna dâhil olup aleyhimize kurulan plânları bozduğumuzu anlatması lâzım.

DÜNYA, alışık olmadığı afetlerle karşılaşmaya başladı son yıllarda. Heyecanla seyrettiğimiz filmlere konu olan tabiat olaylarının minyatürlerini yaşıyoruz neredeyse. Büyük çoğunluğu küresel iklim değişikliğine bağlanan bu afetlerden Türkiye de nasibini alıyor maalesef. Son iki senedir ardı ardına gelen depremler, çığ felâketleri, pandemi süreci, seller ve yangınlar derken rahat nefes alamadık bir türlü. Haber bültenlerinin ilk birkaç haberi, psikolojik travmalara sebebiyet verecek cinsten.

Aslında Türkiye olarak felâketlerin tabiî olmayanlarıyla da mücadele ediyoruz son yıllarda. Mayıs 2013’te başlayıp tüm yurda yayılan Gezi Ayaklanması, dershane krizinin hesaplaşması olarak başlayan 17/25 Aralık yargı kumpası, MİT tırları üzerinden Hakan Fidan’a kurulmaya çalışılan tuzak ve Cumhuriyet tarihinin en kanlı darbe girişimi olan 15 Temmuz, bunlardan birkaçı.

Aynı dönemde başlayıp hâlen devam eden ve başını ABD başkanlarının çektiği “Türk siyâsetine müdahale” senaryoları ile döviz kurları ve ambargolar üzerinden oynanan ekonomik oyunlar da cabası…

Eskiden, “Ne büyük ülkeymişiz be, yiye yiye bitiremediler!” derdi vatandaş iktidarların yönetim şeklini eleştirirken. Devletin hantallığı ve partizan atamalarla çiftliğe döndürülmüş kamu kurumlarında yok olan paraların yanında kişilerin yediklerini saymaya bile gerek görülmezdi pek. Günah keçisi olarak önümüze atılan birkaç isimle uğraşır, buzdağının altını göremezdik hiç. Ama gerçekten de yiye yiye bitmezdi Devletin kaynakları. Devlet olarak borçlanıp faiz öder, sonra da yatırım yapmaya paramız kalmayınca yeniden borçlanırdık. Vatandaş olarak iki anahtar hayâliyle verdiğimiz oyun karşılığında eldeki anahtarı koruma gayretine dalar, enflasyonu kader gibi algılar, sigara, gaz yağı ve margarin kuyruklarına alışmış olsak da düzenli elektrik ve su kesintilerinde biraz isyan ederdik. Bir tek kömür çıkartırdık şu verimli toprağın altından; her yıl onlarca grizu patlamasının kayıplarına aldırmadan…

Evet, ülke büyüktü ve yemekle bitmedi belki ama sömürülmeye devam etseydik bir gün bitecek ve iflâsın ne demek olduğunu acı acı tecrübe edecektik. Şükür ki bu olmadı! Önce tarihin en büyük AR-GE kaynaklarını ayırdık stratejik konulara. Sonra buralardan aldığımız olumlu sonuçları, 80 yıl bize dayatılmış sömürü düzenine isyan etmek için kullanmaya başladık. Petrolü, doğal gazı, altını ve boru kendi imkânlarımızla bulup çıkarmanın, savunma sanayiindeki yatırımlarımızla dışa bağımlılığımızı azaltmanın, bölgesel politikalarla siyâseten elimizi güçlendirmenin faturasını da tabiî olmayan finansal afetlerle ödemeyi göze aldık.

Her şeye rağmen ayaktayız çok şükür. Evet, 2013’e göre gelişmemiz ve zenginleşmemiz bir miktar azalmış olabilir belki. Ancak 2013’e kadar elde ettiklerimiz, bugün karşı karşıya olduğumuz tabiî afet ve sunî krizlere dayanabilmemizi sağlamış durumda. Artık dünya ekonomi çevreleri de global ortalamaların üzerinde büyüme rakamları öngörüyor ülkemiz için. ABD dron üretimi ve satışımızı durdurma çabasına girmişken, biz ise MİLGEM tersanelerinde üretilen yerli gemilerimizi ihraç ediyoruz.

Bugün onlarca gelişmiş ülkeyi iflâsa sürükleyecek o kadar çok felâket yaşadık ki son 8 senedir, 20 yıl önce devralınan ülkeye göre hâlâ çok çok daha ileride olmamız mükemmel bir sonuç bence. Bırakın muhalefet 128 Milyar doların peşinde koşsun, sosyal medya Devletin kasasından ödenen yüzlerce milyon TL afet ve pandemi desteklerini görmeyip toplumsal dayanışmanın bir parçası olan IBAN tartışmasına odaklansın, “Devletin kasası tam takır” diyenler maaşları geç ve parça parça ödeyen bir devletten tıkır tıkır ödeyen bir devleti nasıl tesis ettiğimizi düşünmek bile istemesin… Kalpleri gibi gözleri ve beyinleri de mühürlü olanlar, asgarî ücretin satın alma gücü paritesinde Avrupa’da yedinci ve ABD’nin çok üzerinde olduğumuzu duyunca üzülseler, 2002’de 19 milyar dolar bile olmayan doğrudan dış yatırımın 2020’de 213 milyar doları aşmış olmasından rahatsız olsalar da gerçeklerden kaçamayacaklar!

2002’de bütçe açığımız yüzde 11’in üzerindeydi, pandemi döneminde bu oranın dünya ortalamasının yüzde 12’ye yakın olup bizde ise yüzde 3 buçuk olmasını, aynı dönemde Devletin faiz harcamalarının yüzde 14.4’den 2.7’ye düşmüş olmasını, millî gelirin de yaklaşık 7 kat artan dolar üzerinden bile üç kat artarak 720 milyar dolara yaklaşmasını hazmedemeyenler olacak elbette.

Onlar, kendi bekâ sorunlarının, Hükûmet ise Devlet’in bekâsının derdinde çünkü. Onlar, sömürgecilerin plânlarını uygulayıp Erdoğan’dan kurtulma çabasına girmişken, Cumhur İttifakı özgür ve prangalarından kurtulmuş bir Türkiye’nin peşinde.

“Hani paramız yoktu, ihtiyaç sahiplerine bu kadar ödemeyi nereden yapıyoruz?” diye sorsanız İngiliz bankerleri işaret edecek kadar cahil bir kesimle uğraşmak zorunda kalmak değil zor olan. Mevcut vergi düzenlemelerinin çoğunu kendi döneminde de kullanmış olan bir eski Ekonomi Bakanının çözüm formülünü sadece güvenilirliğe bağlaması, ekonomik sıkıntıları Suriyeli sığınmacılara bağlayacak kadar çaresiz bir ana muhalefet lideri, HDP’yi PKK’dan ayrı tutmamızı öğütleyen bir vekilin kendini milliyetçi olarak tanımlayan muhalefet partisinde genel başkan danışmanı ve yardımcısı olarak görev yapması da sıkıntı değil. Bizim için en kötü senaryo, vatandaşın yapılanları görmüyor veya göremiyor olması.

Erdoğan’ın yangın bölgesinde çay atmasıyla olmaz; Hükûmet’in de, İttifak’ın da haykıra haykıra anlatması lâzım yapılanları. Bu kadar çelmede nasıl yere kapaklanmadığımızı, üst üste gelen bu kadar afette nasıl mağdur vatandaş bırakmadığımızı, Almanya’nın İkinci Dünya Savaşı’nda kullandığı piyade tüfeklerinden kurtulup kendi tüfeğimizi, tankımızı, helikopterimizi, İHA ve SİHA’mızı, gemilerimizi envanterimize nasıl dâhil ettiğimizi, PKK’yı nasıl bitme noktasına getirdiğimizi, Suriye’de, Irak’ta, Libya’da, Karabağ’da, Ukrayna’da nasıl oyuna dâhil olup aleyhimize kurulan plânları bozduğumuzu anlatması lâzım.

Biz düşmanla uğraşmaktan korkmadık, tabiatın verdiği zararları telâfi etmeyi bildik. Ama bizi ayakta tutacak olan, “vatandaş”! Vatandaşı ikna ve mutlu etmek konusundaki sıkıntıları çözmek zorundayız.

Bu felâketler bizi öldürmediğine göre güçlendirecek demektir…