Fedakâr olan taraf hep kadın mı olmalı?

Mutlu evlilikler için fedakârlık muhakkak gereklidir. Fakat fiziksel görünüm ve giyim tarzını değiştirme, eşinin ev içi sorumluluklarını üstlenme, iş-kariyer değişikliği, iş hayatını sonlandırma, eğitim hayatına ara verme ya da vazgeçme, hobilerinden, alışkanlıklarından feragat etme gibi fedakârlıklarda bulunanlar, istisnaları olsa da hep kadınlar mı olmalıdır?

KENDİ çıkarlarından, sahip olduğun şeylerden vazgeçmek… Cümle kısa gibi görünse de üzerinde saatlerce konuşulup sayfalarca yazılabilir.

Fedakârlık, özellikle bizim toplumumuzda -nedense- kadınlara yüklenen bir özellik olarak göze çarpmaktadır. Dünyaya geldiği günden itibaren, küçücük kızlarımızdan başlayarak yüklenen bu öğreti nedeniyle kadın, ölünceye kadar bu rolden çıkamaz. Evde en büyük çocuk kız ise, kendinden küçük kardeş de fedakârlık ister. E sonuçta kadın dediğin fedakâr olur, kendinden önce çocuklarını düşünür, ailesini düşünür, kocasını düşünür. Düşünür de düşünür…

Bir akşam televizyon ekranlarında çok bilindik bir dizinin iki dakika süren sahnesine denk geldim. İki dakikayı özellikle belirttim, çünkü bu kısacık zaman içinde, aslında birçoğumuzun tüm hayatının özeti vardı. Genç bir hanımın doktora serzenişi dikkatimi çekti. Henüz 30’lu yaşlardaki kadın, mutsuz bir evliliği yürütmeye çalışıyor. Aynı zamanda 8-9 yaşlarında bir kız çocuğu annesi… Maddî durumu oldukça iyi bir aile… Eşi ile sorunlarının ne olduğunun fazla bir önemi yok. Çünkü hayatta sorunlar, zorluklar hep vardır. Önemli olan, kişinin kendisi ve hayata karşı duruşudur. Sarf ettiği cümle aynen şu şekildeydi: “Annem ve babam beni hiç sevmediler. Sevselerdi, beni öyle hediye paketi gibi büyütürler miydi hiç?”

Anneler ve babalar çocuklarını hiç sevmez olurlar mı? Elbette insanın evlâda duyduğu sevginin ölçüsü ve tarifi yoktur. Fakat belli ki, çocukluğunda bir prenses gibi üzerine titreyerek büyütülmüş. Hayat, ailesi tarafından düşünmesine, emek vermesine, alın teri dökmesine, zorlanmasına gerek kalmadan altın tepside sunulmuş. İstekleri -dile getirmesine fırsat verilmeden- yerine getirilmiş. Fedakârlığın ne demek olduğunun zirvesini görmüş. Evlenirken de, “Evlilik fedakârlık ister” diye tembihlenmiş. Gerisini siz düşünün…

Şimdi buraya kadar olan kısımdan “Fedakârlık kötü bir şey mi?” sonucunun çıkmasını istemem. Fedakârlık asla kötü değildir. Hele “Önce ben” diyen, hep kendini düşünen insanların fazlaca yer aldığı toplumlarda şifa niyetinedir. Burada üzerinde durulması gereken kısım, fedakârlıkta bulunurken miktarını iyi ayarlayabilmek. Bir miktar fedakârlığa asla itirazım yok. Anneyseniz, fedakârlık etmeden çocuk büyütülmez. “Ben istediğim saatte gezer tozarım, kafama göre yaşarım” mantığıyla sağlıklı çocuk yetiştirmek pek mümkün olmasa gerek. Lâkin bu dünyada hiçbir şey sınırsız olmadığı gibi, fedakârlık göstermenin de bir sınırı olmalı. Fazla fedakârlık vefasızlık getirirmiş.

Evlilik, kadın ve erkeğin birlikte yaşamak amacıyla yaptıkları bir sözleşmedir. “Evlilik” kelimesini bir vazo olarak hayâl edelim. İçine sevgi, şefkat, hoşgörü, emek, sabır, saygı, paylaşma isimli çiçekleri yerleştirelim. Suyunun içine -tüm bunları besleyen- bir miktar fedakârlık katalım. Şimdi bu vazoyu evin en güzel yerine koyalım ve çiçeklerin her gün bu olgularla bezeli kokularını evliliğin üzerine salmasına izin verelim. Nasıl bir evlilik olacağını siz tahmin etmişsinizdir. Bu arada vazonun suyunu belli aralıklarla tazelemeyi sakın unutmayın! Her şey gibi evlilikler de zaman içinde solmaya başlarlar. Eğer karı-koca buna fırsat verirse…  

Aynı zamanda bir iletişim ve etkileşim sistemi olan evlilik, kadın ve erkeğin hayatına birtakım önemli değişiklikleri de beraberinde getirir. Kurulan yeni düzenin adı birlikte yaşamdır. Evlilikte bir arada nasıl yaşanacağını da bilmek önemlidir. Eşlerin birbirlerine karşı tutum ve davranışları çok önemlidir. Çünkü bu düzenin içinde belli sınırları olan yeni hak ve sorumluluklar vardır. Aile içi ilişkilerde sınırların belirsiz olması, sorumlulukların paylaşımını etkiler. Son yıllarda birçoğumuz birlikte mutluluk kurmaktan öte mutlu edilebileceğimiz ilişkinin hayâlinde gezer olduk. Diğer taraftan ise fazla fedakârlık ya da tek taraflı fedakârlığın getirdiği tükenmişliğin sonucu olarak “Saçımı süpürge ettim”  diyen annemize benzememek adına daha fazla savunma ve direnç ile başlar olduk ilişkilere.

Mutlu evlilikler için fedakârlık muhakkak gereklidir. Fakat fiziksel görünüm ve giyim tarzını değiştirme, eşinin ev içi sorumluluklarını üstlenme, iş-kariyer değişikliği, iş hayatını sonlandırma, eğitim hayatına ara verme ya da vazgeçme, hobilerinden, alışkanlıklarından feragat etme gibi fedakârlıklarda bulunanlar, istisnaları olsa da hep kadınlar mı olmalıdır? 

Evliliklere bir de çocuk dâhil olduğunda kadının toplum içindeki rollerine bir yenisi daha eklenir: Annelik… Bir genç kızken eş, yuva ve çocuk sahibi olan anne, sosyal konumda farklı bir yerde görülür. Evin genç kızı evlilikle birlikte aile içinde karar veren ve verdiği kararların sorumluluğunu taşıyan biridir. Annelikle birlikte bu sorumluluk daha da artmaktadır. Kadın, beyin olarak anneliğe programlıdır. Çocuk olduktan sonra annelik programı devreye girer ve anne, tüm benliğiyle katılır bu programa. Artık bütün dünyası çocuktur.

Kadın ister evlilik hayatında, ister çocuklar noktasında fazla fedakârlık gösterdiği vakit, bir süre sonra karşı tarafın da doğal olarak kendisi için fedakârlık yapmasını bekler. Çünkü yaptığı fedakârlığın dozu öyle artmıştır ki farkında olmadan kendi yapabileceklerinin sınırını zorlamıştır aslında. Olması gereken eşik çoktan aşılmıştır. Fakat diğer taraf bunu göremez. Kendisine sunulan elmas bile olsa bedava olduğu için kıymetini anlayamaz. Çünkü artık göreviniz olmadığı hâlde tamamen iyi niyetinizden, sınırlarınızı zorlayarak yapmış olduğunuz görevler, artık aslî görevleriniz addedilmiştir. Bundan sonra fedakârlıktan bahsedebilmek için onun üzerine bir şeyler koymak zorundasınızdır. Öyle ki, gün gelir, fedakârlık yapacak hareket alanı bulunamayabilir.

Fedakârlığın artısına, fazla fedakârlığın da eksilerine dair Mevlâna’nın şu iki cümlesi oldukça manidardır: “Sevgide fedakârlık yolunu bulamayanları asla gönül kapınızdan içeri sokmayın” diyen Mevlâna, “Seni sevmeyene fazla sabır gösterme, sabrın adı yüzsüzlük olur. Bu kadarla kalmaz, fedakârlığın adı eziklik, sevgin de kişiliksiz olur” der.

Fedakâr olun. Tabiî abartıya kaçmamak şartıyla…