70’nci yılında Ezan Günü ve Demokrat Parti’nin ezanı Arapça aslına çevirmesi

Reformistlerin ezanın her kelimesini Arapçadan çevirdikleri hâlde “Haydi kurtuluşa” anlamına gelen “Hayyâ ale’l-felâh” bölümünü çevirmemeleri mânidar bir olgu olup, samîmi olmadıklarını da göstermektedir. Ezan, tam 18 yıl, Neo-İttihatçıların talepleri doğrultusunda “Tanrı Uludur” şeklinde okunur.

Dinde reform süreci

İTTIHAT ve Terakki Partisi’nin teorisyenlerinden Ziya Gökalp, 1917 yılında toplanan İttihat ve Terakki Kongresi’ne, tarihî ve hukukî araştırmalara dayanan ve lâikliği esas alan, Şeyhülislâmlık müessesesinin ilgasını teklif eden bir tebliğ sunar.

“Ziya Gökalp, Şeyhülislâmın kabîneden çıkması, hukuk ve fıkıh işlerinin ayrılması gibi esaslardan başlayarak, Türkçe ezan, Türkçe Kur’ân ve mahkeme birliği gibi konulara kadar çeşitli görüşleri savundu. Bu görüşleriyle de o, hiç de uzun sayılamayacak bir ömür süresinin dışına taşmayı başarmış ender şahsiyetlerden birisi olur. Onun düşünceleri, Shaw’ın pek güzel özetlediği gibi, geleceğin Türkiye’sinin inşâsında önemli bir kaynak oldu.” (Ertunç, 2010:135)

Devit Hotham’a göre de Atatürk inkılâplarının ilham kaynağı Ziya Gökalp’in fikirleridir (Ertunç, 2010:182).

Neo-İttihatçılar tarafından Cumhuriyet’in kurulmasının ardından dinî âdetleri günlük hayattan tasfiye politikası, bir süre sonra “dinde reform” sürecine dönüşür. 1930’lardan sonra İslâm’da reform yapmak niyetleri çoğalır. Atatürk, sözlü emirler vererek veya okuduklarından el yazması notlar çıkararak kendine göre yorumlar yapar. Ziya Gökalp’in, “Bir ülke ki, camiinde Türkçe ezan okunur/ Köylü anlar mânâsını namazdaki duânın/ Bir ülke ki, mektebinde Türkçe Kur’ân okunur” şeklinde ifade ettiği dinde reform süreci başlatılır.

Dönemin yakın şâhitlerinden Mahmut Goloğlu’nun naklettiğine göre, dini dönüştürme kapsamında Kemâlistler, 30 Ocak 1932’de Fatih Camii’nden ilk Türkçe ezanı okuturlar. Aynı yıl Kur’ân’ın devlet eliyle Türkçeye çevrilme çalışmaları da başlatılmıştı. Mustafa Kemal Paşa, 1932 yılının başlarındaki bir Kadir Gecesi’nde (Ramazan ayının yirmi yedinci gecesinde) ilk Türkçe ezanı okutturmuştu. İlk Türkçe Kur’ân İstanbul’un Fatih Camii’nde, ilk Türkçe hutbe de Süleymaniye Camii’nde okunmuştu (Goloğlu, 1974:88 ).

Fuat Köprülü’nün başında bulunduğu “İslâm’da İnkılâp Komitesi”, sıhhî camiler yapılmasını ve ibadette mûsikîye yer verilmesini savunurken, İstanbul eski şehreminlerinden Cemil Topuzlu, bir kanun teklifi vererek “hijyenik olmadığı gerekçesiyle sünnetin yasaklanmasını” talep etmiştir. 1932 yılından itibaren Arapça ezan okuma yasağı getirilmiş, 1939 yılından itibaren de bu kanuna uymayanlara para ve hapis cezası getirilmişti (Özdemir, 1995:127).

O günlerde dine ve dinî değerlere karşı yürütülen baskıcı ve düşmanca çalışmalar dozunu iyice arttırmıştı. Tayyar Altıkulaç, ezan konusunda yaşananları şöyle anlatır: “O tarihlerde hâfızlık belgesi veya diploması diye bir şey olmadığı gibi, Kur’ân kursları da kapalı idi.” (Altıkulaç, 2011:44)

Altıkulaç şöyle devam ediyor: “İlçede adım ‘Küçük Hâfız’ idi. Kimse adımı söylemez, bu unvanla anılırdım. Çarşı Camii’nde vakit ezanlarını da zaman zaman ben okurdum. Ama Türkçe olarak tabiî… ‘Tanrı Uludur (dört defa)/ Şüphesiz bilirim, bildiririm, Tanrı’dan başka yoktur tapacak (iki defa)/ Şüphesiz bilirim, bildiririm, Tanrı’nın Elçisidir Muhammed (iki defa)/ Haydin namaza (iki defa)/ Haydin felâha (iki defa)/ Namaz uykudan hayırlıdır (sabah ezanlarında iki defa)/ Tanrı Uludur (iki defa)/ Tanrı’dan başka yoktur tapacak.’ Ben çocukluk yıllarımda bu ezanı yüzlerce defa okumuşumdur.” (Altıkulaç, 2011:47)

Reformistlerin ezanın her kelimesini Arapçadan çevirdikleri hâlde “Haydi kurtuluşa” anlamına gelen “Hayyâ ale’l-felâh” bölümünü çevirmemeleri mânidar bir olgu olup, samîmi olmadıklarını da göstermektedir. Ezan, tam 18 yıl, Neo-İttihatçıların talepleri doğrultusunda “Tanrı Uludur” şeklinde okunur.


Demokrat Parti’nin ezanı Arapça aslına çevirmesi

14 Mayıs 1950 Seçimleri ile iktidara gelen Demokrat Parti’nin en tarihî icraatlarından biri, yaklaşık 18 yıl boyunca devam eden, büyük baskı ve zulümlere sebep olan, ezanın Arapça okunma yasağına son vermesiydi.

“Minarede ezan, Kore’de kurban” şeklinde DP dönemini bir sloganla sonradan yaftalamaya çalışan CHP’liler ise, bu önemli beklentinin önünde engel görünmekten açıkça endişe etmişlerdir. Nitekim DP’nin iktidara gelmesinden bir ay kadar sonra Meclis’e getirilen Ezan Kanunu’na CHP Grup Sözcüsü Cemal Reşit Eyüpoğlu, beyaz oy vereceklerini açıklamıştır.

Kanunun görüşmeleri sırasında Meclis’te CHP grubu adına konuşan Cemal Reşit Eyüpoğlu, “Biz bu kanunun çıkmasına engel olmayacağız. Böylece tasarı partilerin müşterek malı olur” şeklinde görüş belirterek, “Ezanın Türkçe Okutulması Mecburiyetinin Kaldırılması Kanunu’na” belirgin bir şekilde destek vermişlerdi. CHP de “din açılımları” bağlamında bu kanunu desteklemişti.

CHP’lilerce de desteklenmiş Arapça ezan girişimi, bir Cuma günü Meclis’ten geçmişti. 17 Haziran 1950 günü yürürlüğe giren bu kanun, Türkçe ezan okumayı yasaklamadığı gibi, Arapça ezan okumayı da mecburi hâle getirmemişti. Demokrat Parti’nin yaptığı değişiklik, halkın gönlünde mahfuz tuttuğu o asıl ezanı minarelerin şerefelerine taşımak olmuştu. Meclis’te sürekli alkışlarla kabul edilip yürürlüğe giren kanun, telefonla vilâyetlere bildirilmişti. Zira o gün arefeydi; ertesi gün, Ramazan ayı başlayacaktı.

Ezan günü şâhitlikleri

Dönemin önemli şâhitlerinden Yaşar Tunagür, o günü şöyle anlatıyor: “O gün Sultan Ahmed Camii imamı, bestekâr Sadettin Kaynak, 16 şerefeye 16 güzel sesli müezzin bulup çıkarttı ve kendisinin işaret vermesi üzerine müezzinler sırayla (birinin bırakıp öbürünün okumaya başlaması şeklinde) ezanı tam yarım saatte okudular. Camiye toplanmış olan cemaat dışarıya çıkıp ezanı ağlaya ağlaya dinlediler.” (Tunagür, 2010)

Dönemin şâhitlerinden Ali Özek, Ezan Günü’nü şöyle anlatır: “Halk, ezanın Arapçaya çevrilmesini çok büyük bir coşkuyla karşıladı. İlk Arapça ezan okunduğunda ben, İzmir Kestanepazarı’ndaydım. Hacı Salih Efendi 70 yaşında vardı. Bu haber yayınlanınca o kadar yaşlı olmasına rağmen Kestanepazarı Camii’nin minaresine çıktı ve Arapça ezanı kendisi okudu. Büyük bir heyecan duyuldu.” (Özek-Yıldırım, 2012:54)

Eski milletvekili M. Cemal Cebeci de o günden şöyle bahseder: “Ezan-ı Muhammedî’nin aslına uygun olarak okunmasına müsaade edildiği gün, güzel sesli müezzinler ve hâfızlar tarafından minarelerde çifte ezanlar okundu. Sanki Bilâl-i Habeşî hayata dönmüş de Türkiye semâlarını çınlatıyordu. Halk huşû içinde ezanı dinlerken sevinç gözyaşları döküyor, bugünleri gösteren Rabbine şükrediyordu.” (Cebeci, 2014:67)

Prof. Dr. İsmail Karaçam da o tarihî günden şöyle bahseder: “İşte ben şu anda o günün heyecanını vicdanımda duyuyor, o günü sanki yeniden yaşıyorum. Tarih, ay olarak Ramazan’a rastlıyordu. Ezan o gün ikindi namazında okunacaktı. Millet o gün, vaktinden dakikalarca önce ezanı dinlemeye hazırlanmıştı. Erkekler işyerlerini, mağaza ve dükkânlarını bırakıp dışarıya çıkmış, evlerde kadınlar pencerelerini açmış, herkes gözünü minareye dikmiş, ezanı bekliyordu. Vaktin gelmesiyle birlikte müezzin, ‘Allah-u Ekber’ diyerek ezana başladı. Erkek-kadın, insanların o anki heyecanını, o gözlerden akan hasret gözyaşlarını, feryâd ü figânı, edilen duâları hiç unutamıyorum.” (Karaçam, 2009:66)

Erzurum ulemasından Mehmet Kırkıncı Hocaefendi de Ezan Günü’nü şöyle anlatıyor: “1950’nin 15 Haziran’ında, Erzurum halkı ikindi vaktinden itibaren ezanın aslıyla okunacağını haber almıştı. Bütün halk o gün Erzurum sokaklarına döküldü, bir bayram havası yaşıyorlardı. Kadınlar ehram ve çarşaflarıyla toprak evlerin üstüne çıkmış, bu bayramı beklemekteydiler. Herkes kurban edeceği koyun, koç, tosun ne varsa alarak, Tebrizkapı mevkiinden Lala Paşa Camii’ne kadar dizilmişlerdi. Minarelerden Ezan-ı Muhammedî okunmaya başlayınca herkes sonsuz bir sürur içerisinde bıçağını kurbanının boğazına çalmıştı. Biz arkadaşlarla beraber Fetvahane’ye (Müftülüğe) gidince, Müftü Solakzade Sadık Efendi’yi sevincinden ağlar bir vaziyette bulduk. ‘Ya Rabbi! Ölmeden bu günleri bizlere gösterdin’ diyerek Allah’a şükrediyordu.” (Kırkıncı, 2004:32)

Bütün ülke çapında bu tarihî an böyle kayıtlara geçerken, bazı köylerde eski düzenin bekçileri yine yapacaklarını yapmışlardı. Tayyar Altıkulaç, bu anlamda bir hatırasını şöyle anlatır: “Molla Mahmut, Tüzük köyünde öğle vakti ilk ezanını okumaya başladığında, aksilik bu ya, köye jandarmalar çıkagelmişler. Yani Molla Mahmut suçüstü yakalanmış. Ali Ağa, onu jandarmaların elinden kurtaramamış ve jandarmalar imam efendiyi bir güzel dövmüşler.” (Altıkulaç, 2011:43)

1932 yılında başlayan ve 18 yıl süren yasaktan sonra, 1939 yılında okuyanlara cezaiîmüeyyide getirilen Arapça ezan meselesi bu şekilde çözülürken, maalesef sonraki yıllarda CHP’liler tarafından hoyratça siyaset malzemesi yapılmıştır.

 

Kaynaklar

Altıkulaç Tayyar, (2011), Zorlukları Aşarken I, İstanbul: Ufuk Yayınları

Cebeci M.Cemal, (2014),Doksanüç Yılın Ardından Hatıralarım, Ankara: Kimder Yay.

Ertunç Ahmet Cemil, (2010), Cumhuriyetin Tarihi, İstanbul: Pınar Yay.

Goloğlu Mahmut, (1974), Tek Partili Cumhuriyet, Ankara: Kalite Matbaası

Karaçam İsmail, (2009),Hatıralar, İstanbul: Çamlıca Yayınevi

Kırkıncı Mehmet, (2004), Hayatım ve Hatıralarım, İstanbul: Zafer Yayınları

Özek Ali-Yıldırım Ramazan, (2012), Ali Özek’in Hatıraları, İstanbul: Düşün Yayıncılık

Özdemir Hikmet, (1995), Türkiye Cumhuriyeti, İstanbul: İz Yay.

Tunagür Yaşar,(2010), Haksöz Haber, 28.03.2010