Eyvah bahar geldi!

Şimdi biz kendimizi fıtrata döndürmeye çalışan bir sisteme programlayalım; fakat bu süreçte de istemediğimiz ve belki de ekonomik ya da ruhsal kötü etkilere maruz kaldığımız bir kurallar bütününü de boş geçmeyelim. En nihayetinde bu işi ancak sancısıyla birlikte aşabiliriz.

HER yerde bir bahar hareketliliği… Yeni bir mevsime geçerken değişen ruh hâlleri, her duygunun daha coşkun, daha ısrarlı bir şekle büründüğü bir zaman…

Ne var ki, hâlâ salgının karakışındayız. Her gün vefat edenler, yeni vaka ve hasta sayıları devam ediyor. Bu iş gerçekten insan sağlığı, yaşam biçimleri ve ekonomik hareketler üzerinde çok derin izler bırakacak gibi görünüyor.

Her birimiz hem mantıkla davranmaya, hem de normal bir yaşam şekline dönmeye hevesli ruhumuza gem vurmaya çalışıyoruz. Elbette maskeler ve mesafelerle yaşamak genlerimize çok uygun değil. Hatta maske altında sürekli çalışmak durumunda kalanlar için hayatın biraz daha zor olduğu muhakkak. Sürekli evde kalmak ve çevre ile iletişimi minimum seviyelere düşürmek de pek öyle bize uygun düşmüyor.

Fakat ne var ki, bunları yapmadığımızda başa gelecekler çok daha zorlu süreçleri de beraberinde getirecek. Velhasıl dişimizi sıkmak ve pek çok istemediğimiz davranış modelini bir müddet daha benimsememiz gerekiyor. Özellikle de devlet kurumları, iş insanları ve sağlık çalışanlarının bu süreci yönetmedeki gayretlerine baktığımızda, bir milletin paydaşı olarak sorumlulukları göz ardı etmemek lâzım.

Yine de hâlihazırda herkesin haklı soruları var. Evde kalmaya mecbur kalan yaşlılar ve çocuklar, iş yerlerini kapatıp maddî gelir kaybı yaşayanlar, maske ile nefes alamadığını beyan edenler… Bir şekilde herkesin haklı çıktığı durumlar vardır ve o durumlar bir kısırdöngünün inikasıdır ya, işte tam da bu ahvâl!

O zaman hep bir terazi ile hareket etmek lâzım gelir. Hak terazisi… Kişisel ve toplumsal etkilerde, insanın kul hakkı ve fayda sağlama amacına yönelik bir tutum içinde olması gerekliliği yadsınamaz. Bu öyle kişiye ve keyfe göre es geçilebilecek ferdî kararlar kategorisine girmiyor hem. Bir kötü etki insanın sadece kendini ilgilendirdiğinde bile can emanetine sahip çıkmamanın vebali olacaktır. Kaldı ki, bu salgın dönemleri her zaman için çoklu etki alanına sahip olmaları yönüyle oldukça ağırdır. Tarihte de benzer travmalar bölgesel ve küresel bazda yaşanmış. Toplu can kayıpları ve altüst olan rutinler…

Neyi, nerede unuttuk, tam olarak saptamak zor. Fakat böyle toplu ölümlerde herkesin kendini ve yaşadığı toplumu ve hatta dünyayı sorgulaması, bazı alışkanlıkları tekrar gözden geçirmesi gerekiyor. İnsanî ve toplumsal haksızlıklar, cana ve mala kıymalar, kalpleri ve yetimleri üzmeler, açlar ve zulüm görenler arttıkça, dünya kıyameti hatırlatan bir sarsılmaya uğruyor. Fakat ne kadar hatırlayıp ne denli dönüşmeye gayret ediyoruz, bilinmez. Her şey en küçük, en minimal parçadan hareketle bir bütünü meydana getiriyorsa, moleküller ayrıştığında elementler kalıyorsa, her element, bir bütünün karakterini oluşturuyor demektir. Yaşadığımız âlemi de böyle okumak gerek bazen. Kendimizi bir bütüne etki eden ve o bütünü meydana getiren en küçük parçacık varsayarsak, her birimizin bir sorumluluğu ve gücü var demektir.

Dünyayı daha iyi bir yer yapma hayâli elbette dillere pelesenk olmuş ve bir o kadar da hayâlci bir tabiatı çağrıştırıyor, farkındayım. Ve zaten anlatmaya çalıştığım kaygı da bu değil. Benim tek meramım, fıtrata uygun bir yaşam. Bunu tek tek yaptığımızda bazı sorunları daha kolay hâlledebilecek ve bazı imtihanlardan topluca daha rahat geçebileceğiz kanaatindeyim.

Şimdi biz kendimizi fıtrata döndürmeye çalışan bir sisteme programlayalım; fakat bu süreçte de istemediğimiz ve belki de ekonomik ya da ruhsal kötü etkilere maruz kaldığımız bir kurallar bütününü de boş geçmeyelim. En nihayetinde bu işi ancak sancısıyla birlikte aşabiliriz.