Farkındalığının bilincinde olan insan hayata anlam katar

Hak gözeten bireylerden oluşan toplumlarda huzur, güven ve yaşama sevinci artarak devam eder. Anlamlı bir hayat yaşamanın önemli şartı, insanın kendi potansiyelinin farkında olması, öz değerlerini tanıması ve de çevresinde eşi ve benzeri olmayan diğer insanların varlığını kabullenmesiyle birlikte bütün yaratılmışların varlık sebeplerinin idrakinde olmasıyla mümkündür.

YARATILIŞI bakımından âlemin fiziksel olarak küçültülmüş bir modelini temsil eden insanoğlunun, yeryüzü oluşumunda olduğu gibi düzlükleri, çukurları, zirveleri, bunları birbirine bağlayan yolları ve canlılığını koruyan büyüklü küçüklü akarsuları vardır. Coşku ve hırsı zaman zaman fırtınalar, kasırgalar oluşturur. Şimşekler hızında olayları kavrayışı, yıldırımlar kadar kararlı ve serttir. Bazen durgun bir deniz gibi sakin, o nispette de derinliği simgeler. Bazen gökyüzünün sonsuzluğu derecesinde idealleri vardır, uzay boşluğunda bilinmezlere doğru yol alır. Sonsuzluğa uzanan yolda keşfedebildiği gizil güçleri sayesinde bilinmezleri bilmeye çalışır, olunmazları oldurmak için çaba gösterir, her seferinde daha ileriye ulaşmayı gaye edinir.

Böyle bir oluşuma yön verebilmek sanıldığı kadar kolay olmayacaktır. Bu derece geniş kapsamlı ve bilinmezleri bünyesinde taşıyan bir yapıyı idare etmek, öncelikle onun hakkında yeterli ve doğru bilgiye sahip olmayı gerektirir. Nasıl ki özellikleri bilinmeyen bir alet amacına uygun ve verimli kullanılamazsa, kendi kapasitesini tanımayan insanın da amacına ulaşması kolay olmayacaktır. İnsanın kendisi ile ilgili yetileri tanıması, onları niçin, nerede ve nasıl kullanacağını bilmesinin yanında o bilince de sahip olması gerekir. Bu da insanın kendi yapısının ve taşıdığı değerlerin farkındalığıyla mümkündür.

İnsanoğlu var olduğu günden beri kendini aramaktadır ve varlığını sürdürdüğü müddetçe de aramaya devam edecektir. Arayışı sürdürdüğü müddetçe her defasında kendi yapısı ile ilgili daha fazla bilinmeyenle karşılaşmaktadır. Bu durum, insandaki kendisiyle ilgili merakı kamçılamakta ve daima ileriye geçebilme arzusunu körüklemektedir. İnsanın kendini araması, her yeni basamakta bir başka yönünü keşfetmesi demektir.

İnsan; diri, bilen, irade sahibi, kadir olan, işiten, gören, düşünen ve konuşan bir varlıktır. İnsan, özelliklerinin gereklerini yerine getirirken doğru-yanlış, iyi-kötü, faydalı-zararlı gibi kıyaslamalar yaparak seçebilme ve karar verebilme yetisine sahiptir. Düşünür, düşüncelerini gerçekleştirmeden önce süzgeçten geçirdikten sonra uygulamaya koymaya çalışır. Bunu akıl yoluyla sağlar.

Akıl, insanın duyduklarını, gördüklerini ve düşündüklerini süzgeçten geçirip doğruluğu ve insanlığa yararı konusunda önceki bilgilere ve vicdanının sesine dayanarak yargıya varmayı sağlayan bir insanî vasıftır. İnsandaki yüksek idrak gücünün nesnelleşmesi ve sosyalleşmesi olan akıl, hem hâlihazır duyguyu aşan alanları, hem de geleceği idrak eder ve bu kapsayıcılığıyla tabiatı etkiler.

Her kavramın konuya ait bir özü, onun etrafında da nesnelere ait ve duyuları uyarıcı özellikleri olan bir kabuğu vardır. Öz, insanlarca ortak mânâ; nesnelere ait özellikler ise duyumları uyarıcı unsurlardır. Böylece her kavramın bir madde, bir de mânâ unsuru ortaya çıkar. Eşyadan gelen etkilere karşı direnişi sergileyen, eşyaya benzemek yerine belirli bir idrak seviyesi olarak varlığı mânâya doğru sürükleyen insan, hayat ve orijinalliği temsil eden zekâ yapısıyla eşyaya damgasını vurmaktan zevk duyar.

İnsan, duygusallığı ağır basan bir yapıya sahiptir. Nerede ve nasıl bir duygu ağına tutulacağını önceden kestiremez. Bu belirsizlikten dolayı önceden tedbir alma imkânı da yoktur. Önemli olan, gösterilen duygusal tepkinin dozajıdır. Aşırı olumsuz tepkili hâller yaşayan birinin yerine göre aynı derecede olumlu tepki de ortaya koyabilmesi, onun duygusal dengeyi yakaladığını gösterir.


Duyusuyla, duygusuyla, fikriyle, iradesiyle insan

İnsanın taşıdığı önemli iki farklı duygu; birinde maddeye hizmet eden ve kişisel çıkarların ön plânda olduğu, nefsin ihtiraslarına hizmet eden ve genellikle sonu felâket olan “hayvanî duygu” iken; diğeri ruhsal derinliği sayesinde insanlar arası yardımlaşmayı ve karşısındakini anlamaya çalışarak gücüne güç katan “insanî duygu”dur. Duygularını tanıyıp yönetebilme beceri ve yeteneği sayesinde insanın içinde bulunduğu ortamı olumluya çevirebilme kabiliyeti vardır. Duyguları başıboş bırakıp insanın içinden geldiği gibi hareket etmesi demek olmadığı gibi, duyguları bastırmak, sınırlara hapsetmek de doğru değildir. Doğru yönetildiği takdirde duygular, insanın anlamlı yaşamasına hizmet ederler.

İnsanın, yaşantısına canlılık kazandıran ruh ve ona mekân teşkil eden beden olmak üzere iki unsurdan meydana geldiği bilinmektedir. İnsan bedeninin duyular âlemini, ruh yanı ise duyular ötesi âleme ilişkin birer gerçeği ifade etmektedir. Ruhun mahiyeti ve beden ile bağlantısı insanlığı en çok düşündüren konulardan biri olmaya devam etmektedir. Bu konu, insan unsuru ile ilgilenen felsefî akımları her zaman meşgul etmiştir. Ruhsal yapı, doğuştan gelen ve insanın yaratılış felsefesini anlamlı kılan bir değerdir. Ruhun gücü, bedenin zenginliği, sağlığı ve fonksiyonelliği ile doğrudan iniltilidir. Ruh, dünya dışı bir cevherdir, fakat bu âlemde bulunduğu sürece bu dünyaya ait duyu organları ile görme ve algılama yapabilmektedir.

Ruhun araçları, beden ve organlarıdır. Bedenin yönetimi ruhun kontrolü altındadır. Bedeni zinde tutan güç, ruhtur.

İnsanın var olanlar arasından seçme gücünü ortaya koyabildiği bir özellik olan irade, zihnin insanî hakikat ile mutlak hakikat arasındaki zarurî bir çabasından doğar. İnsan iradesinin en belirgin yönü, insanın içinden kopup gelen zarurî isteklerin şuuruna varmasıdır. İnsan, iradeli olarak yaratılmıştır. İnsan iradesi, Mutlak İrade içinden fışkırıp çıkan bir şuur kıpırdanışıdır. İradesini doğru kullanamayan insanlar alışkanlıklarının esiri olurlar. Alışkanlıklarını yönetemeyenler, alışkanlıklarının yönetimine girerler. Bu durumda da yaratılıştan gelen özgür yapısını kaybeder, nefislerinin kölesi olurlar.

İnsan, hayatını anlamlı hâle getirebilme yetisine sahip olan bir varlıktır. Merak ve düşünebilme yetisi insanı araştırmaya, gizil güçlere ulaşmaya sevk eder. Bu da insanın yaratıcı yanını ortaya koyar.

Yaratıcılık; oluşmuş kalıpların kırılması, yaşantıların açık tutulması, bilinmeyenlere başarılı bir adım atılması, insanoğlu tarafından izlenen ana yollardan yeni yollara geçilmesi, başka şeylere yol açabilecek şeylerin ortaya konulması, düşünceler arasında yeni bağların kurulması veya yeni ilişkilerin görülmesidir. İnsanoğlu, tabiatın yarım bıraktığı zannedilen veya bilinmeyene ulaşmaya çalışarak sanat yoluyla tamamlama gayreti içindedir veya mevcutları taklit eder. Bu açıdan bakıldığında, “İnsanoğlu, Yaratıcı’dan aldığı güçle hareket eder ve dünyanın ikinci yaratıcısıdır” denilebilir. Sanat daima yeniden vücuda getirmeyi, her seferinde farklı bir orijinaliteyi temsil eder. Sanat, zannedildiği gibi sadece güzelliği değil, orijinali arar.

Kişilerin beraberlik hissi ile birbirine bağlı olduğu, manevî ihtiyaca ve muhabbete dayanır. İnsanlar arasında fikir birliği, karşılıklı itimat ön plânındadır ve hakikî topluluk, sempati, sevgi ve fedakârlık gibi hissiyata dayanır. Eşitlikçi değil, eşit haklar arayan insan ilişkisi geliştirmek yönünde yapılacak çalışmalar değer bulacaktır. Aynı olmanın birlik olmadığı gibi, hiçbir zaman tekdüzelik de birlik değildir. Birlik, birbirini tamamlamaktır.

İnsan, kimseye sitem ve kahır etmeden içinde bulunduğu şartları ya lehine çevirmek için gerekli şartları yerine getirecek, gayret gösterecek ya da mevcudu kabullenip o durumda hayattan zevk almanın yollarını arayacaktır. Şartları arzusu yönüne değiştirip geliştirebilen insanlar, işini bilen, hayat mücadelesinin gereklerini yerine getirebilen, genellikle de birçok yönden başarılı olan insanlardır. İçinde bulunduğu şartlar ne olursa olsun, ruhunda yaşama sevinci taşıyan insanlar, bu dünyada yaşamaktan zevk alabilen ve mutlu olmayı becerebilen insanlardır. Yüreğinde yaşama sevinci taşıyan insanlar, kendi içine ve çevresine ışık saçan insanlardır.

Çevresine ışık saçmasını becerebilen, hayatına anlam katan bireylerin çoğunlukta olduğu toplumlarda o nispette mutluluk, huzur ve yaşama sevinci artacaktır.

Anlamlı bir hayat anlayışı, insanı diğer canlılardan ayırt eden bir niteliktir. Niçin var olduğunu ve bu dünyada bir görevi olduğunu bilmek, yaşadığı ömrü doğru ve anlamlı tamamlamak, insanoğlunun bilinçle yaklaştığında cevap aradığı bir konudur. İnsanın yaratılışı gereği bilinç, duygu ve ruh yapısıyla bir bütün oluşturduğunu, bütünün parçalarınınsa aklın kontrolüne verilmediği takdirde fazla bir şey ifade etmediğini anlamakta zorlanılmıştır. Bu parçaların birleşiminden bir bütün oluşur ki bu, insanı insan yapan benlik şuurudur. Bu şuura sahip olan insanlar hayata farklı, derin ve insanî bir anlam katarlar. Bireysel haklarının bilincinde olan, toplum içinde yaşarken diğer insanların haklarına saygı gösteren insanlardan olabilme becerisi göstermek, hayata anlam katacaktır.

Hak gözeten bireylerden oluşan toplumlarda huzur, güven ve yaşama sevinci artarak devam eder. Anlamlı bir hayat yaşamanın önemli şartı, insanın kendi potansiyelinin farkında olması, öz değerlerini tanıması ve de çevresinde eşi ve benzeri olmayan diğer insanların varlığını kabullenmesiyle birlikte bütün yaratılmışların varlık sebeplerinin idrakinde olmasıyla mümkündür.