GÜNÜMÜZ ilerlemiş bilim
ve teknolojisine rağmen hâlâ gizemi çözülememiş bir yapı olan insanı anlamak
kolay değildir. Gelinen nokta dikkate alındığında, hiç de küçümsenmeyecek bir
seviyede olduğu ortadadır. Bu gelişmeler, yine o gizemin sahibi olan insanın
aklı kullanması sayesindedir.
Akıl,
irade ve akabinde yaratıcılığının eseri olarak her geçen gün şaşırtmaya devam
etmektedir. Bu gizemli yapının kolay gelişebildiği gibi, o derece de kolay
bozulabilen bir canlı olduğunu unutmamak gerekir. Gelişebilmesi, bulduğu uygun
ortamlar ve alabildiği eğitimler sayesinde olduğuna göre, eğitim ortamlarının
önemi ortaya çıkmaktadır. Burada kastedilen standart eğitim değil, bireyin
kendi özgün yapısına hizmet eden eğitim ve ortamlardır.
Standart
eğitim sisteminde birey, sürü arasında kaybolup onlarla aynileşmek durumunda
kalmaktadır. Bireysel yeteneklerinin gelişmesine katkı sunmak yerine, mevcut
olanların dahi törpülendiği, sürünün bir parçası olmaktan başka çaresi yoktur.
Oysa insan zekâsı keşfetmek, kendini geliştirmek, yaşamın inceliklerini tanıyıp
öğrenmek, eksiklerini tamamlamak ve özgün işlemler ortaya koymak ister. Bu
sayede kendince bir yaşam sevinci oluşturur.
İnsan
istediğini veya ihtiyacı olanı öğrenmekte zorlanmaz. Bunun için kafayı bilgi
hamalı yapmaya gerek yoktur. Bilginin nereden ve nasıl alınacağını bilen kişi,
çeşitli kaynaklara ulaşarak onu edinebilir. Bilişim çağı olan günümüzde
internet, her şeyi kolaylıkla insanın hizmetine sunmaktadır. İnsana düşen,
doğru bilgiye nereden ve nasıl ulaşacağının yolunu ve yöntemini bilmektir; bu
yeterlidir.
Buna
rağmen toplu yaşama durumunda olan insanoğlunun belli kurallara uyma
zorunluluğu olacaktır. Dolayısıyla topluma uyumda zorlanmaması için davranış
geliştirme eğitimi alma ihtiyacı duyacaktır. Toplu yaşamak durumunda olan
insan, diğerleriyle birlikte ve diğerlerini dışlamadan ve dışlanmadan uygun bir
yaşam düzeyi yakalamalıdır. Bunu yaparken özgür bir ortama sahip olması ve
kendi olma fırsatını yakalayabilmesi imkânlarının korunmasına özen
göstermelidir.
İnsan,
karşılaştığı imkânları ve alacağı eğitim seviyesi arasında seçim yapan,
yaşantısını nasıl geçireceği konusunda özgür düşüncesini koruyabilen bir
varlıktır. Hem o istisna varlığın korunması, hem de toplumsal yaşam içinde
aykırı kalmaması için eğitime ihtiyacı vardır. Eğitimin ufuk açan, geliştiren,
bilgi birikimi sağlayan ve davranış değişikliği kazandırmasının yanında insanı
disipline eden yönü de vardır. Eğitilmiş kişi, doğal olarak bir hayat
standardına ulaşmış insan olarak düşünülür. Bir şey elde etmek için değil de
iyi eğitim almak için yola çıkıldığında gerçek amacına ulaşır. Aksi takdirde
eğitim, araçlaştırılmış olur.
Eğitim
bir haktır. Akıl, bilim, duygu ve düşünce gibi temel insanî unsurlar dikkate
alınmadan ve bunlar üzerindeki insanın hakkını gözetmeyen eğitim, insana hizmet
etmez.
Ceza tepkiyi, akabinde de intikam almayı tetikler. Karşısındaki kudretin verdiği ceza, ilk fırsatta kendinden zayıf olana uygulanacaktır. Bu sayede insanlar arası nefretin yaygınlaşmasına yol açılacaktır.
Eğitimin
amacı itaat etmeyi değil, toplumsal yaşamı kolaylaştırmak için uyumu öğretmektir.
İtaat, insanı kendi olmaktan çıkarır, başkalarının güdümüne sokar.
Her
insanın fizikî yapısı farklı olduğu gibi, yeteneği ve olaylar karşısındaki
duyarlılığı da birbirinden farklıdır. Farklılıklara rağmen bütün insanları aynı
potada eritmek, aynı şeyleri eşit seviyede öğrenmeleri ve yapmalarını beklemek
insan unsuruyla bağdaşmaz. Verimli bir ürün elde etmek için tek başına tohumun
kaliteli olması yetmez; ekildiği toprak, çevre şartları, bakım ve sulama gibi
aldığı desteğin kalitesi oranında gelişme sağlanacaktır. Çocuğun zeki ve
yetenekli olmasıyla da fazla övünmemek gerekir. Nasıl bir çevrede büyüdüğü,
gelişim sürecinde ne tür bir eğitim alabildiği, içinde yaşadığı aile veya
toplumda ne tür rol modellerle karşılaştığı ve kendi olarak neleri yapabilme
zevkine varabildiği önemlidir.
İnsan
türünün bir parçası olan çocuk, başlı başına bir birey ve kendi için var olan,
kendi dışında var olanlarla ilişkide ve iletişimde bulunma ihtiyacı olan bir
canlıdır. Ebeveynlere düşen görev, bu bireyin ihtiyacı olan eğitim ortamını
sunmasıdır.
Genel
olarak canlı ve neşeli, hayat dolu, cıvıl cıvıl olan çocuklar, aile içindeki
kuralcılık veya bilinçsiz yönlendirmeler sayesinde içe kapalı, donuk, ezik hâle
getirilebilirler. Bilhassa okul disiplinine girdikten sonra kendi özgün
yapılarından fireler verip standart tipler olarak toplumda yerlerini almaları
istenir. Oysa her biri ayrı özellikte ve birbirlerinden farklı yetenekleri olan
insanlardır onlar. Onların kişilik gelişimlerinin sağlam olması, kendileri
olabilmeleri, özgün yapılarını ortaya koyabilmeleri, kendilerini değerli hissettikleri
yaşam ortamlarıyla mümkündür.
Yetişmek,
yetişkin olmak, yetiştirmek
Şehirleşmenin
gün geçtikçe yaygınlaşması, mega kentlerin oluşması ve aile bireylerinin
gündelik meşguliyetler içerisinde yoğrulması, çocuk eğitiminin aksamasına sebep
olmaktadır. Anne babalar istese dahi çocuklarına ayıracakları zamanları kısıtlı
olduğu gibi onlarla birlikte vakit geçirecekleri alanlar da sınırlıdır.
Öncelikle
aile içinde ve çevrede sergilenen davranışlar uyumlu olmalıdır. Yetişkinlerin
söyledikleri ile yaptıkları paralel gitmelidir. Yalan söyleyen, aldatan,
kötülük yapan birinin iyi ve doğru olma yönünde söyledikleri ne kadar geçerli
olabilir? Çocuk duyduklarını değil, gördüklerini daha fazla ciddiye alır ve
yapabildiği nispette onu yaşamaya çalışır. Onların sağlam karakterli ve
kişilikli yapı oluşturabilmesi, doğru rol modellerle bir arada olmalarıyla
mümkündür.
İnsan
ve çevresi arasındaki eğitim ilişkisi, öğrenme sürecinin en etkili alanıdır.
Hayatın gerçeğinin yaşanarak öğrenildiği alandır. Aile, okulun ve çevrenin kuralcı
yapısı sayesinde toplum, söyleneni yapan, uysal, otoriteye boyun eğen,
eleştiriden ve eleştirmekten korkan çocuklarla doludur. Bunu daha fazla arttırmanın
gereği yoktur.
Sorumluluk
bilinci ailede başlar. Aile içinde çocuklara, yaş seviyesine uygun görevler
vermek, onların bir şey yapmış ve başarmış olma zevkini tatmasına katkı sağlar.
Aile içinde her bireyin bir şeyler yapmak durumunda olduğu fikrini geliştiren
çocuk, her yaş döneminde üzerine vazife olanları ciddiye alacaktır. Bu,
sorumluluk bilincinin gelişmeye başladığının göstergesidir.
Anne
babaların çocuklarının eğitimi ve yetiştirilmesi ile ilgili kaygı duyması, çaba
sarf etmesi doğal bir tutumdur; ancak çocuğun gözde bir meslek edinmesi adına
her türlü zorluğa göğüs germek mi, yoksa isteyerek ve bilerek başarılı ve mutlu
olacağı bir hayata hazırlamanın mı daha önemli olduğu konusunda doğru karar
verilmelidir.
Çocuğun
kişilik bilinci kazanmasına ve hangi etkilerden yararlanarak “kendi olma”
aşamasını yakalayabileceği önemlidir. Çocuğun belli bir dönem içinde gösterdiği
davranışlarıyla yargılanması, telâfi edilemez izler bırakabilir. Çocuklar kısa
devrelerle farklı davranışlar gösterebilir ve bu davranışlarından bir müddet
sonra vazgeçebilirler. Bu durumda esnek olmakta yarar vardır.
Çocuğu
doğru anlayabilmek, onunla kurulacak iletişimle doğrudan ilgilidir. Çocuğu bir
yetişkin gibi karşılamak, onu dinlemek, kişiliğine değer verildiğini yaşantıyla
ortaya koymakla mümkündür.
Çocuklar,
annelerinin ve babalarının zayıf noktasını çok iyi bilirler ve onu kendi
amaçları doğrultusunda kullanmakta mahirdirler. Yaptıkları birçok hata ya da
kusur, dikkat çekmek veya onları cezalandırmak amaçlı olabilir. Burada çocuğun,
yetişkinleri yönetme becerisi ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla anneler ve babalar
dikkatli olmalı, olaylara çok yönlü bakmasını bilmeli ve konunun üzerine zekice
gidebilmelidirler.
Çocukları
önemsemek ve onlara değer vermekle onların yerine hareket etmemeye özen
gösterilmelidir. Gereğinden fazla yardım edilen, hatta onun adına görev ve
sorumlulukları yerine getirilen çocuklar, hayatın gerçeğinden uzak
yetiştirilmiş olurlar. İstedikleri mesleği elde etmiş olsalar bile mutlu olamaz,
karşılaştıkları sorunlarla başa çıkamaz, sürekli başkalarının desteğini yanlarında
görmek isterler.
Çocuklardaki
merak, onların iyi birer gözlemci ve duyarlı olduklarını gösterir.
Gözlemledikleri ve duyduklarını hafızalarına daha kolay kaydedebildiklerini
unutmamak gerekir. Çocuk zekâsı daha hızlı ve pratik çalışır. Bundandır ki,
günümüz teknoloji çağında çocuklar, yetişkinlerden her daim öndedirler. İnsanın
yaratıcılığı ve yeteneği sayesinde oluşan teknolojinin, insanın yerine
geçmesine müsaade edilmemelidir. Teknoloji sadece insanın elindeki bir araç ve
ihtiyaçlarını gidermede kolaylık sağlayan işleve sahiptir.
Beyin, insanoğlunun en mükemmel parçasıdır. Az zekâlı, çok zekâlı ya da akılsız insan yoktur. Sadece mevcut yeteneklerini hangi seviyede kullanabileceğinin bilincinde olmayan, düşük, orta ve ileri seviyede insan vardır. Tembel çocuk yoktur; ilgisiz ve sağlıklı düşünemeyen ya da uygun ortam bulamayan çocuk vardır. Yetişkinlere düşen görev, onlara ihtiyaçları yönünde rehberlik etmektir.
Çocuğa
yardımcı olmak
İstendik
davranış elde etme süreci olarak bilinen eğitimde, çocuk kendi hâline bırakıldığında
hoşuna giden şeyleri kolay öğrenir, iyiye ve güzele ulaşabilir. Zorlamayla
verilmek istenen eğitimden hayır gelmez.
Öğüt
ve telkin, çocukların hoşuna gitmeyen ve kolay kabullenemedikleri yetişkin
davranışlarıdır. Öğüt ve telkin verende bildiklerini dayatma ağır bastığı için,
muhatabında doğal olarak karşı tepki oluşturmaktadır. Böyle bir ortamda
istendik bir davranış elde etme mümkün olmayacaktır.
Yaş
ve kapasiteleri dikkate alınmadan çocukların önüne aşamayacakları bir engel
koymak, onların beceri ve kabiliyet sıkıntısı çekmeleri yönünde karar vermek
gibi telâfisi güç durumlara girmemek gerekir.
Anne
ve babalar, çocuklar vasıtasıyla doyuma ulaşmanın yollarını aramamalı, onların
duygu ve düşüncelerini şekillendirmeye, kendi arzu ve niyetlerine göre
biçimlendirmeye kalkmamalı; çocuğun kendi düşünce ve davranışlarıyla özgür
bırakılmasına, sevgi ve iyilik ortamında çiçek misali açılmalarına yardımcı
olmalıdırlar.
Çocuk,
anne ve babasının çocukluk yaşadığı düne göre değil, içinde yaşadığı çağa göre
eğitilmelidir. Çünkü çocuk, yaşadığı çağa uygun ruhsal gelişim gösterir. Çağın imkân
ve şartları onların doğal yaşam ortamlarını oluşturur. Kalıplaşmış
dayatmalardan vazgeçilerek kendi istekleri yönünde deneyim kazanması için uygun
ortamlar sunulmalıdır. Bunu yaparken çocukların özgürlükleri önemsenmeli, ancak
bundan “başıboş bırakmak” da anlaşılmamalıdır. Özellikle küçük yaşlarda
yetişkinlerin doğru ve bilinçli rehberlik yaklaşımından mahrum bırakılmamalıdırlar.
Çocuğun
psikolojisini doğrudan etkileyen “şiddet uygulamak, kişiliğini eleştirmek, ceza
vermek veya aşağılamak” gibi davranışlar, sağlıklı gelişim sağlamasına olumsuz
katkı yapar. Benzer tutumlar çocukta, söylenilenleri duymamayı, acıları
hissetmemeyi içselleştireceğinden, duygularının köreltilmesine sebep olacaktır.
Benzer yaşanmışlıklar ortasında yetişen çocuklar, yetişkin hâle geldiklerinde
işitmeyen kulaklara, hissetmeyen kalplere sahip insanlar olurlar.
Duygu
körelmesi insanı duyarsızlaştırır. Düşünceler ve davranışlar duygular
tarafından şekillenir. Duyguların düşüncelere, düşüncelerin davranışlara
dönüşmesiyle kişisel karakter oluşur. Buradan da anlaşılmaktadır ki, insanın
yönetim merkezini oluşturan beyin, kalp desteğini almadığı takdirde tam gelişim
tamamlanamayacaktır.
Kişinin
zihninde olan derin kayıtlar, zamanla kırmızı çizgilerin oluşmasına sebep olur.
Bilinçaltı sayesinde ileriki yaşlarda bu kırmızı çizgiler, kişinin koruma
kalkanları hâline gelir. O yöndeki en küçük bir eleştiri bile kişiyi patlama
noktasına getirebilir.
Koşullanmış
disiplin altındaki çocuk, özgür olmayan çocuktur. Çocuğun ilk üç ve beş, hatta
ilk yedi yılı çok önemlidir. Çocuğun kişilik gelişimi ve karakter oluşumu
açısından ciddiyetle üzerinde durulması gereken bu yıllarda anne baba ve yakın
çevrenin titiz olması gereklidir.
Çocuk,
kusurunu kendi amaçları doğrultusunda kullanmaya son vermedikçe, mevcut olan
problemin çözümünün gerçekleşmesi zor olacaktır. Çocuğun davranışlarını
anlamaya çalışmakla birlikte, yaşanan problemin arka plânını doğru tespit etmek
gerekir. Ceza tepkiyi, akabinde de intikam almayı tetikler. Karşısındaki
kudretin verdiği ceza, ilk fırsatta kendinden zayıf olana uygulanacaktır. Bu
sayede insanlar arası nefretin yaygınlaşmasına yol açılacaktır.
Cezalar
ve ödüller üstüne kurulmuş bir aile ortamı, anne babayı korku sembolü hâline
dönüştürür. Bu sayede uslu, söz dinleyen bir çocuk görüntüsü ortaya çıkarsa da
asıl yapı, görünen şekil değildir. Bulduğu ilk fırsatta gerçek yüzünü
gösterecektir. Çocukların var olan duygusal dikkatleri ve heyecanları ödül,
ceza veya korku ve baskı yönünde yoğunlaşır.
Geçen
yılları geri getirmek mümkün olmadığı gibi çocukluk yıllarını da tekrar
yaşatmak mümkün olmayacaktır. Bundan dolayı çocuğun hayatı özgürce yaşamasına,
her yaş heyecanını doya doya tatmasına fırsat verilmeli, ileride “Keşke”
demesine gerek kalmayacak ortamlar hazırlanmalıdır.
Sonuç
Ebeveynlere düşen, çocuğun kendine özgü bir yapısı ve emsalleri
içinde biricik olduğunu kabul etmekle işe başlamaktır. Mevcut yapı hiçbir zaman
başkası olamayacağı gibi, başkasının istediği yönde olması için gösterilen her
tutum ve davranış, onun başkalarına yabancılaşmasına yol açacaktır. Aile içinde
çocuğa gösterilen ilgi ve alâkanın belli bir amaca hizmet etmesi yönünde gayret
göstermek ve ondan belirli bir davranış değişikliği beklemek, insanî bir
tavırdır.
Yukarıdaki açıklamalar ışığında çocuğa yapılacak rehberlik,
kişiliğini zedelemeden, kendi arzu ve isteğiyle yol almasına katkı sağlamakla
mümkündür. Eğer bu sayede aşağıdaki davranışlar kazandırılabilirse, çocuğun karakterinin
oluşmasında olumlu katkı sağlanmış olacaktır. Bu da bütün yaratılanlar içinde
farklı bir konumda akıl, zekâ, irade, vicdan ve muhakeme gücüne sahip olmanın
hazzını duyan ve ona uygun yaşama becerisi gösteren kişi olabilmek; içinde
yaşadığı dünyadaki bolluk ve bereketin farkında olmak; aldığı nefesin, havanın,
suyun, güneşin kıymetini bilme yönünde kendini motive edebilmek; kendisinin bu
dünyaya gelmesine vesile olup yetiştiren anne ve babasının kıymetini bilmek, sağ
iken saygıda kusur etmemek; kardeş, akraba eş ve dostlarını hayatının yaşam
destek subabı olduğunun bilincinde olmak; bütün insanlığın tek bir Yaratıcının
eseri olduğu bilinciyle insana insan olduğu için saygı duymak; vatan, bayrak,
millet ve inanç gibi kutsal değerlerin varlığının bilincinde olmanın, özgürce
yaşayabilmenin en önemli dayanakları olduğunun farkındalığını geliştirebilmek;
âlemdeki bütün varlıkların belli bir sebep için yaratıldığının bilincinde
olarak onların gizemlerini çözme yönünde onlardan gereğince yararlanma becerisi
gösterebilmek; emeğinin karşılığı olmayan, bedelini ödemediği hiçbir şeye
tenezzül etmemek ve başkalarının hakkına saygı gösterebilmek; geçmişin
muhasebesini yapabilen, eksiklerini tamamlama becerisi gösterebilen ve
hatalarını telâfi edip bir daha tekrarlanmasına fırsat vermeyecek bir şekilde
kendisini hazırlayan insan olma yönünde sağlam temeller atma çabası
gösterebilmekle mümkündür.
Kısaca kendinin ve çevresinde olan her şeyin farkındalığıyla
yaşama becerisi gösterebildiğinin bilincinde olan ebeveynin yaşama yönünde çaba
gösterebilen insan olmayı hedefleyen eğitim rehberliği, insanî olmayı hak
edecek nesiller yetişmesine katkı sağlayacaktır. O takdirde fark yaratan
ebeveyn olma becerisi gösterilmiş olacaktır.