KASIM ayının gündem
yaratan ve her yıl yeniden keşfediliyormuşçasına kamuoyunu meşgul eden konularından
biri üzerine fikir jimnastiği yapmak arzusundayım. Konuyu hem sözü edilenler,
hem işlevselliği hem de o alanda etkili ve yetkililer açısından ele almaya
çalışacağım.
Üzerinde
durmak istediğim konu, her yıl 24 Kasımlarda, bilen bilmeyen, samimî olan
olmayan herkesin söz söylediği öğretmenlik mesleği üzerine, özellikle de önemli
bir meslek olduğu ve gönül alıcı sözlerden oluşmaktadır. Oysa bahsedilen
meslek, günü kurtarma ve övgülerle geçiştirilecek bir meslek değildir. Öğretmenlik;
insan yetiştirme, onu geleceğe hazırlama, hayatın gerçeği içerisinde
karşılaştığı problemleri aşabilme ve yaşamdan zevk alma noktasına gelmesi için
çaba sarf eden bir meslektir.
Aslına
bakılırsa o mesleği sadece öğreten anlamına gelen “öğretmen” kelimesiyle
anlatmanın da yetersiz kaldığı düşüncesindeyim. Öğretmenin asıl vazifesi;
öğreten değil soran, sorgulayan, karşılaştığı durumlara göre çözüm üretebilen,
var olan yeteneklerini geliştirip yetersiz olanları elde etme çabası gösteren, yaratılış
felsefesine uygun davranış kazandıran, mukavemet gücü geliştiren insan
yetiştirmektir. Bunları yaparken de sürekli kendisini yenileyen, geliştiren,
öğrencilerine bir şeyler kazandırmaya çalışırken bile kendisi yeni kazanımlar
elde eden olmalıdır. Bunu yapabilen kişinin öğreten olmadığı gibi sadece eğiten
olması da beklenemez. Bu konuyu dil bilimcilere ve uzmanlarına bırakmakta yarar
var.
Konunun
cevabı aranırken, bu, “eğitişim” kavramı etrafında düşünmek ve o hususlara
cevap verecek ortamı oluşturmakla mümkündür. Yani öğretirken öğrenen, eğitirken
eğitilen, her durum ve şarta uygun tavır alabilen ve karşılaştığı problemlerin üstesinden
gelen insanla mümkün... Böyle birinin yetiştireceği öğrencinin de hayatı doğru
anlaması ve içinde yaşayacağı şartlara göre tutum göstermesi mümkün olacaktır. Böyle
bir kişi, çağın gelişmelerine açık olması yetmez, gelişmeler konusunda muhatap
olduğu öğrencinin önünde giden ve onlara gerekli rehberliği verebilen
olmalıdır.
Bu
kadar önemli ve eğitimin olmazsa olmazı olan bir mesleği öyle yılda bir defa
anmak, hatırlamak ve üzerinde söz söylemek -ki onun da mesleğe ve meslek
sahiplerine ne katıp katmadığı tartışılır- doğru olmaz. Söylenenlerin alana
yansımasının ancak insanın yetişip gelişmesiyle doğrudan ilgili olan bu
mesleğin olması gerektiği ciddiyette ele alınmasını sağlamak gerekir.
İnsan
unsurunu işlemekle ilgili bir mesleğin kendi farkındalık bilincini oluşturulmasına,
bulunduğu ortama uyum sağlamasına, yaşam kalitesinin arttırılmasına, kişilik
gelişiminin oluşmasına ve ayrıca vatandaş olma seviyesinin belirlenmesine,
sadece kendisi için değil yaşadığı topluma ve içinde yaşadığı dünyayı
sahiplenme becerisi gösterebilmesine doğrudan etki eden bir meslek erbabı olarak
öğretmen ciddiye alınmalıdır.
Eğitim-öğretim,
istendik davranış gerektirir. Kazandırılmasında etkin olanın yeterli
performansa ve meslek heyecanına sahip olmasıyla birlikte onu alanın gönüllü,
istek ve heyecanla ortama katılmasını gerektirir. Bunu yapabilmenin
vazgeçilmezi olarak, insan psikolojisini doğru anlama beceri ve yeteneğine
sahip olan, yaşanan ortamda bulunanları motive etme gücüne sahip bir rehbere
ihtiyaç vardır.
Görsel
olarak insanı tatmin eden modern fizikî mekânların hazırlanması, çağa uygun her
türlü teknolojinin sağlanması, en ileri düzeyde programların geliştirilmesiyle
eğitimde başarı elde etmenin mümkün olamadığını yaşayarak görmekteyiz.
Bir
mesleğe “Hiç olmazsa” diyerek girilir mi? Hele öğretmenlikse?
Yukarıda
genel olarak önemi vurgulanan bir mesleğe sahip olanların, o derece toplum
içinde saygın bir yeri olmalı ki genç neslin tercih etmesinde etkili olabilsin.
“Hiç olmazsa öğretmen olsun” noktasındayken onların yetiştireceği bir meslekten
arzu edilen verimi beklemek beyhudedir. Bu saygınlık sadece özlük haklarının
iyileştirilmesiyle mümkün değildir. Öğretmenin, bu mesleği benimseyen ve bir
ömür onunla yaşayacak olmayı göze alanlardan ve insan sevgisine sahip
kişilerden olması gerekir.
Psikolojisi
problemli olan, empati gücü olmayan, çocuk sevgisinden yoksun, vazifesini ifa
ederken insan ile bir arada değil de herhangi bir makine ile muhatap olduğunu
zanneden, görev alanını mesai süresiyle sınırlayan kişiyle bu kadar önemli bir
meslek icra edilemez.
Sosyal
ve özlük hakları yönünden desteklenerek ekonomik yönden iyileştirilen, toplum
içinde saygınlığı olan ve mesleğinden başka bir şey düşünmeyecek duruma gelen, meslek
ve gelecek plânlaması yapan genç nesil için aranan bir meslek olmalıdır. Seçkin
ve zor ulaşılan bir mesleğin sahibi olan kişinin mesleğinin gereğini yapması, sürekli
kendini yenileme ve tamamlama gereğini yerine getirmesinde problem
yaşanmayacaktır.
Nitelikli
yetiştirilmiş öğretmenlerle çadır ortamlarında bile eğitimde başarının
yakalanacağını unutmamak gerekir. Geçtiğimiz iki yıl içinde pandemi dolayısıyla
yaşanan olaylar, öğretmen ile aynı mekânı teneffüs etmeyen bir öğrencinin
eğitim-öğretim yönünden yeteri faydayı sağlayamadığı yaşanarak görülmüştür. Bu
kısa tecrübe göstermiştir ki, eğitim ortamlarında öğretmenin önüne geçebilecek
fizikî yapı ve teknolojik gelişme gibi başka değerlerin henüz mevcut olmadığını
anlamak zor olmayacaktır.
Eğitimde
yaşanan olumsuzluklarda eğitim sistemi, programlar, fizikî yapı, teknolojik
imkânlar, hattâ öğretmen yetersizliği üzerinde çareler aranıp giderilmeye
çalışılır. Bunların hepsi önemlidir ve üzerinde durulması gerekli konulardır. Ancak
asıl önemli olan öğretmen yetiştirme ve kalitesi konusunda kafa yorulduğuna, çareler
arandığına dair görüntüye pek rastlanmaz. Unutulmamalıdır ki, hangi sistemi
getirirseniz getirin, ne kadar iyi program geliştirirseniz geliştirin, eğitim
kurumlarını fizikî olarak ne kadar iyileştirirseniz iyileştirin, isterseniz
eğitim ortamlarını çağın en iyi teknolojiyle donatın, öğretmeniniz yeterli
kalitede değil ve eğitim ortamına uygun gerekli performansı gösterecek güce
sahip değilse, yapılan çabalar boşa gidecektir!
Bu
kadar önemli bir mesleğin sahipleri olan eğitimcilere de birkaç söz etmezsek,
konuya taraflı yaklaşmış oluruz…
Köy
enstitüleri ve akabinde aynı işlevi yerine getiren öğretmen okullarında
öğretmen adayları, memleket sevdasıyla yetiştirilir, diplomalarını aldıklarında
hangi karanlık köşelerde ışık olacaklarının heyecanını yaşarlardı. Köy, kasaba,
şehir okulu ayrımı yapmadan gittikleri ortamı aydınlatmanın çabası içine
girerlerdi. Onlar için mesai mefhumu olmadığı gibi, fizikî bir mekânla sınırlı da
kalmazlardı. İçinde bulunulan coğrafyada Türkiye’nin diğerleriyle arasında bir
fark varsa -ki gözle görünür büyük fark var- o ideal insanların hizmetleri
sayesindedir.
Günümüz
öğretmeninin entelektüel açıdan yeterli olduğunu söylemek mümkün değildir.
Öğretmenlerin okumadıkları gibi bir gerçekle karşı karşıya olunduğu
bilinmelidir. Öğretmeni okumayan bir öğrencinin okuması beklenemez. Okuyup
kendini geliştirmeyen insan da topluma yararlı olamaz. Öğrencilerine hayat boyu
öğrenmenin yollarını gösterecek olan öğretmenin kendisinin de sürekli öğrenmeye
ihtiyacının olduğunu unutmamalıdır.
Eğitim konusunda etkili ve yetkili olanların öncelikle kapatılan köy okullarını tekrar faaliyete geçirip aydınlık yüzlü öğretmenlerle ülkenin en ücra köşesindeki çocuklarla buluşturmaları gerekmektedir. Aynı zamanda orada yaşayan yetişkin insanlarla iç içe yaşayıp dertlerine çare arama ve oralarda müreffeh Türkiye’nin meşalesini yakmalarına imkân verilmesidir. Alanda çalışan meslektaşlarımın da okulu “mesai doldurulan mekân” olmaktan çıkarıp oradaki insanların dertleriyle hemdert olmayı yaşam felsefesi hâline getirmeleri gerekir. Hiçbir olay yoktur ki tek taraflı çözüm üretilebilsin; öğretmenlik mesleği üzerinde söz söylerken o mesleği icra edelerin özlük hakları ve sahip olacakları statüler konusunda haklı olan iyileştirme talebinde bulunurken, onların da geçmişte olduğu gibi karanlıkları aydınlatan meşale olmayı ve bulundukları her ortamda fark yaratan öğretmen olmayı yaşamaları ve yaşatmaları gerekli şarttır.
Basit
bir merasim ölçeğinde Öğretmenler Günü
Yıllardır
dilimin döndüğü nispette söylediğim ve yazdığım gibi, Öğretmenler Günü’ne denk
gelen hafta ve ayların günü kurtaran şekilci tören ve kutlamalarla yetinilmemeli;
mesleğin yeterince irdelenmeli, geçmişi süzgeçten geçirilirken gelecekle ilgili
bu konuda düşünenlerin fikirlerinin ortaya konulmasına imkân sağlayan oturumlar
yapılmalıdır. Öğretmenler Günü kutlamaları, öğretmenliğin öneminin ortaya
konduğu, problemlerinin tespiti ve çözüm yollarının arandığı bilimsel
toplantılara ağırlık verilmelidir. Toplumun gelişimine etkileri tartışılmalı,
eksileri ve artılarıyla o mesleğe sahip olanların statüleri gözden
geçirilmelidir. Özellikle mesleğini öğretmen olarak sürdüren kişilerin
özeleştiri yapabildiği toplantı ve tartışma ortamlarına yer verilmelidir. Özlük
haklarının iyileştirilebilmesi ile ilgili istek ve taleplere yer verilirken,
mesleğin icrasında görülen aksaklıkların giderilmesi ve eğitimde kalitenin
yükseltilmesiyle ilgili bizzat öğretmen düşüncelerine ağırlıklı yer
verilmelidir.
Öğretmenlik
mesleğine eleman yetiştiren, bilimsel bilginin yanında pedagojik formasyon
yükleyen eğitim fakültelerinin sorumluluklarına değinmeden geçmek olmaz. Eğitim
fakültelerine giriş o kadar kolay olmamalıdır. Herhangi bir meslek icra edecek
gibi genel bilgi düzeyinin ölçüldüğü sınavlarla aday seçimi yapılmamalıdır. İnsan
unsuruyla birlikteliği ve sürekli içi içe olmayı gerektiren bir meslek olması
hesabıyla öncelikle adayın psikolojik sorununun olup olmadığı ve insanî
ilişkilerinin sorgulanması, mesleği bir gelir kapısı değil insanları sevmeyi ve
onlara hizmet etmenin heyecanını yaşaması gerekir. Herkesin öğretmen olamayacağı
fikri daha baştan kabul edilmelidir.
Eğitim
fakülteleri, öğretmen okullarının yetiştirdiği düzeyde meslek şuuruna sahip
öğretmen yetiştirme konusunda henüz kendilerini ispat etmiş değillerdir. Bugün
fakülte mezunu öğretmenlerin akademik bilgi yönünden belki artıları vardır -“Belki”
diyorum; bu da tamamen kişilerin ilgileri ya da fakültelerin kurumsal
özellikleriyle alâkalıdır diye düşünüyorum- ancak meslek idealini yeteri
derecede aldıkları konusunda uygulamada görülen tarafı ile iyi bir yerde olduklarını
söyleyebilmemiz kolay olmayacaktır.
Eğitim
fakülteleri öğretmen adayları için her konuda bir laboratuar olmalıdır.
Öğretmenlik mesleğinin mesai memurluğu olmadığını bilerek hareket etmekte yarar
olduğu bilincinde insanlar yetiştirmekte daha fazla geç kalınmamalıdır. Eğitim
fakülteleri, Bir ülkenin geleceğini oluşturacak çocukları yetiştirmekle yükümlü
olduklarının bilincinde ve idealinde insanlar yetiştirebilen kurumlar
olmalıdır.
Yetişen
ve yetiştirilenleri irdelerken öğretmeni istihdam eden Millî Eğitim Bakanlığı’nın
üzerine düşen görevleri ele almazsak konuyu eksik bırakmış oluruz: İnsanlar her
şeyden önce hayatlarını idame ettirebilmek için bir meslek seçerler. Öncelikle
biyolojik ihtiyacı gidermek önemlidir. Daha sonra sosyal ihtiyaçlar ve diğerleri
gelir. Bu açıdan bakıldığında öğretmeni istihdam eden kurumun, ülkenin geçim
standartlarının altında kalmayacak bir yaşam standardı sunması yetmez, tercih
edilen meslek durumuna getirilmesi için özlük hakları ve sosyal statüleri konusunda
gerekli özveride bulunması da gerekir. İnsan sağlığı ile ilgili olan tıp
doktorlarıyla aynı insanın çağın gereklerine göre yetiştirilip yaşam
standartlarına uygun ruhsal ve psikolojik yönden yetiştirilmesine doğrudan
etkin olan öğretmenlik mesleği aynı düzeyde saygın bir meslek durumuna
getirilmelidir. Okulların fizikî yapıları ve teknoloji alımına verilen değer,
eğitimin ana unsuru olan öğretmenden esirgenmemelidir. Bakanlıktaki personel
sayısının fazlalığı ve o derecede hizmet alanının genişliği göz önüne
alındığında personelin yükümlülük değeri düşürülemez. Öyleyse hizmet alanının
önemine göre bir özlük hakkı verilmelidir.
Öğretmenler
Günü’nü yılda bir defa “Söz olsun, beri gelsin” babında geçiştirmek yerine,
mesleğin nasıl olması gerektiği ve meslek sahiplerine ne tür iyileştirici
imkânlar sağlanacağı hususlarında etkili ve kalıcı tedbirlerin alınması öncelikli
dileğimizdir. Mesleğinin bilincinde olarak birer çağdaş meşale olup fark
yaratan öğretmenlerin Öğretmenler Günü’nü en içten dileklerimle kutluyorum.
Yarınlar sizin ve sizin yetiştireceğiniz sevgili yavrularımızın olsun!