Farkı fark etmeli

Öleceğimizi bilmek insan olmamıza yetmiyor! Yani yolun sonunu bilmek, bizi insan yapmıyordu ve bu nedenle yolun sonunu fark etmek, yolun sonunu görmek gerekiyordu. Fark edecektik ki gündelik hayatı beslenme, barınma ve üreme olan hayvanlardan farklı bir yaşama nail olalım…

BELKİ de insan ömründe, sorgulamaların revaçta olduğu gençlik döneminin değişmez ve âdeta baş çeken arayış sorgusu, “Dünyanın amacı nedir?” sorusudur.

Elbette dönemsel olarak ve yaşanmışlıklarla bu soruya farklı yanıtlar verilebilir. Nitekim ben de kendi sorgulamalarımda sürekli “Dünyanın bir amacı var mıdır, yoksa dünya bir amaç mıdır?” ikilemi arasında gidip gelmişimdir. Fakat genel olarak ikincisine daha yakın buldum kendimi ve dünyanın bir amaç olduğunu düşündüm. Dünyadan kastım yaşam idi ve illâ yaşamın bir amacı olacaksa buna göre yaşamın amacı da yaşamdı. Yani hiçbir insan ölmek için yaşamazdı; insan yaşamak için yaşardı ya da öyle olmalıydı.

Yaşamanın amacı yaşamaktı ancak bu noktada zihinlerde ikinci bir suâl hemen kendine yer hazırlamış bulunuyordu: “Yaşamak iyi, güzel de, nasıl yaşamak?”

Bu sorunun cevabı basitti: İnsanca yaşamak…

Cevap basitti ama zor olan, insanca yaşamanın içini doldurmaktı. Yani insanca yaşamanın, insan olmanın temelinde ne vardı?

Hepimiz insan olarak doğarız ve bizi eşref-i mahlûkat kılan nokta da burasıdır. Fakat şu hayatta insan olmaktan daha önemli bir şey varsa, o da insan kalmaktır. Bu sebeple zaten maharet, insan olmak değil, insan kalmaktır. İnsanlığımızdan soyutlandığımız şu günlerde tekrar insan olmayı talep edersek, bunun gerekliliği bakımından insan olmanın temelini fark etmemiz gerekir. Şahsen yıllarca bu temele yerleştirdiğim değer, adâletti. Adâlet, benim için dünyadaki en yüce değerdi ve hep adâlet uğruna yaşamam ve mücadele etmem gerektiğini düşünürdüm. Lâkin daha sonra adâletten daha yüce bir değer fark ettim ki, o da merhametti.

Bu fark ediş bana yetmemiş olacak ki daha sonraki keşfim merhametin ne olduğuna yönelikti; kendi içimizde sağlamamız gereken adâletin diğer adıydı merhamet.

Aslında dünya genelinde çekilen sıkıntıların bir sebebi de tam bu noktada ortaya çıkmaktaydı! Kendi içimizde sağlamamız gereken adâleti dünyadan bekliyorduk. Oysa dünyada adâleti sağlamanın neredeyse imkânsız olduğu aşikârdı. Zaten mesele de kendi iç dünyamızda adâleti sağlamaktı ve bu da merhametle mümkündü. Öyle ki, insan beşerdi ve şaşardı; adâletle hüküm vereceği meselede bilinmezliklerden ya da dıştan görme ile görünmezliklerden ötürü hakikatli bir karar veremeyebilirdi. Ancak aynı meseleye merhametle hüküm vermeyi tercih etse, bundan ötürü pek kârlı çıkabilirdi. İşimiz hesap ya da çıkar değil, insan olma çabası!

Bu noktada başka bir suâl: Ben bu meselelerde hangi noktadayım?

Hâlimi tarif için şahsen insan olmanın temelinde yatan “kendi içinde adâleti sağlamayı ve merhametle davranmayı” kendimce “güzel sevmek” çatısı altında topladım. Şu zamana kadar güzel sevmenin farkında olmadan yaşamış olmak bana ağır geliyordu, bundan sonrasına da vadem yeter miydi, bilmiyordum. Diğer taraftan, güzel sevmenin altın kuralı da yeterince dert çekmekti; benim derdim buna yeter miydi, onu da bilmiyordum...

Hâlim böyle niceydi fakat yazının başından bu yana hep soru sorup sonrasında da cevap vermeye çalışıyorum; öyle ki, geç fark ettiğim bir şey de maharetin cevap vermekte değil, soru sormakta olduğuydu. Her şeye dair soru sorabilmek, sorgulayabilmek…

Çünkü soru sorabilme hâli bize bir şeyi fark ettiriyordu: Fark etmemiz gerektiğini… Yani insan olmanın, diğer canlılardan ayrılmanın yolu, şu hayattaki pek çok fark etmekten geçiyordu. Ek olarak, fark edileceklerin ilk maddesi de karşımıza “ölüm” olarak çıkıyordu.

Biliriz ki, şu dünya hayatında öleceğini bilerek yaşayan tek canlı türü, insan. Fakat öleceğimizi bilmek insan olmamıza yetmiyor!

Yani yolun sonunu bilmek, bizi insan yapmıyordu ve bu nedenle yolun sonunu fark etmek, yolun sonunu görmek gerekiyordu. Fark edecektik ki gündelik hayatı beslenme, barınma ve üreme olan hayvanlardan farklı bir yaşama nail olalım…

Elbette fark etmelerin tek maddesi yok. Yani fark etmemiz gereken pek çok şey var ve zaten dünya da bunun için var.

Sonuç olarak, ilk satırlara atıfta bulunup meseleye nokta koymak gerekirse, “Dünyanın amacı, fark etmek” diyebiliriz. Binaenaleyh, meselenin özü gereği bir an evvel fark etmeli. En azından farkı fark etmeli…