ÖNCE evimin
kısımlarını arz edeyim: Salon (koltuk, televizyon, sehpa, tablo, vazo), mutfak
(sandalye, yemek masası, fırın, buzdolabı, tabak, kaşık, çatal, bıçak), banyo,
yatak odası, çalışma odası, kapı ve merdiven…
Malûmunuz, eve kapısından girilir ancak. Bizse şimdi girip arkamıza bakmayalım,
çıkarken önümüze bakarız.
“Ev”
ile başlayalım o hâlde!
“Ev”
kelimesi Eski Türkçeden beri kullandığımız bir kelime. “Evürmek” kelimesi, evirilerek
“evirmek” olmuş ve “dönüştürmek, çevirmek” gibi anlamlara gelmiş. Aynı
benzerlik, ilginçtir, Arapçada da var. “Dar”, ev demektir ve “dara” fiili “çevirdi”
anlamında kullanılıyor. Bu coğrafyanın bir başka dili Farsçaya gelince; bizi
İran’da hânelerinde ağırlar misafirperver kişiler. Bizim dilimizde de önüne bir
sözlük alarak çokça kullanılmıştır. Misâl; yetimhane, bulaşıkhane, ibadethane,
kahvehane…
“Konut”
kelimesi ise öz Türkçedeki “kon-“ fillinden türemiş ve dil devrimi sürecinde Kutadgu
Bilig metninde bulunup güncel dile dâhil edilmiştir. “Mekân” kelimesine de
değinmeden geçmeyelim. Arapçadaki “kane” fiili “oldu”, “sekene” fiili ise “oturdu”
demektir. Kane fiilinden “mekân”, sekene fiilinden “mesken” oluşmuş.
Türkçeye
dönüp bitirelim dört tarafı çevrili yeri. “Od-cak” kelimesi değişerek “ocak” hâlini
almış. Ve ocak için “ateş yakılan, ısınılan yer” diyor lügât. Yemekler mi
ısınıyor? Kalbimiz mi?
Evden
içeri girmiş bulunduk. İlk önce salona girelim ve bir nebze soluklanalım. “Salon”
kelimesi sözlüklerce Almanca kökenlidir ancak bizim dilimize yine sözlüklerce
İtalya üzerinden gelmiş ve “büyük oda” anlamında kullanılmıştır. Aynı şekilde
Fransızca ve İspanyolcada, hattâ günümüzde Arapçada dahi kullanılıyor. Soluklanmak
için oturmak güzel olur diye düşünüyorum. Koltuğa buyurun… Eski Türkçede “kol”
ekleminin iç kısmı olarak eski kaynaklarda görülüyor; ancak şimdi ise “büyük
sandalye” anlamını almış. Başka bir açıdan ise “kol dayamak” anlamında
kullanıldığı da düşünülüyor.
Oturduğumuz
yerde muhabbetimiz devam ederken şöyle bir haberlere bakalım televizyondan. “Televizyon”
kelimesi, Yunanca kökenli bir kelime. “Uzaktan görüntü iletme aracı” anlamına
geliyor ve aslında kolaj bir kelime. Telos yani “uzak”, visio yani “görme”
sözcüklerinin birleşmesiyle bir araya gelmiş (teleskop, telepati, telefon,
teleferik, telgraf gibi) kelimeler bu kökten geliyor. Televizyonun içine ve
kötülüklerine elbette şimdi dokunmayacağız.
Çayımızı
bir önceki yazıda içmiştik, şimdi ise sehpaya koyalım. “Se”, Farsçada “3” demek;
“paye” ise “ayak”. “Üç ayaklı” anlamında bizim de dilimizde “sehpa” şeklinde
kullanılmaktadır. Ayak sayısı artsa da “çarpaye”ye evirilmemiş dört ayaklı
sehpa. Merak ettim, acaba Fârisî memleketinde “dört ayaklı” anlamında kullanılıyor
mu?
Evlerimizde
bir tablo yahut bir hat eseri olsa, fena olmaz diye düşünüyorum. Tablo,
Fransızca “tableau” kelimesinden gelmiştir. Bir de tabloların muhafızına
bakalım: “Çarçube”… Yani “dört çubuk”, bize Farsçadan gelmiş. Çerçeve hâlini
almış bizde. Çube, “çubuk” hâlini alarak kullanılıyor, ancak Eski Türkçedeki
“çöpik/çıpık” sözlüklerinden de geliyor olabileceği de uzmanlarca düşünülen
kanılardan biri. Çehar ise “dört” demektir. Çarşamba günü “çehar+şenbe”
kelimelerinden müteşekkildir. Perşembe’nin “penç+şenbe” kelimelerinden meydana
geldiği gibi… O hâlde Çarşamba dördüncü, Perşembe ise beşinci gün oluyor.
Güzel
kokusu ile dikkatinizi cezbeden odanın en güzel köşesinde duran çiçeklere bakın
hele! Çiçekler içimizi açar, ferahlık ve güzellik verirler. Ancak onlara bir
kap gerekir ki adına “vazo” veya “saksı” derler. Vazo, İtalyanca “vaso” kelimesinden
geliyor. “Vaso” ise Latince “vas” kökenden… Vas, kap ve tas anlamlarına gelmektir.
Saksının ise Eski Türkçedeki “sasık” kelimesinden geldiği düşünülüyor. Bu kelime
ise “kil çömlek” anlamında kullanılıyordu.
Mutfağa
buyur edelim sizi… Bir önceki yazıda karnımızı doyurduk diye ümit ediyorum,
şimdi ise mutfağın içine bakalım. Yemeği ayakta yiyeceklerden değiliz, oturmak
gerek. Sandalye, Yunanca “sandalia” kelimesinden geliyor ve “ahşap ayakkabı
tabanı, altı düz kayık” anlamlarına geliyor. Yemek masası demişken, masaya
bakalım… İtalyanca mensa kelimesinden geliyor. Osmanlı toplumunda ise masada
yemek yeme âdeti 1830’lardan itibaren başlamıştır. Bundan önce ise sofrada
yenirmiş. Sefer şu anda da kullandığımız bir kelime ve “yolculuk” anlamına
geliyor. “Sufra” kelimesi ise “yolcu yiyeceği” ya da ikinci anlamla “yemek
yenen yer” anlamına gelmiş. Biz ikinciyi tercih ederek kullanagelmişiz. Yemek
ise Eski Türkçede “yenen şey, aş” anlamlarında kullanılmış.
Masaya
yerleştiğimize göre yemeğe geçelim. Afiyet olsun şimdiden…
Bir
önceki yazıda hazırladığımız tavuk soteyi fırından çıkartırken fırına bakalım
hemen. “Furn” kelimesi Arapçada da, bizde de kullanıldığı mânâsıyla “ekmek ya da
yemek pişirme aracı” olarak kullanılmakta. Lâtincede “fornus”, Orta Yunanca
yani Doğu Roma’nın dönemindeki dilde ise “fournos” şeklinde… Hint Avrupa dil ailesinde
ise “gwhr-no-s” şeklinde kullanılıyormuş. Sesler yakın geldi bana dillerin
farklı bölgelerde olmasına rağmen. Tavuk yemeğinin yanında ayran vardı
hatırlarsanız; soğuk soğuk içmek hiç fena olmaz. Hemen buzdolabından alalım. Fark
edeceğiniz üzere iki sözcüğün birleşimi buzdolabı. Birincisi, buz, Eski Türkçedeki
“bud” kökünden gelmektedir ve “donmak, donarak olmak” anlamlarında kullanılır.
İkinci kelime “dolap”, Sanskritçe “dul” sözcüğünün İran’a doğru yola çıkmış ve varınca
sonuna “-ab” sesi eklenmiş hâli…
Yemeği
koyacak bir kap gerek. “Tabak”, Arapça ve Orta Farsçada (Pehlevice) “tepsi”
gibi anlamlarda kullanılıyor. “Tava” kelimesi de Farsça “kızartma aleti”
demektir ve bilmem “ta-” kökü var mıdır?
Kaşık-çatal-bıçak
üçlüsüne bakıp muhabbetimizi nihâyetlendirelim. Kaşık; güncel dilde de
kullanıldığımız ve Eski Türkçe kökenli olan “kaşı-” kökünden türemiş olabilir.
Kaşınmak, kaşımak gibi kelimeler eminim hatırınıza gelmiştir. Farsçada “kafş”
yani kepçe, kafşik yani kepçecik kelimelerinin yakınlaşarak kullanılmış olması
da mümkündür. Çatala gelince… Orta Türkçe kökenli “Y” şeklindeki nesne, “iki
veya daha çok dişli tarım aracı” anlamlarında kullanılmaktır. Bizde üretme
değil, tüketme aracı olarak kullanılıyor. Bıçak, “biç- “kökünden geliyor ve bu
kökten türeyen diğer kelimeler ise şunlar: “Bıçak, bıçkı, bıçkın, biçim, bıçılgan”…
Bıçkıyı
bilenler bilir, tarım işlerinde kullanılan bir alettir genelde. Kabadayı,
kulağı kesik, sert kişilere bıçkın delikanlı derler. Biçim ise kesim, dilim
anlamlarına gelirmiş aslında. Bıçılgan kelimesine sözlükte karşılaştım ki “elde,
ayakta ve de toprakta olan her türlü çatlak” için kullanılır imiş.
Evin diğer kısımlarını bir sonraki yazıda inceleyeceğiz. Kelime kökeni bağlamında yazdığım yazılarda Sevan Nişanyan’ın “Nişanyan Sözlüğü” ile Prof. Dr. Gülensoy’un “Türkiye Türkçesindeki Türkçe Sözlüklerin Köken Bilgisi Sözlüğü”nden yararlanıyorum. Yazdıklarımda kusurlarım var ise affola. Gayret benden, başarı Allah’tan…