Farkındalığı kadardır insan

İnsanın hayatı anlamlı yaşaması, kendi ritmini yakalayabilmesi oranında anlam kazanır. Kendisini doğal akışa bırakıp ritmi yakalayamamak gibi bir hatâya düşmesi, bocalamalar yaşamasına sebep olur. İnsanın kendi ritmini yakalayabilmesi, farkındalığıyla mümkündür. Kendini tanımayan, yeteneklerinden habersiz, ne gibi özelliklere sahip olduğunun bilincinde olmayan kişinin kendi ritmini yakalaması imkânsızdır.

HER canlı, var olmanın çabası içindedir. Birileri yaşam kaygısıyla yapar yaptıklarını, başka birileri ise var olabilmenin gayretindedirler. Yaşamak isteyenlerin öncelikle gâyesi; fiziksel ihtiyaçlarını karşılayabilmek, çevreden gelebilecek tehlikelere karşı kendisini koruyabilmek ve neslini devam ettirebilmektir. Bunlar, her ne kadar birbirlerinden farklılık arz etseler de, kısaca “hayvan” olarak adlandırılırlar. İşleri nispeten kolaydır. “Neye göre kolay?” denilecek olursa, “Üzerinde yoğun olarak duracağımız ikincilere göre” demekle yetinmek durumundayım.

Başka birileri olarak ele alacaklarımız, aynen birinci kesimde olanlar gibi yaşama kaygısı gütmekle birlikte, var olma çabası içindekilerdir. Bu varoluş, fiziksel olmaktan öte bir varoluştur. Yaşadığı dünyaya damgasını vurmak ister. Görmek ile yetinmez, sorgular, anlamaya çalışır, sebep-sonuç ilişkisi kurar. Bunu yapabilmek için düşünür, kıyaslar, akıl erdirir, değerlendirir. Bu aşamada diğerlerinden ayrılır. Bu hâliyle insan olma vasfını kazanır.

İnsan olmanın önemli özelliklerinin başında “farkında olmak” vardır. Fark etme, görmekten ayrı bir vasıftır. Bilgi edinir, anlamaya çalışır, duyumsar, çözümler, içselleştirir. Bunu yapabilecek vasıflarını bilişsel, duygusal, ruhsal olmak üzere üç kısımda ele alırsak, konuyu kavramamızı kolaylaştıracaktır.

Bilmek, idrakin seviyesine göre değişir. Kişinin anlama ve algılama kapasitesi seviyesindedir. İnsan için bilgi edinmek, idrakin eşyaya ve mânâya ulaşması şeklinde tezâhür etmektedir. Bilmek, dışsal algılamayı içsel fikir ile birleştirmek ve bunların birbirlerine karşılık gelip gelmediğine bakmaktır. İnsanın sahip olduğu iç aydınlık, bilme düzeyini oluşturur. Bilmek, varlıklar arasında sadece insana özgü bir meziyettir. Bu meziyet insanın bilişsel zekâsı sayesinde oluşur. Fark etmenin ilk basamağıdır.

Biliş, dünyayı anlamayı, tanımayı ve öğrenmeyi içeren zihinsel süreçtir. Ayrıca biliş, algılama, kavram oluşturma, hatırlama, sembolleştirme, düşünme, problem çözme ve yaratma gibi zihinsel aktiviteleri de içerir. Bu, alternatif bakış açısını ve sorgulamayı da gerektirir. Buna göre bilmek, kavramak, bilgiyi almak, depolamak ve kullanabilmek yetisini “bilişsel zekâ” olarak tanımlayabiliriz. Aynı zamanda buna “zihinsel zekâ” da denilebilir.

Zihin gelişimi, bireyin gelişiminin ekseni niteliğindedir. Yaşam boyu çevreyi, dünyayı anlama yollarının daha bütüncül ve etkili hâle gelmesi süreci, zihin gelişimini oluşturur. Akıl yürütme, düşünme, bellek ve dildeki değişimleri kapsar. Zihnî gelişim, ilk ortaya çıkan yapısal psikolojiye göre algı, imgelem, bellek ve muhakeme gibi zihinsel yeti, yetenek ve tutumların bir bütün hâlinde gelişme sürecidir.

Bilgi edinmek, kişinin his dünyasını etkilediği nispette anlam kazanır. Burada insanın duygusal yapısı devreye girer. Duygu/his, olgu ve olayların insanın iç dünyasını harekete geçirmesi, değerlendirmesidir. Bu yetenek, duygusal zekâ olarak nitelendirilmektedir.

Duygusal zekâ, kişinin kendi duygularını anlaması, başkalarının duygularına empati beslemesi ve duygularını yaşamı zenginleştirecek biçimde düzenleyebilme yetisidir.

Korku, sevinç, üzüntü, öfke, şaşkınlık, utanç ve benzeri duygular, farkında olmayarak verilen tepkilerdir. Tepkinin nedeni araştırılmaya kalkılınca bilinçli bakış açısı ortaya çıkar. Bu duyguları frenleyerek kontrol altına alabilmek mümkündür. Bununla tam bir farkındalık oluşur. İnsanın duyguları yaşaması ne kadar doğal bir işlev ise onu yönetebilmek de o kadar önemlidir. Azı zarar olduğu gibi, çoğu da zarardır. Duyguların dengeli yürümesi önemlidir. Bu, duyguları başıboş bırakıp insanın içinden geldiği gibi hareket etmesi demek olmadığı gibi, duyguları bastırmak, sınırlara hapsetmek de değildir. Yeri ve zamanına göre, kendine ve başkalarına zarar vermeyecek düzeyde frenlemek, pozitif sonuç almak amacıyla kullanmaktır.

Duygusal zekâ yetileri, hiçbir mânâda bilişsel zekâ yetilerinin karşıtı değildir. Aslında insanın başarısında birbirini tamamlayan unsurlardır. Her iki yetenek, kavramsal düzeyde ve gerçek dünyada dinamik bir etkileşim hâlindedir. Duygu, kişinin olay ve olguları sahiplenmesi, içselleştirmesi ve de yeri ve zamanına göre yönetebilme becerisidir.

Modern çağda insanlar birçok konuda kanıksamış durumda, ancak bilgi ile elde ettiklerinin duygusal tatmininde bir noktadan sonra işe yaramadığını görmektedirler. Bunların ötesinde bir şeyler bulmak, farklı açılardan tatmin olma ihtiyacı hissettirmektedir. İnsanlar bundan dolayı yaşadıklarını, sahip oldukları değerleri sorgular ve daha başka şeyler arama peşine düşerler. Aslında aradıklarının mânevî tatmin olduğu, buna ulaşabilmek için de ruhsal yapılarını fark edip doğru kullanmaya ihtiyaç duydukları gerçeğini görmek gerekir. 

Duygusal-bilişsel-ruhsal tatminde denge

İnsanoğlu fiziksel ve duygusal tatmini bir noktaya kadar yaşamış durumda olmasına rağmen, içinde hâlâ bir açlık duygusu devam etmektedir. Bu açlık irdelendiğinde anlaşılır ki, insanların bulmaya çalıştıkları, bulsalar da yaşamda zorlandıkları şey, mânevî açlıktır. Bu açlık, dünyaya bir anlam katarak insan olmanın şuuruna ulaştıracak açlıktır.

İnsanların çoğunun esas bunalımı anlama ile ilgilidir. Anlamı doğru kavrama; iyi-kötü, olumlu-olumsuz, faydalı-zararlı, doğru-yanlış gibi kıyaslamaları yapabilme yetisini aktif kılar. Anlamakta zorlanan insan, aklının ermediği, gücünün yetmediği noktalarda çâresizdir. Ruhsal yapı burada önem arz eder. Bu yapı, insanın şifâ bulması, kendini bütüncül hâlde yönetebilmesi yetisidir.

İnsanın mânâ ve değerlerle ilgili problemlerin çözümünde etkin olan yeteneği “ruhsal zekâ” olarak adlandırılmaktadır. Ruhsal zekâ; eylemleri ve yaşantıyı daha geniş, daha zengin bir anlam kazandıran bağlama yerleştirmekte yararlanılan zekâdır. Ruhsal zekâ, hem bilişsel zekâ, hem de duygusal zekânın etkin biçimde işlev görebilmesinin şartı olmakla birlikte, akıl ve idrak yönetiminin temelini oluşturur.

Kişinin olaylara ve olgulara bütüncül olarak bakması ve genel bir farkındalık oluşturması, yaşamını anlamlı kılacaktır. Denilebilir ki, “İnsan, farkındalığı kadardır”.

Ruhsal zekâ, insanın var olma mücadelesi ve potansiyelinin esas kaynağıdır. İnsan yaratıcı olma, karşılaştığı problemleri çözme, olumsuz alışkanlıklardan kurtulma ve açmazlarını bertaraf etmede ruhsal zekânın gücü sayesinde düzlüğe çıkmakta ve sorunlarına cevap bulmaktadır. İnsanın bu yetisi; derinlerde beslediği hissiyatı, pusulası, gizil güçlerinin rehberi ve aslolan vicdanıdır. İnsanın kim olduğu, yaşadığı dünyanın ve etrafındakilerin kendisi için ne ifade ettiği, ne tür yükümlülükleri olduğunu anlaması için önemlidir.

İnsanın entelektüel ve duygusal yapısını tamamlayan ve gerçekte diğer yaratılmışlardan ayıran üçüncü ve tamamlayıcı özelliğini, ruhsal yapısı tamamlamaktadır. Her üç yapının ayrı ayrı olarak birbirlerinden üstünlükleri veya zayıflıkları yoktur. Üçü birlikte ve birbirlerini destekler biçimde kullanıldığı zaman insanın durumu olumlu yönde gelişecektir.

Anlamlı bir hayat anlayışı, insanı diğer canlılardan ayırt eden bir niteliktir. Niçin var olduğunu bilmek, mutlaka öleceğinin bilincinde olarak yaşadığı ömrü doğru tamamlamak, bilinçle yaklaştığında insanoğlunun cevap aradığı bir konudur. Yaptığı işlerin, yaşantısında oynadığı rollerin hayvansal zevklerle yeterli olmadığını gören insan, hayatın gerçeğini anlamaya çalışan ve zihninde gelişen sorulara anlamlı cevaplar bulma yönünde çaba sarf eder.

Farkındalık

Ruhsal zekânın yüksek olduğu dönemlerde kişinin -kendi bütünlüğüne sahip olduğunda- etrafa saçılan enerjisi pozitiftir. Kişiliğini rahatlıkla sergileyebilir. Toplum içinde yeri, bilgi birikimi ve entelektüelliği, çalışma ortamında hamaratlığı, koruyup kollayıcı rolü dengededir. Duygusallığını ve bilgeliğini dengeli bir şekilde sürdürür. Ruhsal zekâ düşük olduğunda ise, kişi kendini kapatabilir. Ayrıntılara takılıp kalır, parçalı bir düşünce yapısı sergileyebilir. Duyguları sağlıklı bir insanın tepkilerini göstermez. Başlıca faktör, kişinin kendi parçalarının yabancılaşmasıdır.

Ruhsal yapının içsel ışığıyla şuurlu bir şekilde yoluna devam eden insanlar, karanlıkta çamur batağına saplanmadan aralıklarla döşenmiş taşlar üzerinde atlayarak aydınlığa çıkabilirler.

İnsanın hayatı anlamlı yaşaması, kendi ritmini yakalayabilmesi oranında anlam kazanır. Kendisini doğal akışa bırakıp ritmi yakalayamamak gibi bir hatâya düşmesi, bocalamalar yaşamasına sebep olur. Bu açıklamalardan sonra rahatlıkla söylenebilir ki, insanın kendi ritmini yakalayabilmesi, farkındalığıyla mümkündür. Kendini tanımayan, yeteneklerinden habersiz, ne gibi özelliklere sahip olduğunun bilincinde olmayan kişinin kendi ritmini yakalaması imkânsızdır.

Farkındalık, pürdikkat bilmeyi ve bilinçli olmayı gerektirir. Bilme olayı, kişinin kendisiyle ilgili olduğu gibi çevresinde var olanları da içerir. İnsan çevresiyle vardır, onlarla birlikte hayatı anlam kazanır. Çevreden soyutlanmış bir bilme, yokluk derecesindedir. Ben farkındalığı, biz ile bütünlüğe ulaşır.

Ben farkındalığı, kişinin kendi var olanlarının bilincinde olmasını gerektirir: İlgi alanları, yetenekleri, gücü, yapabilme becerisi, duygu ve düşünceleri bu kapsamda yer alır. Bu bağlamda farkındalık, kişinin yaşanmışlığı içinde neye sahip olup olmadığını bilme, duygu, düşünce ve duyumlarını zihinsel olarak tarif edebilme, insanın kendisine ve kendisiyle ilgili olanlara dışarıdan farklı bir gözle bakabilme hâli, mantıksal uyanıklık süreci olarak tanımlanabilir. Ön koşulsuz olarak insanın kendine odaklanmasıdır. Bedensel ve ruhsal yapının da özenle incelenmesi, anlamaya çalışılması, tarafsız bir gözle değerlendirilmesidir. Kendi duygu, düşünce ve duyularına karşı iç görü kazanması ve bilinçli olarak kendine yönelmesidir.


Kişinin duygu, düşünce ve duyumlarının etki alanı dışında bulunması, onlara dış gözle bakmayı becerebilmesini gerektirir. Duygu, düşünce, duyumların farkında olmak; öfke, nefret, korku, sevgi, yargı, inançlar, sorumluluklar, karşı duruş ve kabullerinin farkında olmasıyla mümkündür.

“Biz” farkındalığı, birlikte oldukları ve onlarla beraber sahip olunan değerlerin ortak bilinç dâhilinde fark edilmesi ve kullanılmasına özen göstermeyi gerektirir. Bu açıdan farkındalık, “Çevresinde gelişen olgu ve olayları doğru okuyabilme, derinlemesine görebilme, tanıma ve anlama konusunda bilinçli yaklaşabilme, önyargısız ve tarafsız bakabilme kabiliyetidir” diye izah edilebilir. “Biz” bilinci, birlikte yaşamanın vazgeçilmezlerindendir. Aidiyet duygusu kazandırır. Bu duygu, kişiye güven verir.

Farkındalık, kişinin yaşadığı sistemin içerisinden çıkıp o sisteme dışarıdan bakabildiği ve kendisini hissettiği ruh hâline verilen addır. Aynı zamanda farkındalık, kendi hakkındaki gerçeği bilmesi, yaratıcı yeteneğini keşfetmesi, sınırsız potansiyelini görmesi ve kendi yarattığı engelleri görebilmesi ve anlayabilmesidir. Bilinçli farkındalık ise, kişinin anbean amacı doğrultusunda dikkatini toplama, olgu ve olayları pürdikkat değerlendirme ve yönlendirme yeteneğine sahip olmasını gerektirir. Bu durum, “bilinçli farkındalık” ve “uyanıklık” olarak adlandırılır. Gerçek farkındalık, kişinin kazandığı deneyimlerin, düşüncelerinin ve hissettiklerinin farkına varmasıdır.

Farklılıkların ayırdımında olmakla birlikte iletişimi koparmamak, toplumsal yapıyı başarıya götürür. Toplumsal yaşamın düzeni belirli değer ve kurallar sayesinde mümkündür. Sevgi, saygı, mutluluk, huzur ve güven, farkındalık sayesinde gelişir. Farkında olmak, anlamak demektir. Anlamak, anlayışlı davranışı beraberinde getirir. Kimsenin mükemmel olması beklenemez; önemli olan, olgu ve olaylara bilinçli yaklaşması ve empatiyi elden kaçırmamasıdır. Etkiye karşı gösterilebilecek tepki, insanın iradesiyle verebileceği en doğal olanıdır. Kişinin özgürlüğü burada başlar. Yeter ki sınırları doğru belirlensin!

Erdem ve haz arasında farkındalık

İnsanın doğuştan gelen ve yaratılış felsefesini anlamlı kılan bir değerler sistemi vardır. Bunlar arasında vicdan, adalet, ahlâk, erdem ve benzeri insanî değerler sayılabilir. İnsanî değerleri yerinde ve zamanında yaşantısına aksettiren kişi, farkındalığının bilincindedir.

İnsanın doğuştan ayrımcılığı vardır. Ahlâk ve vicdanın gelişmesiyle bunun önüne geçilebilir. İnsanın doğal yapısında ahlâkî kod ve vicdan mevcûttur. Ahlâk evrensel doğruyu anlatır, vicdanî hassasiyetler sayesinde gelişir. Ahlâkın gelişimi, hislerin değişimiyle alâkalıdır.

Ahlâk, insanların uyum içinde yaşayabilme becerisidir. Ahlâk, toplumsal uyum için oluşturulan -yazılı olamayan- kurallar bütünüdür. İnsanların bir arada yaşayabilmesi, bireysel özveri ve ortak çıkar anlayışı ahlâklı olmayı, bireysel arzu ve isteklerden taviz varabilmeyi gerektirir.

Erdem, iyi olma, alçakgönüllülük, doğruluk ve fazilet gibi nitelikleri taşımayı gerektirir. Erdem mutluluğu, insana has bir mutluluktur. İnsanî olma vasfını ortaya koyar. Toplumsal yaşamın düzenleyici vasfını oluşturur. Bütün canlıların ulaşmaya çalıştığı, belli bir seviyede ulaşabildiği mutluluk, haz olarak nitelendirilir. Fiziksel olduğu kadar, duygusal ve ruhsal olarak da doyum arzusunun sonucudur bu. Önemli olan, hazzın dozajını ayarlayabilmektir. Aşırıya kaçmamakla birlikte, kişinin kendisine ve başkasına zararlı olmadığı müddetçe yaşanmasında hiçbir sakınca yoktur. Haz, nefsin hizmetine girmeden, aklın yönetiminde kullanıldığında anlam kazanır. Aklın yerini nefis alırsa, düzen bozulur.

Anlamlı hayat yaşamanın vazgeçilmezi olan farkındalık, olgu ve olayları fark etmek ve bilinçli yaklaşmayı gerektirir. Farkındalık, kişisel olduğu kadar toplumsal ve çevresel olmayı da gerektirir. Kişinin olaylara ve olgulara bütüncül olarak bakması ve genel bir farkındalık oluşturması, yaşamını anlamlı kılacaktır. Denilebilir ki, “İnsan, farkındalığı kadardır”. Ne kadar ışık taşıyorsa, o nispette yansıyacaktır. Yansıma derecesini yükseltebilmek, kişinin bilinçli gayretiyle orantılı olacaktır.