Fazlası zarar

Hayatta yaptıklarımıza “Bizde böyle yapılır!” demek yerine, “İslâm’da nasıl yapılırsa öyle yapalım” dersek, hem kendimize İslâm’la daha da fazla uyuşan bir gelenek, hem de hayatımızda kaçırmadığımız noktalar elde ederiz.

KÜÇÜKLÜĞÜNÜZDEN bir günü hayâl edin. Bir bayram günü meselâ… Ya da bayram günü olmasına gerek yok, etrafınızda babaanne, dede veya yaşı babanızdan ve annenizden büyük olan bir amcanız, dayınız var ve siz bir şeyden rahatsız olmuş, bir şeyi sevmemiş, olmasını istememişsiniz ya da hiçbir şey olmamış da sadece çocuk olduğunuz için ağlıyorsunuz… Anneniz ya da babanız ne yapar?

Muhtemelen babanız, ağlayarak etrafa verdiğiniz rahatsızlıktan dolayı rahatsız olur ve ortamda anneniz var ise ona bir kaş göz işâreti, değilse, çağırarak sizi bir diğer odaya gönderir. Peki, neden o an kucağına alıp da sakinleştirmez, sarılmaz, pışpışlamaz? Çünkü ayıptır. Kendi canından kanından olan bir çocuğu ağlamasa bile kendinden büyük birinin olduğu bir ortamda sevmek, sarılmak, “Ne oldu babasının/annesinin canı?” demek ayıptır. Yani sevilmeye, korunmaya ve sakinleştirilmeye en çok ihtiyaç duyan küçücük bir çocuğu sevmek, korumak ve sakinleştirmek ayıptır.

Aynı örneğe bambaşka bir zamanda bambaşka bir kişiyle bakalım. Aynı olayı Peygamber Efendimiz yaşasaydı, canının canı olan Hasan ağlarken ne yapardı? Ya da ağlamazken? Etrafında herhangi biri varken, peygamberken, bir çocukla ilgilenir miydi? Hem de ağlayan bir çocukla? Kesinlikle ilgilenirdi!

Mescidinde ashabıyla oturan Efendimizi hayâl edelim meselâ; Hazreti Hasan daha küçük, mescidine koşmuş Dedesinin, oturduğunu görmüş ve koşuyor kucağına oturmak için… Belki de Hazreti Hüseyin’le yarış yapıyorlar kim önce kapacak diye. Ayağı takılıp düşüyor, dizi kanıyor belki ve ağlamaya başlıyor… Efendimiz orada Hazreti Hasan’dan rahatsız olup eşlerinden birini çağırarak kaş göz işâretiyle, kızgın bir suratla “Bir çocuğa bakamadınız” der gibi torununu dışarı çıkarmalarını ister miydi? Yoksa canı yanan canı için koşup sarılır, unutması ve gülmesi için uğraşır mıydı? Koskoca Peygamber, ne yapardı? O kadar insanın, Kendinden yaşça büyüklerin içinde, hâttâ bir de önemli bir konu konuşurken ne yapardı?

Bence, Hasan’ının acısını unutması için sırtına bile bindirirdi ashabıyla dolu mescidinde. Çünkü merhameti, ahlâkı bunu yaptırırdı ona. Çünkü Kendisine de dedesi Abdulmuttalib bunu yapardı. Kureyş’in meclisinde yanında oturtur, önce o yemeğe başlasın diye beklerdi. Canıydı çünkü O. Nasıl ki O, Abdulmuttalib için değerliydi, Kendi torunları ve çocukları da O’nun için aynı değeri taşıyordu. Ümmetinin de bu yüzden kendi çocuklarını değerli görmesi gerekirdi.

Aradan geçen bin 400 yıl bizi çok değiştirmişti. Bırakın çocuğumuzu sevmeyi, babalarına ve annelerine bile sevgisini hissettiremeden toprağa gönderen nice insanlar var yanımızda yöremizde, belki içimizde. Kendimizi kaptırıp “Bizde böyle!” adındaki at gözlüklerimizi takıyoruz çoğu zaman. Belki kaçışımız oluyor bu, belki de gerçekten istediğimiz… Hâlbuki durup, karşılaştığımız olaylar hakkında düşünsek “Şimdi Efendimiz olsa ne yapardı?”, “Bize yıldız gibi yolumuzu gösteren sahabeler ne yaparlardı?” diye. Gerçi o zamanda doğru cevabı bulabileceğimize emin değilim. Sonuçta bizim bildiğimiz İslâm, direkt kendimizin okuyup öğrendiği, araştırdığı saf İslâm değil. Anadolu geleneği ve âdeti ile yoğurulmuş, hâttâ bazı noktalarda istilâ edilmiş hâlde... Bu karışımın kötü bir şey olduğunu savunmam, bu bizim ne kadar uzun yıllardır Müslüman olduğumuzun, onu tamamıyla benimsediğimizin de bir göstergesi aslında.

Fakat yukarıda verdiğimiz gibi, geleneğin esiri olduğumuz için kaçırdığımız birçok nokta olduğunu da kabul etmeliyiz. Hayatta yaptıklarımıza “Bizde böyle yapılır!” demek yerine, “İslâm’da nasıl yapılırsa öyle yapalım” dersek, hem kendimize İslâm’la daha da fazla uyuşan bir gelenek, hem de hayatımızda kaçırmadığımız noktalar elde ederiz.