Ezberletilmiş hayatlar

Doğduğum ev değildir benim evim, reddediyorum! Ben, “Benim evim neresi?” diyorum. Bulmam gereken bir şey bu, içine doğmuş olmam ya da kurmam gereken değil. Kendini aramaktan da çok farklı söylediklerim. Bu, kendini de alıp götürdüğün bir yolculuk çünkü…

EV ne demekti ki? Dört duvar mı? Birkaç insan ya da bir oda mı? Anne, baba ve çocuklarından mı oluşur ev? Yüreğini bulduğun ya da bıraktığın yer midir? Dünyanın içine inşâ ettiğin küçük dünyan mı? Ne demek ki bu “ev”, biri açıklasın!

Evi olmayanın, evini bulamayanın neden bir gram huzuru olmaz şu dünyada? Bu kadar elzem olan nedir? Evsizlere neden üzülür insanlar? Dört duvarın içinde mutsuz olanlara neden bir çatısı olduğu için şükretmeleri söylenir? Bulunması bu kadar kolay, hissetmesi bu kadar zor olan şey nedir? Bulunması bu kadar kolay mıdır ki gerçekten? Bazılarının dört duvarda bulamadığı, bir yürekte bulduğu şey nedir? Ev bir yürekte mi gizlidir?

Çok soru sordum, biliyorum. Ama size, “Masaya neden masa denir?” diye sormuyorum. “Ev neresidir?” diyorum. Aradığım şey bir tanımlama değil, aradığım şey “his”! Dönüp dolaşıp geleceğim yer neresidir benim? Dinleneceğim, ferahlığı da, fezayı da göreceğim yer neresidir? Ben kendime ev olamaz mıyım sizce? “Yalnızlık Allah’a mahsustur” diyebilirsiniz. Klişe bulmam, merak etmeyin. Hem kim demiş de klişe olmuş bütün bu mânâlı sözler? Bu da başka oyundur sanırım ama uğraşamam bunlarla. Oyun oynamaktan sıkıldım. Büyüdüm ben, inanın. Bakın, evimi arıyorum yana yana!

Elbet bir zamanlar ninniler söylendi bir evde bana. Annem güzel yemek kokularıyla ve sevgisiyle doldurdu o evi. Babamı her akşam kapıda öpücüklerle karşıladım. Kardeşlerimle birlikte büyüdüm o evde. Şimdilerde hâlâ oralarda, “baba evi” diye bir yerlerde, hatta bakın, ben de oradayım, görüyorum; fakat evlenmedim, yanlış anlaşılmasın. Çünkü bir kızı evlendirip “Şurası senin, şurası babanın evi” dediğinizde, ona bu sorduğum soruların cevabını vermiş olmazsınız. Cevap değilse söyledikleriniz, ancak “ezberletilmiş cümleler” diyebilirim onlara. 

Ben sorularıma cevap arıyorum. Yani doğduğum ev değildir benim evim, reddediyorum! Ben, “Benim evim neresi?” diyorum. Bulmam gereken bir şey bu, içine doğmuş olmam ya da kurmam gereken değil. Kendini aramaktan da çok farklı söylediklerim. Bu, kendini de alıp götürdüğün bir yolculuk çünkü…

İnsanlar yolculuğu anlayamadıkları, belki de anlamlandıramadıkları için yolda bulduklarını cevap kabul ediyor, hatta belki de yola bile çıkmıyorlar. Daha da ilginci, sormuyorlar! Ezberletilmiş evlerde, kendilerine ait hayatlar kurmaya çabalayan oyuncularla dolu çevremiz. Zorlama hayatlar o kadar normalleşmiş ki herkes doğrusunun bu olduğunu savunuyor.

“Ev kurmak kolay değildir?” öğütlerine alıştırılan genç kız kulakları, bir zamandan sonra ait olmamayı normal sayıyor. Alıştıktan sonra ise ait olduğunu zannediyor. Hâlbuki aidiyeti yolda görse tanımaz. Zamanla yetinmeyi öğreniyor. Yetinmeyi öğrenince de iyisiyle kötüsüyle bir hayat kurduğuna inanıyor. Fakat ev olmadan hayat kuramazsın seyyah olup da yolu ev bellemediysen kendine.

Önce kendini, sonra evini bulmalı, ardından hayatını kurmalı insan. Kendin değişeceksin; kim bilir, belki ev de değişen bir şeydir. Ömür boyu aynı evde, aynı sen; aynı evde, aynı hayat olmaz belki de.

Sorular soruları doğuruyor. Üç soru, bir doğru bildiğimizi götürüyor. Zaman geçiyor sevgili okur. Çok sormak, çok aramak, buldukça doğru bildiklerini değiştirmek gerekiyor. Aramak da kolay değil, bulmak da. Değiştirmek hiç kolay değil! Bak, hâlâ arıyoruz benim evimi. Bu gidişle çok arayacağım. Neyse ki, kolay bulunanın kıymetsiz olduğunu yaşayarak öğrendim. Sorularıma cevap bulursam haber ulaştırırım sana da. 

Aynı soruları soruyorsak, bu beni ancak mutlu eder. Sormuyorsak, çok yakında ezberletilmiş replikleri fısıldarlar kulağına: Perde ve ışıklar! Sahnen hazır işte! Ya rolünü benimse ya da terk et tiyatro binasını! Ardına bile bakma, koş!