Fani dünya ve tokluk

Yemekten önce helva, sonra meyve ve şerbeti de cilâsı olurdu Osmanlı sofralarının. Şimdilerde göremediğimiz bu yemek kültürü, az ve sık yemenin öneminin, sağlıklı beslenmenin bir örneğidir.

PEMBE bir hazan yeli selâmlıyor semâyı. Yaprakların coşkusu, rüzgârın şiiri… Kırmızının turuncuya aşkı mıdır ateş? Sormak lâzım pir pir pişenlere…

İnsanoğlu ebediyetini ve edebini yüzyıllara dayandırır. Kültürünü, geleneğini, aşını topraksız bırakmaz. Bu öyle bir davettir ki, destursuz... Bu öyle bir yaşamdır ki, fânî...

Doyum, en temel ve basit anlamıyla karın tokluğudur. Ve bu doyumun binlerce çeşidi, yüzlerce yöresi, onlarca tarifi vardır. Yumurta-i Hümayundan vişneli yaprak sarmasına kadar uzanan Osmanlı’nın yemek kültürü, zenginliği ile göz kamaştırır. Lezzeti, renkleri, coşkun sunumlarıyla önce gönülleri, sonra hatırları tok tutar.

Türk kültüründeki yemek âdâbı, asırlar önceki değerli eserimiz, ilk siyasetnâmemiz, ilk nasihatnâmemiz Kutadgu Bilig’de dahi Yusuf Has Hacib tarafından paylaşılmıştır. Öyle ki, günümüz yaşantısında uyguladığımız birçok şeyi o satırlarda okuruz. Şöyle:

“Şüphesiz beni yemeğe çağıracaklar ve ben çağırınca onlar da bana gelecekler.”

“Başkasının önündeki lokmalara dokunma, kendi önünde ne varsa onu al ve ye.”  

Öyle yapmıyor muyuz?

Hayatlarımızın şekil almasında atalarımızın emeği mübârektir. Farkında olmadan dahi yaptığımız birçok şeyin arkasında büyüklerimiz ve onların yaşantısı gelir. Gelişen dünyamıza, zenginleşen yemek kültürümüze rağmen geçici tadımlıklara, zararlı öğünlere, fayda vermeyen rızka uzanıyor ellerimiz. Can boğazdan geliyorsa, canımızın kıymetini bilmeliyiz. Özellikle gençlerimizin kötü yeme alışkanlıklarının önüne geçecek tariflerle sokak lezzetlerinin tüketimini aza indirmeliyiz. Bilmeliyiz ki, canımız bize emanet ve emanete hıyanetten daha elem verici bir hâdise yok.

Hatırlı kahve

Hâddinden fazla yapılan her şey, edinilen her alışkanlık, insanoğlunu olumsuz etkiler. Bembeyaz çarşaf görüntüsüyle her akşam içmenin yararlı olduğu süt, fazla tüketildiğinde midede ağrı ve şişkinlik yapmaktadır. Tadına doyum olmayan millî içeceğimiz, tavşankanı çayımız, fazla tüketildiğinde çarpıntıya neden olur. Ardında kırk yıl hatır bırakan, sohbetlerin vazgeçilmez içeceği Türk kahvesi, fazla içildiğinde şekeri tetikler, migreni selâmlar ve kalbi üzer...

Yeme alışkanlıklarımıza ve bağımlılıklarımıza, emanete sahip çıkarcasına özenle yaklaşmalıyız. Eski Türk geleneklerinde yemeğin ve aile birliğinin birbiri ile olan ilişkisi, Osmanlı dönemi boyunca sürmüştür. Bugüne kalan “ocağı bacası tütmek” gibi deyimler, yemek ve ailenin devamı arasında kurulan bağların canlılığını gösterir.

Tadı ise hâlâ bir başkadır yer sofralarının ve bereket için söylenen sofra duâlarının: “Ya Rabbi, şükür!”, “Elhamdülillah”, “Biz yedik, ziyâde eylesin Allah”…

Yemekten önce helva, sonra meyve ve şerbeti de cilâsı olurdu Osmanlı sofralarının. Şimdilerde göremediğimiz bu yemek kültürü, az ve sık yemenin öneminin, sağlıklı beslenmenin bir örneğidir. Bayramların tadı baklavadan, börekten geçmiyorsa hâlâ, minnet duymalıyız en nefis geleneğimize. Müzikli, sohbetli helva şölenleri, huzur veren zerde ziyafeti ve daha birçok geleneği ile Osmanlı, hâlâ birçok konuda örnek teşkil edecek âdetlere sahiptir.

Kimine mübârek, kimine gaflet, kimine sabır, kimine ise tövbe ettiren başımızdaki bu Covid-19 döneminde, özellikle bu zamanda, sağlığımıza, yiyip içtiklerimize daha da özen göstermeliyiz. Hazır gıdalardan, bakliyattan, paketli et ve balık ürünlerinden uzak durmalıyız. Tıkanmış boğazlarımızı kekik ile açmalı, kuru nefesimizi balla süslemeli, yaralarımızı duâ ile sarmalıyız. El ele hep birlikte mücadele ve gayretle bu dönemden sıyrılmayı nasip etsin Hüda!

Günümüzün dünyası çetrefilli yarınlara açıyor gözünü. Bilinmeyenler selâmlıyor bu sessiz çığlığı…