Faiz lobisi mi, yoksa hobisi mi?

İki kişinin rızası bir üçüncü şahsı, aileyi, topluluğu veya toplumu riske eden veya tehdit eden sonuçlar taşıyorsa, bu ilişkiye yahut bu alışverişe “bireylerin özgürlüğü” etiketinin yanı sıra “özel hayat” kabulüyle olumlu yaklaşılabilir mi? Fakat faiz kültürü, tam da bu “karşılıklı rıza” yorumunun kullanıldığı dil ile yaşatılmaktadır. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “faiz lobisi” şeklinde tanımladığı şey/nesne/kavram/olgu, tarafların rızasına sahip bir ilişki türünün kamuyu zarara uğratan bir örgütlenme biçimi olduğu vurgusunu taşımaktadır. Yani Sayın Erdoğan bu tanımlamayla bir örgütten söz açarken, kamuoyu ise teknik açıdan faizin ekonomideki enstrüman işlevini gündemine alarak, “Erdoğan ekonomiden anlamıyor, bir inat ediyor” diye işi mizaha döküyor.

FAİZ, teknik açıdan bakarsanız çok net bir kavram, fakat dildeki yeri ile tam bir hayâlet!

“Faiz” kavramını teknik değil de hayâlet kılan bir diğer algı ise, “Faiz ile riba aynı şeydir/nesnedir/kavramdır/olgudur” yorumunda bulunan “İslâmî yorum” geleneğidir.

Oysa faiz ile ribanın aynı şey olup olmadığından önce, faizin ekonomide nasıl bir enstrüman olduğunu bilmek lâzımdır. (Meselâ, “Faiz riba olarak görülemez” yorumu, “Ezan Türkçe okunabilir” yorumu ile aynı metoda sahiptir. Yani arka plânda var olan bir stratejiye, bir ajandaya hizmet eden dillerden biridir.)

Öncelikle Kur’ân-ı KerÎm’de “riba”, kavram olarak yer almaktadır. Ancak Vahiy, bu kavrama dikkat çekmeden evvel bir metoda dikkat çeker: “Onlar (karşılıklı rızaya dayalı), ‘Bu da bir alışveriş türüdür’ derler. Oysa Allah alışverişi helâl kılmıştır. Ancak bu bir ribadır ve alışveriş türü olarak tanımlanamaz!” der.

“Faiz” kavramına odaklanmak metodolojik plânda yanlış olduğu gibi, ayrıca bu odaklanış, meseleyi çözümleyecek bir zemine de sahip değildir. Tartışmanın ekseni ise, “Bu da karşılıklı rızaya dayalı bir alışveriş türüdür” zihniyetinin kendisidir. Nitekim iki yetişkinin karşılıklı rızayla cinsel ilişkiye girmesini de meşru gören ve “Buna zina denemez; bu da bir ilişki türüdür” yorumunu yapan dil de aynı metodun/zihniyetin başka bir alandaki yansımasıdır.

Dolayısıyla ana mesele şudur: İki kişinin rızasına dayalı bir ilişki, alışveriş veya uygulama, “Tarafların rızası var” yorumu ile meşru görülebilir mi?

İki kişinin rızası bir üçüncü şahsı, aileyi, topluluğu veya toplumu riske eden veya tehdit eden sonuçlar taşıyorsa, bu ilişkiye yahut bu alışverişe “bireylerin özgürlüğü” etiketinin yanı sıra “özel hayat” kabulüyle olumlu yaklaşılabilir mi? Fakat faiz kültürü, tam da bu “karşılıklı rıza” yorumunun kullanıldığı dil ile yaşatılmaktadır. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “faiz lobisi” şeklinde tanımladığı şey/nesne/kavram/olgu, tarafların rızasına sahip bir ilişki türünün kamuyu zarara uğratan bir örgütlenme biçimi olduğu vurgusunu taşımaktadır. Yani Sayın Erdoğan bu tanımlamayla bir örgütten söz açarken, kamuoyu ise teknik açıdan faizin ekonomideki enstrüman işlevini gündemine alarak, “Erdoğan ekonomiden anlamıyor, bir inat ediyor” diye işi mizaha döküyor.

Peki, Sayın Erdoğan “faiz lobisi” konusunda maksadını anlatabiliyor mu? Kamuoyunun tepkisinden ve endişelerinden anlıyoruz ki, Sayın Erdoğan maksadını anlatamamış bir konumdadır. Zaten hep altını çizerek söylerim, yine söyleyeyim: “AK Parti, sadece enformasyon krizi sebebiyle iktidardan düşebilir! Ve bu risk, bizzat AK Parti eliyle oluşturuluyor!”

“Faiz” kelimesini “riba” kelimesiyle aynı anlam ve içerikte kullanan ve de aralarında zerre kadar fark olmadığını ileri süren dindarların dinî yorumları ise, bu enformasyon krizini yüksek volümde tutmakta birlikte, ayrıca Sayın Erdoğan’ın faize karşı mücadelesini bir “ibadet” hükmünde algılanmasına sebep olmaktadır.

Oysa modern zamanlarda dindarlığın en önemli sorunlarından biri şudur: Anlamamak... Veya “anlamaya ihtiyaç duymamak”...

Dindarlar, örneğin Tevhid’i anladıklarını düşünmekte ve anladıklarının dışında kalan her şeyi “şirk” olarak kabullenip yorumlamaktadırlar. Örneğin riba tarifi yaparken, bir de o tarifin dışında kalan her şeyin helâl olduğunu sanmaktadırlar. 

Dolayısıyla Türkiye’de faiz konusu, âdeta “Türkçe ezan” gibi bir sembolik savaş cephesi işlevi görmektedir. Hatta Türkiye’de “faizsiz finans” modelleri bile dindarlığın bu “Anlamak zorunda değilim!” psikolojisi üzerine kurulu yapılar olmuşlardır.

Paranın, malın, alım gücünün, değiştirme gücü ve piyasadaki değer kaybının ya da kazancın o kadar değişken ve çok karmaşık denklemlere bağlı olduğu ortadadır ki, âdeta her şey sabitmiş de ortada “fark almak” söz konusuymuş gibi meseleyi ele almak, hem İslâm’ı, hem de ekonomiyi bilmemek ve anlamamakla sonuçlanmaktadır.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Dolar ve faiz lobisi bize saldırıyor!” şeklindeki politik diline gelecek olursak… Bu dil, bir “oyun hamuru” gibi oldukça kullanışlı bir malzeme ve her ortamda istenen şeklin verilebileceği yumuşaklıktadır. Oysa, “Bu da bir alışveriş türüdür ve karşılıklı rıza var” zihniyetine karşı Allah’ın koyduğu bir şerh mevcuttur: Toplum “Karşılıklı rıza var” zihniyetiyle mücadele etmedikçe, ekonomiden cinselliğe, inançtan ideolojiye kadar gayr-i meşru her şeyi yaşar ve zamanla toplum olarak tamamen bu razı aşamasına gelinir. Şimdi toplumun razı olduğu konularda “Oyuna talibim!” derseniz, o toplumu razı etmeniz ve razı olduklarına ise dokunmamanız icap eder. Demokrasi denilen şey, “Karşılıklı rıza var” anlayışına en uygun rejim değil mi?