Ezelî ve ebedî rekabetin eceli: Şirketleşme ve sponsorluk

Hâliyle transfer politikalarını sürdürebilmek için de tribün gelirlerini reklâm gelirleriyle dengelemeye yöneldiler ve geçmişte sıklıkla kullanılan yerel yönetimlerden destek alma yönteminin yerine, daha bağlayıcı esasları sürdürme kararı alarak şirketleşme yoluna gittiler. Asırlık geçmişi olan takımlar, isimlerinin devamına “A.Ş.” ibaresini eklemeye başladılar. Yetinmediler, sponsorluk anlaşmasına vardıkları şirketlerin/kurumların adını kullanmaya başladılar. İşte her ne olduysa, ondan sonra oldu!

TEMELİ “Ezelî rekabet, ebedî dostluk” sloganına dayalı bir ligin yüz yılı aşan geçmişine şahitlik eden ve farklı renklere sahip olan köklü takımlar, o takımlara yöneticilik yapan efsane başkanlar, başarıdan başarıya koşturan teknik patronlar, kum sahalardan çayıra, oradan da yeşil sahalara terfi eden ünlü futbolcular, onlara takılan lakaplar, kimisi tarihe karışan, kimisi birer futbol mabedine dönüşerek ayakta kalmayı başaran statlar, tribünleri ateşleyen gruplar ve onları yönlendiren amigolar ile o arenada yankılanan tezahüratlar… Tüm bunların yanında futbolun vazgeçilmez ögesi “Gooolll!” sevincini anons eden spikerler…

Renklerin eski canlılığını yitirdiği, bol yağışlı mevsimlerin yerine alan kuraklıkların ve “Hey gidi günler!” diye başlayan cümlelerin devamında mutlaka değinilen tatlı rekabetin yaşandığı, futbol tarihimizin derinliğinde kalan ve bugünlere taşıyamadığımız sayısız güzellikler…

Üç büyük kentin bölgesel liglerinde yer alan takımların katılımıyla 1959 yılında “Millî Lig” adıyla start alan lig, 1962-1963 sezonunda “Türkiye 1. Futbol Ligi”, 2001-2002 sezonu başında ise “Süper Lig” adını almıştır. Bu dönemden sonra farklı sponsorların desteği ile devam eden ligin başına “sponsor” adı eklenerek günümüze ulaşmıştır. 2021-2022 sezonu “Spor Toto Süper Ligi” olarak oynanan ligde Trabzonspor açık ara önde ve büyük bir olasılıkla da seneler sonra şampiyonluk ipini göğüslemiş olacak.

Son yıllarda Bursaspor ve Başakşehir ile yükselen Anadolu takımlarının başarısı, yine Karadeniz temsilcisiyle devam edecek. Üç büyüklerin tel tel döküldüğü ve sezona başladıkları teknik direktörlerini değiştirmek zorunda kaldıkları ligde Konyaspor, Hatayspor, Adana Demirspor, Gaziantep Futbol Kulübü ve Sivasspor takımlarının gözle görünür bir üstünlüğü söz konusu…

Lige erken havlu atan Fenerbahçe, Galatasaray ve Beşiktaş rekabetinin yaşanmadığı serüven, hâliyle eski seyir zevkinden de uzak kalıyor. Elbette büyük takımların tüm karşılaşmaları kazanması ve aynı takımların şampiyon olması beklenmez ama bu denli sergilenen kötü futbol, başta taraftarlar olmak üzere, millî takımlar düzeyindeki ve uluslararası arenadaki temsillerde ülke puanını da etkilemektedir.

Yeri gelmişken, UEFA’nın “Finansal Fair Play Yönetmeliği” çerçevesinde belirlediği kriterleri yerine getiren profesyonel futbol kulüplerinin, başarı peşinde koşarken kazandıklarından daha fazlasını harcamak, bunu yaparken de uzun vadede varlıklarını tehdit edebilecek finansal sorunlar yaşamama adına malî disiplini sağlamak zorunda olduklarını hatırlatmak isteriz.

Hâliyle transfer politikalarını sürdürebilmek için de tribün gelirlerini reklâm gelirleriyle dengelemeye yöneldiler ve geçmişte sıklıkla kullanılan yerel yönetimlerden destek alma yönteminin yerine, daha bağlayıcı esasları sürdürme kararı alarak şirketleşme yoluna gittiler.

Asırlık geçmişi olan takımlar, isimlerinin devamına “A.Ş.” ibaresini eklemeye başladılar. Yetinmediler, sponsorluk anlaşmasına vardıkları şirketlerin/kurumların adını kullanmaya başladılar.

İşte her ne olduysa, ondan sonra oldu!

O geçmişte adlarını dahi zikrederken haz aldığımız takımlar gitti, yerlerine bambaşka, hiç tanımadığımız takımlar geldi. İlginç olan, ligimiz yabancı bir lige dönüşüverdi. Ama bizim aklımız hep dünde kalmıştı…

Dereağzı, Florya, Fulya Tesislerini gören ve zorlu şartlarda rekabete dayalı top koşturan “Taçsız Kral” lakaplı Metin Oktaylar, “Ordinaryüs” lakaplı Lefter Küçükandinyadisler, “Baba Hakkı” lakaplı Hakkı Yetenler ve “Dozer” lakaplı Cemil Ustalar, yerlerini Alparslan Eradlı, Cem Pamiroğlu, Erol Togay, Cemil Turan, Müjdat Yetkiner, Osman Denizci, İsa Ertürk, Selçuk Yula, Fatih Terim, Cüneyt Tanman, Müfit Erkasap, Erdoğan Arıca, Metin Yıldız, İlyas Tüfekçi, Raşit Çetiner, Uğur Tütüneker, Erhan Önal, Semih Yuvakuran, Yusuf Altıntaş, İsmail Demiriz, Ali Kemal Denizci ve Mustafa Denizli gibi ikinci kuşağın temsilcilerine bıraktılar.

Kadıköy’de Saraçoğlu, Mecidiyeköy’de Ali Sami Yen, Kabataş’ta İnönü, Ankara’da 19 Mayıs, Trabzon’da Hüseyin Avni Aker, İzmir’de Alsancak, Kocaeli’nde İsmet Paşa, Van’da Mahmut Yılbaş, Adana’da 5 Ocak, Erzurum’da Kâzım Karabekir Stadyumlarını dolduran binlerce taraftarın çılgın tezahüratları arasında oynanan karşılaşmalarda forma şansı bulan “Şeytan” Rıdvan Dilmen, “İmparator” Oğuz Çetin, altın ayakkabılı Tanju Çolak, paylaşılamayan Hasan Vezir, “Kemik” Ergün Penbe, “Türk lokumu” Tugay Kerimoğlu, “Hugo” Suat Kaya, “Şifo” Mehmet Özdilek, Metin Ali Feyyaz’dan oluşan “MAF” üçlüsü, “Atom Karınca” Rıza Çalımbay, “Dobi” Hasan Şengün, “Bazukacı” Hami Mandıralı, “Başbakan” Lemi Çelik gibi futbolcular 80’li ve 90’lı yıllara damgalarını vurdular.

Siyah beyazlı “Kara Kartallar”ın, sarın kırmızılı “Cimbom”un, sarı lacivertli “Kadıköy Boğası”nın, bordo mavili “Karadeniz Fırtınası”nın, kırmızı beyazlı “Yiğidolar”ın, kırmızı yeşilli “Kaf Kafların”, mavi beyazlı “Dadaşlar”ın, kırmızı siyahlı “Kırmızı Şimşekler” ile “Es Es”in, bir başka siyah beyazlı “Büyük Altay”ın ve yeşil siyahlı “Horozlar”ın kıran kırana geçen müsabakalarında ter döken İlhan Mansızlar, İbrahim Üzülmezler, Tayfur Havutçular, Emre Aşıklar, Fatih Akyeller, Alpay Özalanlar, Yıldıray Baştürkler, Hasan Şaşlar, Nihat Kahveciler, Abdullah Ercanlar, Ümit Davalalar, Zafer Özgültekinler, Arda Turanlar, Burak Yılmazlar ve Mesut Öziller, bayrağı kendilerinden sonraki kuşaklara taşımayı başardılar.

Cihat Arman, Şenol Güneş, Yaşar Duran, Haydar Erdoğan, Eser Özaltındere, Zafer Öğer, Adem İbrahimoğlu, Toni Schumacher, Zoran Simović, Engin İpekoğlu, Rüştü Reçber, Jean Marie Pfaff, Claudio Taffarel, Volkan Demirel ve Onur Kıvrak gibi kalecilerin üç direk arasında devleştiği maçlarda, gol yollarında kıvrak zekâlarını kullanan, transferleriyle yıllarca konuşulan Mirsad Kovačević, Tarık Hodziç, Mirsad Sejdiç, Cevat Prekazi, Şota Arveladze, İbrahim Yattara, Elvir Baljić, Elvir Bolić, Uche Okechukwu, Pierre Van Hooijdonk, Nicolas Sebastian Anelka, Daniel Amokachi, Alex De Souza, Diego Lugano, Gheorghe Hagi, Guti Hernandez, Samuel Eto’o, Roberto Carlos, Mario Gomez, Wesley Sneijder. Ricardo Quaresma, Demba Ba, Didier Drogba gibi yabancı futbolcuları Türkiye’ye getiren Şükrü Saraçoğlu, Zeki Rıza Sporel, Faruk Ilgaz, Ali Şen, Tahsin Kaya, Metin Aşık, Güven Sazak, Hasan Özaydın, Aziz Yıldırım, Ali Sami Yen, Yusuf Ziya Öniş, Ali Uras, Ali Tanrıyar, Alp Yalman, Faruk Süren, Mehmet Cansun, Özhan Canaydın, Adnan Polat, Ünal Aysal, Mustafa Cengiz, Hakkı Yeten, Süleyman Seba, Serdar Bilgili, Fikret Orman, Ali Osman Ulusoy, Şamil Ekinci, Mehmet Ali Yılmaz, Sadri Şener, Faruk Nafız Özak, Sadri Şener, İbrahim Yazıcı, Göksel Gümüşdağ, İlhan Cavcav, Sefa Sirmen, Celal Doğan, Cemal Aydın, İsmail Uyanık ve Mecnun Otyakmaz gibi efsane başkanların dönemine olan özlem…

Türk futbolunun lokomotifi olma görevini üstlenen Gündüz Kılıç, Ahmet Suat Özyacı, Özkan Sümer, Coşkun Özarı, Gündüz Tekin Onay, Coşkun Arıca, Turgay Şeren, Ziya Şengül, Yılmaz Vural isimlerinden oluşan Türk teknik direktörleri ile liglere heyecan katan ve isimlerini lig tarihine altın harflerle yazan Branko Stanković, Todor Veselinović, Kálmán Mészöly, Carlos Alberto Parreira, Arthur Zico, Christoph Daum, Karl-Heinz Feldkamp, Mircea Lucescu, Đorđe Milić, Gordon Milne, Brian Birch, Jupp DerWal, Gheorghe Mulţescu, İlie Datcu, Eric Gerets ve Hans-Peter Briegel gibi “yabancı teknik adam” olarak anılan ancak Türk futboluna pek de yabancı olmayanların silinmez izi…

Mustafa Denizli, Fatih Terim, Şenol Güneş, Ersun Yanal, Aykut Kocaman ve Hamza Hamzaoğlu’ndan sonra Türk futboluna son 10 yıla “şampiyon teknik adam” unvanıyla damga vuran/vuracak olan Ertuğrul Sağlam, Okan Buruk, Sergen Yalçın ve Abdullah Avcı ile Hikmet Karaman, Rıza Çalımbay, Ünal Karaman, Ümit Özat, Bülent Korkmaz, Emre Bölezoğlu, İlhan Palut, Ömer Erdoğan, Erol Bulut ve Volkan Demirel gibi gelecek vadeden genç kuşak teknik direktörler…

İstanbul’da, İzmir’de, Ankara’da, Adana’da, Mersin’de, Trabzon ve Ordu’da oynanan maçları radyo başında dinleyen taraftara anlatırken,

stadyum atmosferini gözler önüne getiren Halit Kıvanç, Cenk Koray, Orhan Ayhan gibi duayen isimlerle bir devri yaşayan; Ümit Aktan, Abidin Aydoğdu, İlker Yasin, Tansu Polatkan, Hüseyin Başaran, Levent Arıca, Levent Özçelik ve Ercan Taner gibi deneyimli isimlerden mikrofonu devralan Güntekin Onay, Kerem Öncel, Ertem Şener, Murat Kosova, Ersin Düzen ve Murat Ünlü gibi spikerlerin anlatımıyla hop oturup hop kalkan taraftarların heyecanı…

Günümüze dönecek olursak, elbette şirketleşmeye ve sponsorluk anlaşmalarına karşı değiliz. Futbol ya da sporun tüm branşlarına maddî destek sunan kurum, kuruluş ve şirketler, isimlerini takımla anmak yerine forma üzerine, kulüp otobüsüne, antrenman sahasına ve müsabakanın yapıldığı stadyumdaki elektronik reklâm panellerine pekâlâ yansıtabilirler. Böylelikle hafızalara kazınan o bilindik takımlar, hem orijinal isimlerini korumuş olur, hem de telaffuz ederken zorlanmaktan kurtulurlar.

Hangi takımın hangi ismi kullandığını az çok bildiğiniz için bu takımları ve şirketleri olumsuz yönde etkilenmemeleri üzere deşifre etmiyoruz.

Gerek Türkiye Futbol Federasyonu (TFF), gerekse takımlarımız ve sponsorluk anlaşması yaptıkları şirketlerin, bu konuda hassasiyet göstermek suretiyle eskiye yani “öze” dönüşü sağlayabileceklerini düşünüyoruz.

Mersin İdman Yurdu’nun “Şeytanlar”ı, Zonduldakspor’un “Genç Zonguldaklılar”ı, Kocaelispor’un “Hodri Meydan”ı, Adanaspor’un “Turbeyler”i, Ankaragücü’nün “Gecekondu”su, Sakaryaspor’un “Tatangalar”ı, Eskişehirspor’un “Nefer”i, Giresunspor’un “Çotanaklar”ı, Göztepe’nin “Yalı”sı, Sivasspor’un “Yiğidolar”ı, Adana Demirspor’un “Şimşekler”i, Fenerbahçe’nin “Genç Fenerbahçeliler”i, Beşiktaş’ın “Çarşı”sı, Galatasaray’ın “Ultraslan”ı ve Trabzonspor’un “Trabzonlu Gençler”i de en az bizim kadar “öze dönüşü” istiyordur.

Doğan Babacan, İhsan Türe, Yusuf Namoğlu, Sadık Deda, Ahmet Çakar, Erman Toroğlu, Bülent Yavuz, Oğuz Sarvan, Metin Tokat, Bünyamin Gezer, Selçuk Dereli, Serdar Tatlı, Ali Aydın, Muhittin Boşat, Fırat Aydınus, Halis Özkahya ve Cüneyt Çakır’ın tek tip ve tek renkli formalarıyla, ofsayt çizgisiz, headset mikrofonsuz ve VAR’sız düdük çaldığı, bol penaltılı, bol gollü, muhabirlerin saha içine girerek röportaj yaptıkları karşılaşmaları özlediğimizden de olabilir yazıya döktüklerimiz.

Dün Basın Şeref Kartı sahibi, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti üyesi, spor yazarı, gazeteci büyüğümüz İslam Çupi’nin kaleminden okuduklarımızı, bugün “sorumluluk” dâhilinde birer temenni ve beklenti olarak dile getirmek ise ayrı güzel…