Faylar kırılıyor ama sabit fikir kırılmıyor

Türkiye deprem kuşağındadır ve buna uyumlu bir şekilde inşaat sektörü ile yoluna devam etmelidir. Bilimsel verilerin hepsi ve bütün gerekler yerine getirilip gerisini Allah’a (cc) bırakmak lâzım. TOKİ’de her şey yapılmış, dimdik ayakta.

İNSANIN en büyük yanılgısı, kendi hatasını görmek istememesi, haklı eleştiriye açık olmaması ve kendisine ait olduğunu zannettiği düşüncelerin aslında fikir köleliği olduğunu idrak edememesidir.

Düşünmek zor iş olduğundan, insanların bazıları başka düşünceleri birleştirerek yeni şeyler ürettiklerini sanırlar. Gerçek anlamda yeni fikir üreten insan sayısı çok azdır. Ya da yeni fikir diye ileri sürülen fikirlerin büyük kısmı daha önceki fikirlerin farklı libas giymesinden başka bir şey değildir.

Günümüz dünyasında iki ana omurga, işi fikir açısından omuzlamıştır. Üçüncü bir yol ise gerçekte olmamasına rağmen, “Ne şiş yansın, ne kebap” bâbından, her tarafı idare etme meyli vardır. İki ana fikir omurgasından birincisi, madde ve nesnelerin birbirlerinin sebepleri olarak sonuçlar üzerinde tesirleri olduğuna dair fikirdir ki Batı dünyası bu ateşin içinde yanıp tutuşmaktadır. İkincisi ise, her tarafta “evren” denen ve bunun içindeki olayların var olduğu, ancak bunları önceden plânlayan ve büyük bir hakikatin yansıması olarak birinci fikri perde olarak ortaya koyan Yüce Akıl ve eserlerin olduğu esas fikirdir.

Birinci fikir madde ve görsel eksenli olduğundan, ölçemediği, anlayamadığı ve idrak edemediği her şeyi yok saymaktadır. Bir sebebi başka bir sonucun hakikî etkisi olarak görmek, Yüce Bir Yaratıcıya şirk koşmaktır. Batılılar bu dünyayı esas olarak aldıklarından, bütün güçlerini bu dünyada kullanmaktadırlar. Bunun için var güçleriyle çalışıp güçlü olmayı amaç edinmişlerdir.

Batılıların güçten anladıkları şeyin temelinde “maddî” eksen görünüyor. Fakirin Batı dünyasında yaşama hakkı yoktur. Ekonomik açıdan fakir insanlar Batılılar nezdinde ikinci sınıf bir nesne gibidirler. Avrupalıların sokaklarda mültecilere metal para atıp eğlenmeleri de bunun göstergesidir. Batılılar dün böylelerdi, şimdi de böyleler. İnsanat bahçelerini yapanlar onlardır; 1900’lerde Fransa’nın devlet erkânı da mültecilere metal para atıp eğlenmişti. Yüz yıl öncesine kadar Batı’da kadın, satılan bir meta gibiydi.

Bizim ecdadımızdaysa bin yıl önce dünyanın ilk kadın valisi görevdedir. İkinci ve üçüncü kadın valiler de görevdedir. Kadın devlet başkanları ve komutanlar görevdedir. Örnek mi istersiniz? Selçuklu tarihine bakınız!

Bunları deprem vesilesiyle bir türlü kırılmayan sabit fikir fay hatlarının insanı ne hâle düşürdüğünü ortaya koymak için yazdım. Sebeplerin sonuçları doğurduğu ve esas etkinin sebepler olduğunu ortaya koymak birinci tür Batı tarzı fikir olur ki Allah’a (cc) şirk koşmak gibidir. Müslüman kimse sebeplerin olaylar üzerinde hakikî tesiri olmadığını ve sebeplerin imtihan sırrı olduğunu bilmekle mükelleftir.

Allah (cc) sonuçları sebeplerle birlikte yaratarak “imtihan sırrı” açısından “büyük bir tuzak” kurmuş oluyor. Sanırım son günlerde depremle alâkalı olarak söz konusu olan “sır” kavramına bu noktadan bakmak çok daha doğru olacaktır.

Olayların akla uygun açıklanma şekli daha çok fen bilimleri açısından olduğundan, bunların daha çok Batı kaynaklı olmasıyla, bilimsel veriler üzerinden Batı’nın fikirsiz fikir dünyası, Müslüman toplumlara da sirayet etmiş durumdadır. Günümüzde toplumların büyük çoğunluğu bu noktadan düşünüyor.

Bilim, aklın gözüdür. Bunu inkâr etmediğim gibi, kendim de bir fen bilimci olarak konuya bir Müslüman formunda kul olabilmekle bakmam gerektiğinin yükünü omuzlarımda hissediyorum. Bu nedenle örneği de bir fen bilimi üzerinden vererek kişinin bilmediği konuda insanları etki altında bırakacak söylemlerde bulunmasının vebali olduğunu düşünüyorum.

Elimizdeki bir nesneyi bıraktığımızda yere doğru düşer. “Yerçekimi olduğu için düşüyor” diyoruz bu durumda. Son günlerde moda olmaya başlayan başka bir fikir ise, “Bir cisim bırakıldığında, alanlar etkisiyle cisim dünyaya doğru itilir” şeklindedir. “Her iki durumda da elimizdeki nesneyi bıraktığımızda düşüyorsa, bir nedenle düşüyor” diyebiliyoruz. Bu bilimsel bir akıl yürütme ve olayları anlayıp açıklama tekniğidir.

Önemli olan, bundan sonrasına odaklanmaktır. Yani taşı düşüren yerçekimi mi, yoksa Yüce Bir Yaratıcı, taşı yerçekimini perde yaparak mı düşürüyor? Bence imtihan sırrı açısından yerçekimi insanların gözlerinin önüne konularak, Yaratıcının özellikleri yerçekimine mi, yoksa Allah’a (cc) mı isnat edilecek, esas mesele işte budur.

İman, taklidî ve tahkikî şeklinde iki gruba ayrılır. Taklidî imanın ne derece geçerli olduğu ortadadır. Üç günlük dünya hayatında tahkikî imanı elde etmek esas meseledir. Bu ise zor olan düşünme, idrak etme ve hakikî anlamda her şeyin esas tesirinin Allah (cc) olduğunu idrak etmekte yatıyor.

Dünyadaki eğitim sistemlerinin, özellikle de fen bilimlerinin temelinde Batı düşünce tarzı yatar. En son Osmanlı döneminde farklılıklar vardı, onlar da ortadan kalktı. Şöyle ki; dünyadaki bilimsel unvanlar tek tiptir ve en önemli basamaklarından birisi, bir alanda doktora yapmaktır. Doktor (Dr, Doctor of Philosoph) kelimesinin unvan olarak dünyaya dayatıldığı süreç, Sir Isaac Newton dönemidir. Peki, bu unvan neden bu aşamada dünyanın her tarafını sardı? Çünkü İngiliz Kraliyet Ailesi, Newton’a bu unvanı kraliyet ailesinin dünya görüşlerini “bilim perdesi” altında kalmak şartıyla vermişti. Newton hayatı boyunca bu duruma sadık kaldı ve İngiliz Kraliyet Ailesinin hiçbir fikrine ters bir şey söylemedi. Bu öyle bir fikirdi ki belli ve dar bir alanda yapılan bilimsel sonuçlar dünya felsefesinin temeli olacak şekilde sürekli çalışıldı. Günümüzde de gerek Hıristiyan, gerekse Müslümanların bir kısmı ve diğer dinlerdeki kişilerin düşünce sisteminde işte bu Newton’un temellerini attığı skolastik düşünce yatar. İnsanların çok büyük kısmı bu fikrin kölesi, müteessiri ve savunucusu olduğunu bile bilmez.

Olayı depreme bağlarsak…

Düşünmek zor ve tarafgirlik sıkıntılı bir durum olduğundan, Batı’nın dünyaya dayattığı her şeyi maddede (sebep-sonuç ilişkisinde) aramak ve taraftar olduğunun yanlışlarını görmezden gelmek sıkıntılı bir durumdur.

“1999’daki Gölcük Depremi’nde ABD savaş gemileri vardı deprem oldu” ve “2023’te ABD savaş gemileri vardı, deprem oldu” derseniz, derler ki, “2014’te ABD savaş gemileri vardı, deprem olmadı. 2015’te ABD savaş gemileri vardı, deprem olmadı. 2016’te ABD savaş gemileri vardı, deprem olmadı. 2017’de ABD savaş gemileri vardı, deprem olmadı. 2018’de ABD savaş gemileri vardı, deprem olmadı. 2019’da ABD savaş gemileri vardı, deprem olmadı. 2020’de ABD savaş gemileri vardı, deprem olmadı. 2021’de ABD savaş gemileri vardı, deprem olmadı. 2022’de ABD savaş gemileri vardı, deprem olmadı”.

Ayrıca ABD’nin elinde deprem oluşturacak HAARP olsaydı, 2016’da yüzde yüz kullanırdı ve bütün Türkiye’yi yerle bir ederdi.

Deprem doğal bir afettir.

Sonuçları kötü olmuştur.

Müteahhit olan vekil, belediye başkanları, çürük binalara imza atanlar ve onları fikren savunanlar, depremin enkazının altında kaldılar. İşimiz kolay aslında. Önümüzde seçimler var. Müteahhitlerin eleştirilmemesini siyâsî kaygı olarak görüyorum. Bütün siyâsî partilerin ekonomik omurgasında inşaat sektörü yer alıyor. İhale Yasası en fazla değişen yasa olmasına rağmen hiçbir siyâsî partinin buna itiraz ettiğini göremezsiniz.

TOKİ gibi ayakta, dimdik duran ve depremde yıkılmayan bazı binalar varken, ihmâli olanlar hukuk karşısına çıkartılır. Bu birinci durumdur. İkinci durum ise, önümüzdeki seçimlerde ihmâli olan veya akıllarda şüphe belirten hiçbir inşaatla ilgilenen meslektaşı milletvekili adayı göstermemektir. 85 milyon içinde eğer bu yapılamıyorsa bu durum onların vazgeçilmez birileri olduğunu gösterir ki bunu kabul etmek mantıklı durmuyor.

Türkiye deprem kuşağındadır ve buna uyumlu bir şekilde inşaat sektörü ile yoluna devam etmelidir. Bilimsel verilerin hepsi ve bütün gerekler yerine getirilip gerisini Allah’a (cc) bırakmak lâzım. TOKİ’de her şey yapılmış, dimdik ayakta. Normalde TOKİ binalarını düz ve ruhsuz bulurum, biraz eski Rusya binalarını anımsatır. Ancak işi erbabına verince sonucu gördüm. TOKİ evlerinde emeği geçen herkesi takdir ediyorum. Bu fikrimden vazgeçiyorum. TOKİ, inşaat alanında örnek alınmalıdır.

Ancak, “Depremi HAARP yaptı” gibi bir sebep-sonuç ilişkisiyle Newtoncu görüşe sımsıkı sarılmayı da doğru bulmuyorum. ABD ve AB ülkeleri ekonomik olarak düşüş aşamasına girmiştir. Yirmi yıldır bu böyledir. Bu aşamada ABD’nin elinde deprem oluşturacak HAARP silahı olsa, inanın 2016’da FETÖ’cü darbe kalkışmasında kullanırdı. HAARP sadece ufak bir proje olarak devam ediyor. Bırakın deprem oluşturmayı, bir tepeyi bile yerinden oynatamaz. HAARP savunuculuğu yapmak, Allah’ın (cc) kullarına kurduğu imtihan sorununa yanlış cevap vermektir.

Depremde kaos bekleyenler avuçlarını yaladılar. Devlet-millet bir oldu, birlik ve beraberlik çıktı. Olimpos dağının çocuklarının elleri yine boş kaldı.