BİZE ait topraklarda gezinmenin haklı gururunu yaşarken, düne
ait tarihî dokunun kokusunu solukluyoruz. Bosna-Hersek’e ayak bastığımız
günlerde, Osmanlıca zorunlu ders olma yolunda hüsnü kabul görüyordu. Tam bu
noktada, “Keşke seneler evvel konuşulsaydı
bu ve çıksaydı da bir mezar taşında, bir cami yahut külliyenin kitabesinde,
kalenin burcunda yazılanları bizzat kendim okusaydım rehbere ihtiyaç duymadan”
dedim –diyorum-.
Gezi rehberlerimiz ve kılavuzlarımız bize sık
sık “Boşnakça bu nedir?” diye
soruyorlar, tahminlerde bulunuyoruz ama nafile! İşin sırrı sonradan çıkıyor; kaşık,
limon gibi kelimeler Türkçe ile birebir aynı. Tıpkı “Sabah şerifleriniz
hayrolsun” gibi. Ama bir söz var ki, dilimize pelesenk ettiğimiz “Allah’a imanet”…
Yani bizim de günlük dilde sıklıkla kullandığımız “Allaha’a emanet ol”, “Allah’a
ısmarladık” ile birebir aynı muhtevayı içeriyor.
13. asrın hemen başında başlayan ilk Türk akınları
(1386) ardından, Kral Stefan Tomeseviç’in Bosna'da yaşayanlara adil davranmaması
üzerine Fatih Sultan Mehmed Han, bölgeyi Osmanlı topraklarına dâhil ederek
sancak haline getirdi ve bir de ferman yayınladı: “Kilise ve rahiplere engel olunmaya, rahatsızlık verilmeye, canlarına,
mallarına ve dışardan getirecekleri misafir ve delegeler koruma altına alına!”
(1463)
Kanuni Sultan Süleyman Han zamanında eyalet statüsüne alınan
Bosna eyaletine atanan ilk beylerbeyi ise Gazi Ferhad Paşa’dır. 19. asırda
yaşanan gelişmeler ve Osmanlı’nın aldığı yenilgiler Bosna eyaletini de etkiler
ve 1878'de imzalanan Berlin Antlaşması ile Bosna, Avusturya-Macaristan
denetimine bırakılır.
1. Dünya
Harbi’nin başladığı yerdir Bosna
28 Haziran 1914'te, Avusturya Veliahtı Franz
Ferdinand'ın Saraybosna'da Bosnalı bir Sırp öğrenci tarafından öldürülmesiyle
Birinci Dünya Harbi başlar. Bundan yaklaşık 4 yıl sonra, 26 Ekim 1918'de, Sırp,
Hırvat ve Sloven Krallığı’nın bir parçası olarak Sırbistan’la birleştirilen
Bosna-Hersek, 1946'da Yugoslavya'yı meydana getiren altı halk cumhuriyetinden
biri olarak kültürel kimliğine yeniden kavuşur.
1971'de eski Yugoslavya Devlet Başkanı olan Mareşal
Tito (Josip Broz), Müslümanlara ulus
statüsü tanıdıktan yaklaşık 9 yıl sonra 1980’de ölür. Tito'nun ölümünden sonra
etnik ve dinî çatışmalar yeniden alevlenir. 90’lı yılların hemen başında Soğuk Savaş'ın son bulması ve sona eren komünist rejimle
birlikte Sosyalist Sovyetler Birliği ile Doğu bloku
ülkelerindeki reformist hareketler yeni devletlerin doğmasına sebebiyet verdi.
Bu süreçten Yugoslavya’da etkilendi ve Hırvatistan ile Slovenya'nın bağımsızlık
kararı almasını tetikledi. Ancak Sırbistan, alınan bu kararı tanımadı. Avrupa
Teşkilatı (AT) ile Almanya'nın araya
girmesiyle savaşın eşiğinden dönüldü.
Ve
savaş yeniden alevlenir
Takvimler 1990 sonlarını gösterdiğinde seçimleri
kazanan Aliya İzzetbegoviç, Mart 1992'de gerçekleştirdiği referandumla
Bosna-Hersek'in bağımsızlığını ilan etti. 7 Nisan
1992'de ABD ve diğer Batılı ülkelerce tanındı. 22 Mayıs 1992'de de Birleşmiş Milletler’e
yaptığı üyelik başvurusu kabul edildi.
Bunun üzerine Bosna-Hersek, Sırpların saldırısına
maruz bırakıldı. Aşırı milliyetçi Slobodan Miloşeviç ve onun
desteklediği militanlarca Büyük Sırbistan'ı kurma hayalleri ile sistematik bir
katliam gerçekleştirildi. Dönemin Bosna-Hersek Başbakanı
Hakkı Turayliç, Birleşmiş Milletler’e ait askerî araçtan indirilerek Sırplar
tarafından şehit edilince savaş şiddetlendi ve önü alınamaz bir hale büründü.
Srebrenica, 1993'te Birleşmiş Milletler tarafından
“güvenli bölge" olarak ilan edildi. Amaç, barış görüşmeleri için
güvenilebilir bir zemin oluşturmaktı.
Mayıs 1995'te, Sırpların Saraybosna'daki
kuşatmayı şiddetlendirmesi üzerine NATO, Sırplara karşı bir hava saldırısı
düzenlendi. Buna misillemede bulunan Sırplarsa güvenli bölgeleri bombaladılar. Srebrenica‘daki
Boşnaklar, Hollandalı askerlerin kendilerini savunmasını istese de aldıkları ret
cevabıyla birlikte silahsız ve yalnız bırakıldılar. Temmuz 1995'te, General Mladic
komutasındaki Sırp güçleri, Srebrenica'daki Hollandalı Birleşmiş Milletler
güçleriyle anlaşarak şehri hedef aldı. Yaklaşık 25 bin Boşnak, Sırp tehdidi üzerine
Potoçari'ye geçti.
Hollandalı Birleşmiş Milletler gücü, Sırpları
engellemek yerine onlara katliam konusunda yardımcı oldu. Kadın ve çocuklar
ayrıldıktan sonra, askerlik çağına gelmiş olan erkekler kamp yakınında kurşuna
dizilerek öldürüldüler. Srebnenica Katliamı, II. Dünya Savaşı'ndan sonraki en
büyük soykırımdır. Tam 8 bin 372 Boşnak, bir günde şehit edilmiştir. Srebrenica
Katliamı’ndan sonra Batı’nın Sırplar üzerindeki artan baskısı sonucu, 1995 yılı
sonlarında savaş son buldu.
“İki şeyin başlamasına
sen karar verebilirsin: Ateş ve savaş… Ama nerede duracaklarına sen karar veremezsin!”
diyor bir yazar.
Evet, savaşın durduğu yere bakınca acı bir bilanço
vardı;
Avrupa’nın göbeğinde ve dünyanın gözü önünde tam 3 buçuk yıl süren savaşta 100 binin üzerinde Boşnak yaşamını yitirdi.
Sırplar, Müslüman kadınlara tecavüz edip başta erkekler olmak üzere masum sivilleri toplama kamplarında
acımasızca öldürürken Batı sadece seyretmekle yetindi.
Savaş sonunda Dayton Barış Antlaşması
imzalandı. Ülkede barışı tesis edecek uluslararası bir konsey kurulur. Böylece
üçlü cumhurbaşkanlığı sistemiyle ülkedeki üç etnik grup, Boşnaklar, Sırplar ve
Hırvatlar tarafından temsil edilecektir.
Diriliş vakti
Şimdi suskun bayırlar sessiz sedasız duruyor;
bir zamanlar at ve kılıç kişneyişleriyle şaduman olan ovalar… Bulutlar kurak,
dağlar çıplak, ayaklar ise yorgun… Ve asırlara meydan okuyor inadına ayakta
duran çınarlar. Setleri, bentleri zorluyor çağlayanlar; hem önünde kim durur denize
koşan suların? Çokça kan aktı yeryüzüne, biraz da kar düşsün, erisin Ayyıldız
gölgesine. Vakit, diriliş vaktidir!
“Avrupa medeniyetinin öldüğü yerdir Bosna”
Eski Yugoslavya izlerine iyi bakıldığında,
Tito’nun savaşmadan, öldürmeden birtakım yıkımlara imza attığını görebiliriz. Mesela
1945 yılına kadar “Kütüphane” olan tarihî binayı “Belediye Başkanlığı” olarak
kullanma talimatı vermiş.
Avrupa’nın Kudüs’ü unvanını almış Saraybosna;
gel gör ki bu unvanı sahiplenen ve dillendirenler olduğu kadar, itirazı
olanların sayısı da azımsanmayacak çoğunlukta. Caddeleri, sokakları gezince
burnunuza kesif bir barut kokusu doluyor. Her yerde savaşın izleri… Gördüğümüz
şehir tablosu başka söze hacet bırakmıyor ama rehberlerimiz, Bosna tarihine ve
savaşa ait en küçük detayları yeri geldikçe heyettekilerle paylaşıyorlar.
Yine onların anlatımıyla, “neredeyse her bina, beş ila on arasında restorasyon görmüş” ama yine de “kapanmayan yara” gibi duruyor izler. Bu hem iyi, hem de kötü… İyi; çünkü savaşın kötü yanının, nasıl bir mezalime uğratıldığının ispatı… Kötü; korkuyu baskın bir güç gibi ensenizde hissetmenize sebebiyet veriyor. İşin en can alıcı tarafı şu: 43 aylık kuşatmanın ardından kimse, onu eski haline getirmek için uğraş vermiyor.
Bilge Kral Aliya
Alija İzetbegović, 1925 yılında Bosanski
Šamac kasabasında dünyaya geldi. Ailesi onu İslam’a duyarlı bir evlat olarak
yetiştirdi. Lise eğitimini Saraybosna'daki Alman Lisesi’nde tamamladı.
Çevresinde çalışkan ve disiplinli bir öğrenci olarak tanındı.
Müslüman “Gençlerin lideri”
Lisedeki arkadaşlarıyla birlikte “Müslüman
Gençler” isimli bir kulüp kurdu. İzzetbegović'in 16 yaşında iken kurduğu Müslüman
Gençler Kulübü, bir anda aktivite kulübüne dönüştü ve İkinci Dünya Savaşı
sırasında oldukça önemli faaliyetlere imza attı. Bu faaliyetlerden biri de
ihtiyaç sahiplerine yardım etmesiydi. Almanların işgaline uğrayan Yugoslavya’da
100 bin Boşnak Müslüman, Sırp Çetnikler tarafından öldürüldü.
Yugoslavya, 1946'da yeniden bağımsızlığına
kavuştu. Bağımsızlık hareketinde önemli bir rol üstlenen Komünist Parti
yanlıları, ülkenin resmî statüsünü “Federal Cumhuriyetler Birliği” olarak
belirlediler. Bunlardan biri de Bosna-Hersek Cumhuriyeti olacaktı.
Medrese-i Yusufiye
Komünist rejimin ülke yönetimini ele
geçirmesiyle birlikte Müslümanların toplumsal hayattaki varlığı giderek
azaltıldı. İzzetbegović, politik İslam savunucusu olduğundan komünist
yöneticilerin hedefi halindeydi ve 1949'da “İslamcılık” suçlamasıyla beş yıl hapis
cezasına çarptırıldı.
İzzetbegović'in sıkıntıları, 1953 yılında iktidara gelen Tito zamanında arttı. Yaklaşık yirmi yıl sonra, 1974'te hazırlanan yeni anayasa ile yönetim, din üzerindeki kontrolünü hafifleterek geleneksel İslamî kurumların eski işlevlerine devam etmesine sebebiyet verdi. Böylelikle bazı camiler ve medreseler yeniden açıldı ve Müslümanlar arasında hızlı bir İslamî uzlaşıya zemin hazırlandı.
Yeni Bosna’nın, Makedonya’nın ve Kosova’nın temelini atmaktan ziyade, temeli atacak unsurlara altyapı oluşturmalıyız.
İslam Deklarasyonu (Manifestosu)
Tito ölünce, altı federal eyaletin her biri Cumhurbaşkanlığı’nı
sırasıyla yapmak üzere anlaştı. Bu gelişmeyle birlikte ülkede kısmî
demokratikleşme sürecine girilmiş oldu. 1983'te, şimdiki Cumhurbaşkanı olan
Bakir İzzetbegoviç, babasının makalelerini bir kitapta toplayarak "İslamî
Manifesto" adıyla yayınladı. Kitap yankı uyandırdı. Sisteme hâkim olan
güçler, İzzetbegović'i radikal bir İslam Cumhuriyeti kurmakla suçlayıp tutuklattılar.
Yargılandığı suçtan 14 yıl hapis cezasına mahkûm edilince, kitabının ünü tüm
Bosna’ya yayıldı. Müslümanlar, söz konusu kitabı temin etmek için alternatif
yollar denediler. İzzetbegović'in Yargıtay tarafından mahkûmiyeti önce 11 yıla
indirildi, 1988'de ise çıkartılan afla serbest bırakıldı.
Hür fikirler ve SDA
Beş yıllık hapis süresi (1983-1988), İzzetbegović'in
hayatında önemli değişiklilere sebebiyet verdi. Düşünmeye, fikir üretmeye ve
kendinden evvel üretilmiş fikirlerden istifade etmeye dair fırsatlar buldu. Bu
dönemde "Doğu ve Batı Arasında İslam" adlı meşhur kitabı yayınlandı.
İzzetbegović hapisten çıktığında Soğuk Savaş
bitmiş, komünizm tesirini yitirmiş, Yugoslavya'da eski federatif yapının
korunması konusunda duyarlılık gösterecek bir güç kalmamıştı. İzzetbegović, Demokratik
Eylem Partisi (SDA) adlı siyasî bir parti kurdu. Lideri olduğu parti, 5 Aralık
1990 yılında gerçekleştirilen genel seçimleri kazandı, kendisi de Cumhurbaşkanı
oldu.
Bağımsızlık ilanı
1990'lı yılların hemen başında baş gösteren Sosyalist
Sovyetler Birliği’ndeki dağılma ve özerklik süreci Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti’ne de sıçradı. Özerk
cumhuriyetler birbiri ardına bağımsızlıklarını ilan ettiler. 1 Mart 1992'de
gerçekleştirilen referandumla Bosna-Hersek de bağımsızlığını ilan etti. Ancak
Sırplar, bu kararla birlikte Bosna-Hersek yönetiminde söz sahibi olan
Müslümanlara karşı savaş açarak yeni bir katliam hareketi başlattılar.
Hırvatistan ve Slovenya’ya gösterilen
esneklik Bosna-Hersek’e gösterilmedi ve yalnızlaşan Boşnak şehirleri bir bir işgal
edildi. Bu işgallerle birlikte yaklaşık 1 milyona yakın Müslüman göçe zorlandı.
Alija İzzetbegović, kendilerinden katbekat
üstün bir askerî güce sahip olan Sırplarla kendi halkını (Boşnakları) karşı
karşıya getirmemek üzere itidalli bir politika izledi.
Dayton Anlaşması
Tarihler 14 Aralık 1995’i gösterdiğinde, o
zamanki Bosna-Hersek Devlet Başkanı Aliya İzzetbegoviç, Sırbistan Devlet
Başkanı Slobodan Miloseviç ve Hırvatistan Devlet Başkanı Franjo Tudjman
tarafından, mimarı Amerikalı diplomat
Richard Halbrooke olan Dayton Anlaşması’nı imzalayarak savaşı
resmî anlamda noktaladılar.
Fatihalar, Yasinler Begoviç’e…
Yüzlerce mezar var ve hepsi şehadet şerbeti
içmiş. 790 mezarın 10’unun, Boşnaklarla beraber aynı cephede savaşan Sırplara
ait olduğu bilgisini veriyor rehberlerimiz. Gözümün önüne Çanakkale’de koyun koyuna
yatan askerlerimiz geliyor.
Mezar taşında, “Allah’a yemin olsun ki, biz hiç kimseye kul olmayacağız!” vecizesi
yazıyor. Anıtmezarı oluşturan kaidenin önünde hilal ve yıldız var. İmanın altı
rüknünü simgeleyen altı sütunun üzerine yerleştirilen kubbenin üstü açık. Düşen
her yağmur damlası, göğsünde nakış nakış rahmet olup açıyor. Mezarın bitiminde bulunan
yüksekçe bir yerde, TİKA’nın katkılarıyla restore edilen Mevlevî Tekkesi
görkemli bir duruş sergiliyor.
Dava arkadaşı Kasumagiç
“Dinimizin
kesintiye uğradığını zannettiler ama yanıldılar” diyen,
Bosna’nın bugünlere ulaşmasında sayısız hizmeti ve emeği bulunan bir çile
insanı olarak ömrünün büyük bölümünü hapishanelerde işkence görerek geçiren kişi,
Prof. Dr. İsmet Kasumagiç’ten başkası değil.
Aynı kahraman, “Her zaman söylüyorum; Osmanlı olmasaydı, Bosna olmazdı” itirafını
yapıyor ve ekliyor: “Savaş sırasında
canınızı, namusunuzu, onurunuzu koruduğunuz kadar inançlarınızı, kimliğinizi
öne çıkaran tarihinizi ve kültürünüzü de korumanız gerekir.” Ve hemen
ardından merhum İzzetbegoviç’e ait, inancın ve cesaretin sembolü olan o veciz
sözü paylaşıyor: “Canımızı
veririz, dinimizi vermeyiz!”
Avrupalı Müslümanlar
Bosna’da hemen hemen her devirde görülen
teşkilatlanmalar, dergâh ve tarikat bazlı bir araya gelmelerin birçoğu,
Sırpların o “Büyük Sırbistan” hayalini gerçekleştirmelerini engellediler.
“Sizi
destekliyorlar ‘Avrupalısınız’ diye, öldürmek istiyorlar ‘Müslümansınız’ diye…”
İntikam alayları
“Boşnakları öldürmek, Türkleri öldürmektir”
anlayışından yola çıkan “birleşik güçlerin” başındaki Bladiç ve Karadiç gibi
isimler, “Türklerden 600 yıllık intikam
alıyoruz” diyerek 92’deki olayları gerçekleştirdiler. Olayların bir
benzerini yaşamamak ve yeni katliamlara “Dur!” diyebilmek için artık işi sıkı
tutuyorlar.
“Bir daha doğmak istemezdim; ancak bu hayatı tekrar yaşamak
isterdim.” (A. İzzetbegoviç)
Genç ve azimli teşkilat üyeleri
Geçmişin izlerini silmeye çalışanlara inat,
geceli gündüzlü ve sistematik olarak çaba sarf ediyorlar. Birçok STK temsilcisi,
Genç Müslümanlar Teşkilatı, Merhamet Derneği, Adalet ve Kalkınma Teşkilatı’nın
liderleriyle yaptığımız ortak toplantılarda, “Türkiye bizden çok ileride” sözüne binaen onlara şunu salık
veriyoruz: “Bizi geçmeniz için size
destek vereceğiz; beraber gelişecek, beraber gelecek ve beraber hazırlayacağız…”
Belki de İslam dininin, bu coğrafyada
yaşatılan Müslümanlığın bu seviyeye gelmesinde komünizm ve ona benzer
rejimlerin hatırı sayılır bir iyiliği dokunmuştur, kim bilir…
Adeseye ihtiyaç yok!
Osmanlı’nın yaptıklarını sadece “imarla”
sınırlandırsak bile o kadar ileridedirler ki, bugün onların eriştiği noktaya
denk gelen teknik neredeyse yok gibidir. Bugün yaptıklarımızı, günümüz inşaat
sektörünün olmazsa olmazı sayılan fore kazık tekniğine benzetiyorum ve
yüzyıllardır sapasağlam ayakta duran Osmanlı mimarisinin şaheserlerine…
Yeni Bosna’nın, Makedonya’nın ve Kosova’nın
temelini atmaktan ziyade, temeli atacak unsurlara altyapı oluşturmalıyız. Biz
Osmanlı’nın fore kazıklarını gün yüzüne çıkarmaya geldik. Bu kazıyla tarihin
derinliklerinden “derin” ve direnen Bosna’yı, sessiz kalan değil, konuşan
Bosna’yı çıkarmaya geldik.
Zaman zaman kepçeyle, zaman zaman kazma
kürekle kazacağız; yeri gelecek, mütehassıs bir edayla toprağa neşter vuracak,
sit alanına eşdeğer bu alanda parmaklarımızla dünü ve yarını aynı anda
kazıyarak yol alacağız.
Yapacağımız işlerin büyüklüğünü, tesirini
konuşmayacak, bugün Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) övgüsüne mazhar olan,
İstanbul’un fethiyle bir çağı kapatıp yeni bir çağ açan, cennet mekân Fatih
Sultan Mehmed Han Hazretleri’nin adını andığımız gibi, Bilge Kral Aliya
İzzetbegoviç’in mezarını ziyaret edenler gibi yarın bizim mezarımızı ziyaret
edenlerin de seslerini duyacağız.
“Konsun -yine- pervazlara güvercinler…/ ‘Hû! Hû!’lara
karışsın âminler… / Mübarek akşamdır,/
Gelin ey Fâtihalar, Yâsinler!” (A. Nihat
Asya)
Allah’a imanet…