Fark yaratan ebeveyn

Beyin, insanoğlunun en mükemmel parçasıdır. Az zekâlı, çok zekâlı ya da akılsız insan yoktur. Sadece mevcut yeteneklerini hangi seviyede kullanabileceğinin bilincinde olmayan, düşük, orta ve ileri seviyede insan vardır. Tembel çocuk yoktur; ilgisiz ve sağlıklı düşünemeyen ya da uygun ortam bulamayan çocuk vardır. Yetişkinlere düşen görev, onlara ihtiyaçları yönünde rehberlik etmektir.

GÜNÜMÜZ ilerlemiş bilim ve teknolojisine rağmen hâlâ gizemi çözülememiş bir yapı olan insanı anlamak kolay değildir. Gelinen nokta dikkate alındığında, hiç de küçümsenmeyecek bir seviyede olduğu ortadadır. Bu gelişmeler, yine o gizemin sahibi olan insanın aklı kullanması sayesindedir.

Akıl, irade ve akabinde yaratıcılığının eseri olarak her geçen gün şaşırtmaya devam etmektedir. Bu gizemli yapının kolay gelişebildiği gibi, o derece de kolay bozulabilen bir canlı olduğunu unutmamak gerekir. Gelişebilmesi, bulduğu uygun ortamlar ve alabildiği eğitimler sayesinde olduğuna göre, eğitim ortamlarının önemi ortaya çıkmaktadır. Burada kastedilen standart eğitim değil, bireyin kendi özgün yapısına hizmet eden eğitim ve ortamlardır.

Standart eğitim sisteminde birey, sürü arasında kaybolup onlarla aynileşmek durumunda kalmaktadır. Bireysel yeteneklerinin gelişmesine katkı sunmak yerine, mevcut olanların dahi törpülendiği, sürünün bir parçası olmaktan başka çaresi yoktur. Oysa insan zekâsı keşfetmek, kendini geliştirmek, yaşamın inceliklerini tanıyıp öğrenmek, eksiklerini tamamlamak ve özgün işlemler ortaya koymak ister. Bu sayede kendince bir yaşam sevinci oluşturur.

İnsan istediğini veya ihtiyacı olanı öğrenmekte zorlanmaz. Bunun için kafayı bilgi hamalı yapmaya gerek yoktur. Bilginin nereden ve nasıl alınacağını bilen kişi, çeşitli kaynaklara ulaşarak onu edinebilir. Bilişim çağı olan günümüzde internet, her şeyi kolaylıkla insanın hizmetine sunmaktadır. İnsana düşen, doğru bilgiye nereden ve nasıl ulaşacağının yolunu ve yöntemini bilmektir; bu yeterlidir.

Buna rağmen toplu yaşama durumunda olan insanoğlunun belli kurallara uyma zorunluluğu olacaktır. Dolayısıyla topluma uyumda zorlanmaması için davranış geliştirme eğitimi alma ihtiyacı duyacaktır. Toplu yaşamak durumunda olan insan, diğerleriyle birlikte ve diğerlerini dışlamadan ve dışlanmadan uygun bir yaşam düzeyi yakalamalıdır. Bunu yaparken özgür bir ortama sahip olması ve kendi olma fırsatını yakalayabilmesi imkânlarının korunmasına özen göstermelidir.

İnsan, karşılaştığı imkânları ve alacağı eğitim seviyesi arasında seçim yapan, yaşantısını nasıl geçireceği konusunda özgür düşüncesini koruyabilen bir varlıktır. Hem o istisna varlığın korunması, hem de toplumsal yaşam içinde aykırı kalmaması için eğitime ihtiyacı vardır. Eğitimin ufuk açan, geliştiren, bilgi birikimi sağlayan ve davranış değişikliği kazandırmasının yanında insanı disipline eden yönü de vardır. Eğitilmiş kişi, doğal olarak bir hayat standardına ulaşmış insan olarak düşünülür. Bir şey elde etmek için değil de iyi eğitim almak için yola çıkıldığında gerçek amacına ulaşır. Aksi takdirde eğitim, araçlaştırılmış olur.

Eğitim bir haktır. Akıl, bilim, duygu ve düşünce gibi temel insanî unsurlar dikkate alınmadan ve bunlar üzerindeki insanın hakkını gözetmeyen eğitim, insana hizmet etmez.

Ceza tepkiyi, akabinde de intikam almayı tetikler. Karşısındaki kudretin verdiği ceza, ilk fırsatta kendinden zayıf olana uygulanacaktır. Bu sayede insanlar arası nefretin yaygınlaşmasına yol açılacaktır.

Eğitimin amacı itaat etmeyi değil, toplumsal yaşamı kolaylaştırmak için uyumu öğretmektir. İtaat, insanı kendi olmaktan çıkarır, başkalarının güdümüne sokar.

Her insanın fizikî yapısı farklı olduğu gibi, yeteneği ve olaylar karşısındaki duyarlılığı da birbirinden farklıdır. Farklılıklara rağmen bütün insanları aynı potada eritmek, aynı şeyleri eşit seviyede öğrenmeleri ve yapmalarını beklemek insan unsuruyla bağdaşmaz. Verimli bir ürün elde etmek için tek başına tohumun kaliteli olması yetmez; ekildiği toprak, çevre şartları, bakım ve sulama gibi aldığı desteğin kalitesi oranında gelişme sağlanacaktır. Çocuğun zeki ve yetenekli olmasıyla da fazla övünmemek gerekir. Nasıl bir çevrede büyüdüğü, gelişim sürecinde ne tür bir eğitim alabildiği, içinde yaşadığı aile veya toplumda ne tür rol modellerle karşılaştığı ve kendi olarak neleri yapabilme zevkine varabildiği önemlidir.

İnsan türünün bir parçası olan çocuk, başlı başına bir birey ve kendi için var olan, kendi dışında var olanlarla ilişkide ve iletişimde bulunma ihtiyacı olan bir canlıdır. Ebeveynlere düşen görev, bu bireyin ihtiyacı olan eğitim ortamını sunmasıdır.

Genel olarak canlı ve neşeli, hayat dolu, cıvıl cıvıl olan çocuklar, aile içindeki kuralcılık veya bilinçsiz yönlendirmeler sayesinde içe kapalı, donuk, ezik hâle getirilebilirler. Bilhassa okul disiplinine girdikten sonra kendi özgün yapılarından fireler verip standart tipler olarak toplumda yerlerini almaları istenir. Oysa her biri ayrı özellikte ve birbirlerinden farklı yetenekleri olan insanlardır onlar. Onların kişilik gelişimlerinin sağlam olması, kendileri olabilmeleri, özgün yapılarını ortaya koyabilmeleri, kendilerini değerli hissettikleri yaşam ortamlarıyla mümkündür.

Yetişmek, yetişkin olmak, yetiştirmek

Şehirleşmenin gün geçtikçe yaygınlaşması, mega kentlerin oluşması ve aile bireylerinin gündelik meşguliyetler içerisinde yoğrulması, çocuk eğitiminin aksamasına sebep olmaktadır. Anne babalar istese dahi çocuklarına ayıracakları zamanları kısıtlı olduğu gibi onlarla birlikte vakit geçirecekleri alanlar da sınırlıdır.

Öncelikle aile içinde ve çevrede sergilenen davranışlar uyumlu olmalıdır. Yetişkinlerin söyledikleri ile yaptıkları paralel gitmelidir. Yalan söyleyen, aldatan, kötülük yapan birinin iyi ve doğru olma yönünde söyledikleri ne kadar geçerli olabilir? Çocuk duyduklarını değil, gördüklerini daha fazla ciddiye alır ve yapabildiği nispette onu yaşamaya çalışır. Onların sağlam karakterli ve kişilikli yapı oluşturabilmesi, doğru rol modellerle bir arada olmalarıyla mümkündür.

İnsan ve çevresi arasındaki eğitim ilişkisi, öğrenme sürecinin en etkili alanıdır. Hayatın gerçeğinin yaşanarak öğrenildiği alandır. Aile, okulun ve çevrenin kuralcı yapısı sayesinde toplum, söyleneni yapan, uysal, otoriteye boyun eğen, eleştiriden ve eleştirmekten korkan çocuklarla doludur. Bunu daha fazla arttırmanın gereği yoktur.

Sorumluluk bilinci ailede başlar. Aile içinde çocuklara, yaş seviyesine uygun görevler vermek, onların bir şey yapmış ve başarmış olma zevkini tatmasına katkı sağlar. Aile içinde her bireyin bir şeyler yapmak durumunda olduğu fikrini geliştiren çocuk, her yaş döneminde üzerine vazife olanları ciddiye alacaktır. Bu, sorumluluk bilincinin gelişmeye başladığının göstergesidir.

Anne babaların çocuklarının eğitimi ve yetiştirilmesi ile ilgili kaygı duyması, çaba sarf etmesi doğal bir tutumdur; ancak çocuğun gözde bir meslek edinmesi adına her türlü zorluğa göğüs germek mi, yoksa isteyerek ve bilerek başarılı ve mutlu olacağı bir hayata hazırlamanın mı daha önemli olduğu konusunda doğru karar verilmelidir.

Çocuğun kişilik bilinci kazanmasına ve hangi etkilerden yararlanarak “kendi olma” aşamasını yakalayabileceği önemlidir. Çocuğun belli bir dönem içinde gösterdiği davranışlarıyla yargılanması, telâfi edilemez izler bırakabilir. Çocuklar kısa devrelerle farklı davranışlar gösterebilir ve bu davranışlarından bir müddet sonra vazgeçebilirler. Bu durumda esnek olmakta yarar vardır.

Çocuğu doğru anlayabilmek, onunla kurulacak iletişimle doğrudan ilgilidir. Çocuğu bir yetişkin gibi karşılamak, onu dinlemek, kişiliğine değer verildiğini yaşantıyla ortaya koymakla mümkündür.

Çocuklar, annelerinin ve babalarının zayıf noktasını çok iyi bilirler ve onu kendi amaçları doğrultusunda kullanmakta mahirdirler. Yaptıkları birçok hata ya da kusur, dikkat çekmek veya onları cezalandırmak amaçlı olabilir. Burada çocuğun, yetişkinleri yönetme becerisi ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla anneler ve babalar dikkatli olmalı, olaylara çok yönlü bakmasını bilmeli ve konunun üzerine zekice gidebilmelidirler.

Çocukları önemsemek ve onlara değer vermekle onların yerine hareket etmemeye özen gösterilmelidir. Gereğinden fazla yardım edilen, hatta onun adına görev ve sorumlulukları yerine getirilen çocuklar, hayatın gerçeğinden uzak yetiştirilmiş olurlar. İstedikleri mesleği elde etmiş olsalar bile mutlu olamaz, karşılaştıkları sorunlarla başa çıkamaz, sürekli başkalarının desteğini yanlarında görmek isterler.

Çocuklardaki merak, onların iyi birer gözlemci ve duyarlı olduklarını gösterir. Gözlemledikleri ve duyduklarını hafızalarına daha kolay kaydedebildiklerini unutmamak gerekir. Çocuk zekâsı daha hızlı ve pratik çalışır. Bundandır ki, günümüz teknoloji çağında çocuklar, yetişkinlerden her daim öndedirler. İnsanın yaratıcılığı ve yeteneği sayesinde oluşan teknolojinin, insanın yerine geçmesine müsaade edilmemelidir. Teknoloji sadece insanın elindeki bir araç ve ihtiyaçlarını gidermede kolaylık sağlayan işleve sahiptir.

Beyin, insanoğlunun en mükemmel parçasıdır. Az zekâlı, çok zekâlı ya da akılsız insan yoktur. Sadece mevcut yeteneklerini hangi seviyede kullanabileceğinin bilincinde olmayan, düşük, orta ve ileri seviyede insan vardır. Tembel çocuk yoktur; ilgisiz ve sağlıklı düşünemeyen ya da uygun ortam bulamayan çocuk vardır. Yetişkinlere düşen görev, onlara ihtiyaçları yönünde rehberlik etmektir.


Çocuğa yardımcı olmak

İstendik davranış elde etme süreci olarak bilinen eğitimde, çocuk kendi hâline bırakıldığında hoşuna giden şeyleri kolay öğrenir, iyiye ve güzele ulaşabilir. Zorlamayla verilmek istenen eğitimden hayır gelmez.

Öğüt ve telkin, çocukların hoşuna gitmeyen ve kolay kabullenemedikleri yetişkin davranışlarıdır. Öğüt ve telkin verende bildiklerini dayatma ağır bastığı için, muhatabında doğal olarak karşı tepki oluşturmaktadır. Böyle bir ortamda istendik bir davranış elde etme mümkün olmayacaktır.

Yaş ve kapasiteleri dikkate alınmadan çocukların önüne aşamayacakları bir engel koymak, onların beceri ve kabiliyet sıkıntısı çekmeleri yönünde karar vermek gibi telâfisi güç durumlara girmemek gerekir.

Anne ve babalar, çocuklar vasıtasıyla doyuma ulaşmanın yollarını aramamalı, onların duygu ve düşüncelerini şekillendirmeye, kendi arzu ve niyetlerine göre biçimlendirmeye kalkmamalı; çocuğun kendi düşünce ve davranışlarıyla özgür bırakılmasına, sevgi ve iyilik ortamında çiçek misali açılmalarına yardımcı olmalıdırlar.

Çocuk, anne ve babasının çocukluk yaşadığı düne göre değil, içinde yaşadığı çağa göre eğitilmelidir. Çünkü çocuk, yaşadığı çağa uygun ruhsal gelişim gösterir. Çağın imkân ve şartları onların doğal yaşam ortamlarını oluşturur. Kalıplaşmış dayatmalardan vazgeçilerek kendi istekleri yönünde deneyim kazanması için uygun ortamlar sunulmalıdır. Bunu yaparken çocukların özgürlükleri önemsenmeli, ancak bundan “başıboş bırakmak” da anlaşılmamalıdır. Özellikle küçük yaşlarda yetişkinlerin doğru ve bilinçli rehberlik yaklaşımından mahrum bırakılmamalıdırlar.

Çocuğun psikolojisini doğrudan etkileyen “şiddet uygulamak, kişiliğini eleştirmek, ceza vermek veya aşağılamak” gibi davranışlar, sağlıklı gelişim sağlamasına olumsuz katkı yapar. Benzer tutumlar çocukta, söylenilenleri duymamayı, acıları hissetmemeyi içselleştireceğinden, duygularının köreltilmesine sebep olacaktır. Benzer yaşanmışlıklar ortasında yetişen çocuklar, yetişkin hâle geldiklerinde işitmeyen kulaklara, hissetmeyen kalplere sahip insanlar olurlar.

Duygu körelmesi insanı duyarsızlaştırır. Düşünceler ve davranışlar duygular tarafından şekillenir. Duyguların düşüncelere, düşüncelerin davranışlara dönüşmesiyle kişisel karakter oluşur. Buradan da anlaşılmaktadır ki, insanın yönetim merkezini oluşturan beyin, kalp desteğini almadığı takdirde tam gelişim tamamlanamayacaktır.

Kişinin zihninde olan derin kayıtlar, zamanla kırmızı çizgilerin oluşmasına sebep olur. Bilinçaltı sayesinde ileriki yaşlarda bu kırmızı çizgiler, kişinin koruma kalkanları hâline gelir. O yöndeki en küçük bir eleştiri bile kişiyi patlama noktasına getirebilir.

Koşullanmış disiplin altındaki çocuk, özgür olmayan çocuktur. Çocuğun ilk üç ve beş, hatta ilk yedi yılı çok önemlidir. Çocuğun kişilik gelişimi ve karakter oluşumu açısından ciddiyetle üzerinde durulması gereken bu yıllarda anne baba ve yakın çevrenin titiz olması gereklidir.

Çocuk, kusurunu kendi amaçları doğrultusunda kullanmaya son vermedikçe, mevcut olan problemin çözümünün gerçekleşmesi zor olacaktır. Çocuğun davranışlarını anlamaya çalışmakla birlikte, yaşanan problemin arka plânını doğru tespit etmek gerekir. Ceza tepkiyi, akabinde de intikam almayı tetikler. Karşısındaki kudretin verdiği ceza, ilk fırsatta kendinden zayıf olana uygulanacaktır. Bu sayede insanlar arası nefretin yaygınlaşmasına yol açılacaktır.

Cezalar ve ödüller üstüne kurulmuş bir aile ortamı, anne babayı korku sembolü hâline dönüştürür. Bu sayede uslu, söz dinleyen bir çocuk görüntüsü ortaya çıkarsa da asıl yapı, görünen şekil değildir. Bulduğu ilk fırsatta gerçek yüzünü gösterecektir. Çocukların var olan duygusal dikkatleri ve heyecanları ödül, ceza veya korku ve baskı yönünde yoğunlaşır.

Geçen yılları geri getirmek mümkün olmadığı gibi çocukluk yıllarını da tekrar yaşatmak mümkün olmayacaktır. Bundan dolayı çocuğun hayatı özgürce yaşamasına, her yaş heyecanını doya doya tatmasına fırsat verilmeli, ileride “Keşke” demesine gerek kalmayacak ortamlar hazırlanmalıdır.

Sonuç

Ebeveynlere düşen, çocuğun kendine özgü bir yapısı ve emsalleri içinde biricik olduğunu kabul etmekle işe başlamaktır. Mevcut yapı hiçbir zaman başkası olamayacağı gibi, başkasının istediği yönde olması için gösterilen her tutum ve davranış, onun başkalarına yabancılaşmasına yol açacaktır. Aile içinde çocuğa gösterilen ilgi ve alâkanın belli bir amaca hizmet etmesi yönünde gayret göstermek ve ondan belirli bir davranış değişikliği beklemek, insanî bir tavırdır.

Yukarıdaki açıklamalar ışığında çocuğa yapılacak rehberlik, kişiliğini zedelemeden, kendi arzu ve isteğiyle yol almasına katkı sağlamakla mümkündür. Eğer bu sayede aşağıdaki davranışlar kazandırılabilirse, çocuğun karakterinin oluşmasında olumlu katkı sağlanmış olacaktır. Bu da bütün yaratılanlar içinde farklı bir konumda akıl, zekâ, irade, vicdan ve muhakeme gücüne sahip olmanın hazzını duyan ve ona uygun yaşama becerisi gösteren kişi olabilmek; içinde yaşadığı dünyadaki bolluk ve bereketin farkında olmak; aldığı nefesin, havanın, suyun, güneşin kıymetini bilme yönünde kendini motive edebilmek; kendisinin bu dünyaya gelmesine vesile olup yetiştiren anne ve babasının kıymetini bilmek, sağ iken saygıda kusur etmemek; kardeş, akraba eş ve dostlarını hayatının yaşam destek subabı olduğunun bilincinde olmak; bütün insanlığın tek bir Yaratıcının eseri olduğu bilinciyle insana insan olduğu için saygı duymak; vatan, bayrak, millet ve inanç gibi kutsal değerlerin varlığının bilincinde olmanın, özgürce yaşayabilmenin en önemli dayanakları olduğunun farkındalığını geliştirebilmek; âlemdeki bütün varlıkların belli bir sebep için yaratıldığının bilincinde olarak onların gizemlerini çözme yönünde onlardan gereğince yararlanma becerisi gösterebilmek; emeğinin karşılığı olmayan, bedelini ödemediği hiçbir şeye tenezzül etmemek ve başkalarının hakkına saygı gösterebilmek; geçmişin muhasebesini yapabilen, eksiklerini tamamlama becerisi gösterebilen ve hatalarını telâfi edip bir daha tekrarlanmasına fırsat vermeyecek bir şekilde kendisini hazırlayan insan olma yönünde sağlam temeller atma çabası gösterebilmekle mümkündür.

Kısaca kendinin ve çevresinde olan her şeyin farkındalığıyla yaşama becerisi gösterebildiğinin bilincinde olan ebeveynin yaşama yönünde çaba gösterebilen insan olmayı hedefleyen eğitim rehberliği, insanî olmayı hak edecek nesiller yetişmesine katkı sağlayacaktır. O takdirde fark yaratan ebeveyn olma becerisi gösterilmiş olacaktır.