İRAN Nükleer Programı’nın
mimarı sayılan Muhsin Fahrizade, suikast sonucu hayatını kaybetti. İran her ne
kadar bunu kabul etmese de, Fahrizade’nin nükleer programını perde arkasından
yürüttüğü ve onun öncülük ettiği çalışmalar sonucu İran’ın uranyum
zenginleştirmeden balistik füze başlıklarına kadar epey yol aldığı, ABD ve
İsrail istihbaratınca açıklandı.
Fahrizade
Suikastı’nın İran’ın nükleer programına nasıl etki edeceğini kestirmek zor olsa
da suikastın İran’ın prestijini ciddî derecede sarstığı ortada.
Fahrizade,
çok yönlü kişiliğe sahip biriydi. Devrim Muhafızları içerisinde “tuğgeneral”
rütbesine sahip olmasının yanı sıra Tahran’daki İmam Hüseyin Üniversitesi’nde
profesör idi. Yani hem bilim adamı, hem de askerî bir kimliğe sahipti.
Saldırıyı
kimin gerçekleştirdiği bilinmiyor. Saldırı sonrası saldırganların akıbetinin ne
olduğuna dair de sağlıklı bilgiler yok. Saldırıyı üstlenen bir terör örgütü de
yok. Yani suikastın failleri belli değil. İran açısından son derece stratejik
olan bir programın başında olması itibariyle çok iyi korunan birinin İran
içerisinde suikasta uğraması, içeriden yardım almadan gerçekleştirilecek bir
olay değil. Bu da İran içerisinde bazı klik veya kliklerin suikastı
gerçekleştirenlerle iş birliği içerisinde olduğuna işâret ediyor. Suikast,
terör saldırısı olarak duyurulsa da çok iyi korunan ve Devrim Muhafızları
içerisinde önemli bir yere sahip olan birine karşı İran’da bu suikastı
gerçekleştirmek, ciddî bir istihbarat ve profesyonellik gerektirir.
Fail
İsrail mi?
Suikastın
arkasında hangi istihbarat örgütleri var?
Bu
sorunun cevabı bilinmese de, bu kadar büyük bir suikastı gerçekleştirebilecek
istihbarat örgütü sayısı bir elin parmağı geçmeyecek kadar az.
İran’ın
nükleer programından en fazla rahatsızlık duyan ülke, hiç şüphesiz İsrail.
İsrail, İran’ın nükleer programını kendisi için bir güvenlik tehdidi olarak
algılıyor. İsrail Başbakanı Netanyahu, Fahrizade ismini uluslararası bazı
oturumlarda bizzat dile getirmişti. Son 10 yılda Mesut Ali Muhammadi, Majid
Shahriyari, Fereydoun Abbassi-Davani, Darioush Rezai, Mustafa Ahmadi Roshan’ın
da aralarında bulunduğu İran Nükleer Programı’nda önemli yere sahip çok sayıda isim
suikasta kurban gitti. Bu suikastların arkasında İsrail’in olduğu söylendi.
Tüm
bunlara bakınca, fail olarak herkesin aklına ilk önce İsrail geliyor.
İran,
Ocak ayında Süleymani Suikastı ile ciddî bir sarsıntıya uğramıştı. İran’ın Orta
Doğu politikalarının mimarı olan Süleymani’nin öldürülmesinin faili ABD idi.
ABD, bunu inkâr da etmedi. İran, Süleymani’nin öldürülmesi sonrası misilleme
olarak ABD’nin Irak’taki üstlerine pek de etkili olmayan bir saldırı
gerçekleştirdi. Yani İran, pek etkili olmasa da Süleymani Suikastı’na bir
karşılık verdi. Fahrizade Suikastı sonrası İran, İsrail’i suçladı. Bu da
akıllara İran’ın İsrail’e bir karşılık verip vermeyeceği sorusunu getirdi.
Rejim
bu ikilemi nasıl aşacak?
İran’ın
İsrail’e karşılık verip vermeyeceği, verecek olsa bile bunu nasıl yapacağına
dair kısıtlı senaryolar var. İsrail’in doğrudan hedef alınması, son yıllarda
bölgede artan İran etkisini kıracak, hattâ ortadan kaldıracak sonuçlar
doğurabilir. Böyle bir tercih, İran’ın Rusya ile olan ittifakını bile
sarsabilir.
Ayrıca
ABD yaptırımları nedeniyle iyice kötüleşen ekonomik tablo İran’da derinleşebilir.
O nedenle İran’ın İsrail’i doğrudan hedef alması pek olası görünmüyor.
Yalnız
daha önce İran Nükleer Programı’nda önemli görevler üstlenen isimlere karşı
gerçekleştirilen suikastlara karşılık verilmemiş olmamasının bu suikastı
kolaylaştırdığı, Tahran yönetiminin bu tutumunun rejim açısından çâresizlik
görüntüsü oluşturduğu ve yine karşılık verilmemesi durumunda başka suikastların
da olacağı yorumları, rejimi bir karşılık vermeye itiyor.
Rejimin
içinde bulunduğu bu ikilemi nasıl aşacağı şimdilik muamma olsa da bölgesel
dengeler nedeniyle verilecek karşılığın doğrudan bir saldırı yerine Hizbullah
veya başka bir örgüt aracılığıyla olacağı yorumlarını daha olası kılıyor.