“Allah’ım, fayda
vermeyen ilimden, huşu duymayan kalpten, doymayan nefisten ve kabul olunmayan
duadan Sana sığınırım!” (Hz. Muhammed -sav-)
***
ASLINDA bambaşka bir konu
üzerinde yoğunlaşmıştım bu ay, bu konuyu yazmayı düşünmüyordum. Ancak genç bir
kardeşim, birlikte yaptığımız kitap mütalaasında gündemleştirdiğim okumanın önemi
ve zaruretinden hareketle, okumayla ilgili nasıl bir yol izlemesi gerektiğini
sordu. Bunun üzerine konuştuk. Önemli bir konu! Bu ay bunun üzerine yazmak
istedim. Bu konuda küçük de olsa bir katkım olursa ne mutlu!
Her
şeyde olduğu gibi, bilgi edinmek de bir usûl üzere olmalı. Önümüze gelen her
şeyi okuyacak kadar ömrümüz yok. 10 yaşından itibaren haftada bir kitap okuyan
bir insan, ömrü vefa eder de 80 yaşına gelirse ancak 3 bin 640 kitap okuyabilir.
Her
yıl yüzlerce kitap basılıyor. Yayımcı Meslek Birlikleri Federasyonu’nun 2015
yılı bandrollü kitap basım verilerine göre, geçen yıl sadece Türkiye’de farklı
yayınevlerinden toplam 384 milyon 54 bin 363 kitap çıkarılmış. Bu kadar çok
kitabın olması kafa karıştırıcı gibi görünse de, doğru bir usûl takip edilerek
seçici ve nitelikli bir okuyucu olmak mümkün.
Kitap
kitabı doğurur
Bu
bağlamda, öncelikle yayın türlerini inceleyelim. Yayın türleri arasında
kitaplar kuşkusuz temel başvuru kaynağıdır. Yazının kalıcılığı kitaplarda vücut
bulur. Okunmaya değer her kitap, kendi başına bir dünyadır. Yazarlar,
kitaplarında bizleri algıladıkları dünyaya davet ederler. Hangi tür olursa
olsun, kitapları yazıldıkları zaman diliminden ve yazarın kimliğinden bağımsız
değerlendirmek mümkün değildir. Bu sebeple, kitapları tarihsel ve güncel
değerlendirmek gerekmektedir.
Okumaya
bu şekilde yaklaşıldığında, kitapların kitapları doğurduğu görülecektir.
Sürekli ve istikrarlı bir okuma sürecinde, bir kitap başka bir kitaba ve bir
konu, başka bir konuya götürecektir.
Dergiler
zenginliktir
20-30
yazarın bir dergide buluşması ve böyle farklı türde onlarca dergi… Tek
kelimeyle “zenginlik”!
Dergiler,
yayın türünün yanında her ay ya da birkaç ayda bir yenilenen içerikleri, türlü
çeşit konunun farklı yazarlarla işlenerek tek bir nüshada birleştirmesi gibi
özellikleriyle yayın türleri arasında özel bir yere sahiptirler. İyi dergiler
için “periyodik yayımlanan kitaplar” diyebiliriz.
Dergiler
her ne kadar pek çok farklı görüşten yazara ev sahipliği yapsalar da, iyi
dergilerin tek başlarına kimlikleri vardır. Belli bir yayın kurulunun
süzgecinden geçerek hazırlanan dergiler okunurken, yazarlar kadar, derginin
kimliğine ve duruşuna da dikkat etmek gerekmektedir.
İyi
dergiler, çağlarının şahitleridirler. Güncel ve sürekli yenilenen bir gayret
olarak dergiler, şahitlik görevlerini yerine getirdikleri kadar okunmaya
değerdirler.
Güncel
bilgi akışında gazetelerin rolü
Siyasetten
ekonomiye, spordan kültür-sanata pek çok alanda güncel bilgiler içeren
gazeteler, yayın türleri arasında ilk sıralarda yerlerini alırlar. Ancak bir gazete
ne kadar geniş bir içeriğe sahip olursa olsun, kitaplar ve dergiler gibi kalıcı
değildir. Gazete, güncel gelişmeleri takip etmek ve yazarların güncel konular
ile ilgili görüşlerini öğrenmek için tercih edilebilir.
Gazetelere yaklaşırken olayların seyrine dikkat etmek gerekir. Gazeteler bazı olayları bilinçli olarak saptırabilecekleri gibi, önemsiz konuları abartarak önemli konuların üstünü örtmekte kullanabilirler. Kimi gazete yazarları da buna alet olabilir ya da birebir kasıtlı bir şekilde yön değiştirme pozisyonunda olabilirler. Dikkatli ve hakkaniyetli bir okuyucu olmak, seçici olmamıza yardımcı olacaktır.
Bir Müslümanın hayatının merkezinde Kur’an ve Resullerin yaşayışları olmalıdır. Bunlar sürekli ve düzenli okunması gereken alanlar olmakla birlikte, diğer okumalarda da yol gösterici, ayırt edicidirler.
Teknolojik
bir imkân: İnternet yayıncılığı
İnternet,
yukarıda bahsettiğimiz bütün yayınları bünyesinde barındırır. Bu yayınların
hepsi internet üzerinden de yapılabileceği gibi, sadece internet üzerinden yayın
yapan siteler de mevcut. İnternet kolaylıktır, ancak hiç kuşkusuz herkese açık
bir ortam olması sebebiyle bilgi kirliliği bu ortamda çok fazla. Bu yüzden
özellikle internette dolaşan bilgileri iyice araştırmadan doğru kabul etmemek
gerekiyor.
İnterneti
bilgi edinmekten ziyade, bilgilere göz gezdirmek için kullanmak daha doğru
olacaktır. Özellikle sosyal medya aracılığı ile bilgiler çok hızlı ve
kontrolsüz yayıldığı için, doğru ile yanlış birbirine girmekte, sağlıksız bilgi
akışı yaygınlaşmaktadır. Bilgiye ulaşmada sosyal medyayı kullanırken, bir şeyi
kimin söylediğinden ziyade, ne söylediğine dikkat etmek ve araştırmadan,
üzerine düşmeden dolaşan her bilgiyi kabul etmemekte yarar var.
Elbette
kitaplar, dergi ve gazeteler isteğe bağlı olarak, internet üzerinden okunabilir,
sosyal medyadan yayınlar takip edilebilir. Bilinçli okuyucu olduktan sonra
teknolojik imkânlardan yararlanmanın hiçbir mahsuru yok.
Bilinçli
okuma
Düzenli
bir okuyucu olmak için, okumaya ihtiyaç hissetmek gerekir. Bir insan zaruret
üzere yapılan okumalar (okul, herhangi bir çalışma veya iş için) dışında eline
kitap almıyorsa, o insanın okumaya ihtiyaç hissettiğini söyleyemeyiz.
Kitap
okumaya gerek duymak, hayatı okuma gayretinden ileri gelir. İnsanı ve hayatı
kavramak ve bu hayattaki rolünü tespit edip yapabileceği katkıyı sunmak gibi
bir derdi olan insan, doğal olarak kitap okumaya yönelir. Bu yöneliş kendiliğinden
olmadığı, okumak suni ortamlara hapsedildiği zaman, okumanın kalıcı bir etkisi
ve sürekliliğinden söz edemeyiz. Doğal bir şekilde okumaya yönelen insanınsa tüm
hayatı bu durumdan olumlu yönde etkilenecektir. Bu noktada insanın her kitap
özelinde ayrı, okuma genelinde ayrı “Niçin okuyorum?” sorusunu kendisine yöneltmesi
gerekir.
Sağlıklı
bir okuma yapabilmenin bu temel kuralının yanında temel dinamikleri de vardır.
Kuşkusuz bir Müslümanın hayatının merkezinde Kur’an ve Resullerin yaşayışları
olmalıdır. Bunlar sürekli ve düzenli okunması gereken alanlar olmakla birlikte,
diğer okumalarda da yol gösterici, ayırt edicidirler.
Bunun
dışında kişisel ilgi alanları ve eğilimler farklılık gösterir. Kişisel okumalar
isteğe bağlı değişebileceği gibi, bilinç kazanmayı gerektiren konuların sıkıcı
ve zor da olsa okumak mecburiyetinde olunduğu unutulmamalıdır. Elbette zevk
için de kitap okunabilir. Pek çok kötü alışkanlığa, ahlâksız ortama bakınca,
abur cubur kitaplar okumak çok da anlamlı bir düzleme oturmasa bile tercih
edilebilirler. Yeter ki zevkler, gerekliliklerin önüne geçmesin!
Okumada
yöntem ve çok yönlü okuma
Bir
konu araştırması yapmak için araştırmacılar, genellikle konuyla ilgili alana
yoğunlaşırlar. Ancak sürekli ve çok yönlü okumanın en büyük katkısı, konuyla
hiç alâkası olmayan bir yerde, konunun özünü ortaya koyan bir cümle ya da metinle
karşılaşmak. Bu yüzden temel dinamikleri elden bırakmadan okuma alanının geniş
tutulması, film, tiyatro, sergi, konferans, gezi gibi kültürel etkinliklerden de
yararlanarak farklı okumalar yapmak oldukça faydalı.
Çok
yönlü okumak, az evvel üzerinde durduğum temel dinamiklerden yoksun ise
tehlikeli olabilir. Ancak tek yönlü okumak, bir cemaat ile hareket edip o
cemaatin tavsiyeleri ya da yayınları dışında hiçbir şey okumamak da kitlesel
münzeviliği doğuracaktır. Bu da en az bilinçsiz bir şekilde çok yönlü okumak
kadar tehlikeli!
Farklı
düşüncelerin, hayat tarzlarının içinde kaybolmadan, içine bakmak mümkün. Belki
kendi güvenli alanlarımızda daha huzurlu olabiliriz, ancak sadece Müslümanlara
karşı değil, herkese karşı sorumluyuz. Sorumluluk bilinci içinde hareket eden
ve okuduklarını faydalı eylemlere döken okuyucular olmaya gayret etmeliyiz.
Okumak,
hiç kuşkusuz cevaplardan ziyade soruları arttırır. Soru sormak bizi başka
konulara, araştırmalara yönlendirir. Böylelikle okumalarımız, yeteneğimiz olan
alanlarda üretken olmamıza yardımcı olur. Bu açıdan okuyucuların kitap
listeleri belirlemek yerine meraklarını yönetmeleri ve bu meraklarını takip
etmeleri yeterli olacaktır.
Bir
de okumanın tek bir yöntemi yoktur. Kişisel özelliklerimize,
alışkanlıklarımıza, zevklerimize göre kendi okuma yöntemimizi belirleyebiliriz.
Özellikle gençlerde, sevmedikleri kitapları bırakma, sonrasında okumaktan
soğuma gibi eğilimler söz konusu. Bununla ilgili olarak kendi kişisel yöntemimden
bahsetmek istiyorum: Mutlaka okunması gereken, ama biraz sıkıcı gelebilecek önemli
bir kitabı bırakmak yerine, o kitaba ara verilebilir. Benim bir kitabı zor
okuyor olmaktaki ölçüm, bir okuyuşta 50 sayfadan az okumuş olmam. Eğer böyle
bir kitap söz konusuysa, o kitaba bir ya da iki kitaplık bir ara veriyorum.
Arada severek okuduğum kitaplar okuyorum. Sonrasında ilgili kitaba tekrar
döndüğümde, kitabı okumak genellikle zor olmuyor. Rahat bir şekilde kitabı
okuyup bitiriyorum. Ancak yine de zor geliyorsa, o zaman kitabın yanında
okuduğum diğer kitap ve dergi olarak ne varsa her şeyi bırakıp sadece o kitaba
odaklanıyor ve en kısa sürede kitabı bitiriyorum.
Bir de kitap okurken önemli yerlerin altını çizmek ya da not almak, bir yere okuduğumuz kitapla ilgili hatırlatıcı birkaç söz bırakmak, okuduklarımızı insanlarla paylaşmak, hem okuduklarımızın daha uzun süre aklımızda kalmasına ve ileriye dönük kalıcı bir veriye dönüşmesine, hem de insanlara faydalı olarak okumanın anlamlı bir eyleme dönüşmesine yardımcı olur.
Okuma
kültürü oluşturmak
Okuma
ile ilgili her zaman üzerinde durulan, yakınılan temel konu, “okuma alışkanlığı”dır.
Oysa okumanın toplumda kültürel bir temeli olsa, okuma alışkınlığı sorunu
yerine “nasıl bir okuma yapılması” gerektiği üzerine kafa yoruyor olurduk. Ne
yazık ki Türkiye’de okuma kültürü yok! Bunu sinema sektöründe bariz bir şekilde
görebiliriz. Türk filmlerinde kitap okuyan insanlar, bilge kişiliklerdir. Oysa
çok eleştirdiğimiz, ahlâkî yozlaşmanın en büyük sebeplerinden Hollywood
filmlerinin çoğunda, en alâkasız denebilecek filmlerde bile bir kitap mesajı,
okuyan bir insan vardır. Bu, okuma kültürüyle ilgili bir tespit!
Türkiye’de,
sözgelimi toplu oturmalarda bir insanın kitap okuması ayıp karşılanır,
saygısızlık addedilir. Yolculuk yaparken, hastanede sıra beklerken, hastayken,
okuldaki ders aralarında, işyerinde bulduğu boşluklarda, tatildeyken kitap
okuyan insan görmek zordur. Çünkü kitap okumak külfetli bir iştir (!) ve sadece
gerektiği durumlarda (okul, iş vs.) gerektiği kadar okunur.
Bizler,
üstün ahlâkî vasıflara sahip, cahilî geleneklerden yüz çevirerek, derin bir üzüntü
içerisinde ne yapacağını uzun uzun düşünebilmek için toplumdan uzaklaşmış ve
artık bu sancının çok ağır gelmeye başladığı bir dönemde, şiddetle sarsılarak
“Oku!” emriyle birebir muhatap olmuş Peygamberimizin ümmeti olma iddiası
taşıyan insanlarız. Ancak ne yazık ki, kültürel atmosferden kurtulup
sorumluklarımızı yerine getirmekte zorlanıyoruz!
Toplumda
zaten yapmamamız gereken şeyleri -insanların çoğu yapıyor diye- yapmadığımız
zaman temiz ve ahlâklı, yapmamız gereken şeyleri -insanların çoğu yapmıyor
diye- yaptığımızda üstün görülüyoruz. Kitap okumak da böyle bir mesele!
Öncelikle
bu paradigmanın ekseninden çıkmamız gerek. Sonrasında, ancak kendi okuma
kültürümüzü oluşturup bunu yaygınlaştırma yoluna gidebiliriz. Eğer okumak bizim
için vazgeçilmez bir alışkanlık hâline gelirse, okumak için fırsat
yarattığımızı, küçücük boşlukları bile okuyarak değerlendirdiğimizi göreceğiz.
Elimizin
altında her duruma özel farklı türde kitaplar, dergiler, makaleler
bulundurabiliriz. Yatmadan önce okuyacağımız bir kitap, gün içinde işlerimizin
arasında okuyabileceğimiz başka bir kitap, aile ortamında ya da gürültülü ortamlarda
okumak için başka bir kitap, özel olarak kitap okumaya ayırdığımız vakitler
için başka bir kitap bulundurabilir, aynı anda birden fazla kitap okuyabiliriz.
Ayrıca okumak için internet hizmetlerinden de yararlanabiliriz.
Kitaplarla
haşır neşir olmanın en güzel tarafı, bir süre sonra okumayı bırakamaz hâle
getiren kısır döngü olsa gerek. Kitaplar sorulara, sorular kitaplara götürür ve
bu böyle devam edip gider.
Son olarak, ahlâk ve adalet temelli bir dinimiz olduğunu, ne okursak okuyalım, bu temel üzerine oturtmamız gerektiğini unutmamalıyız. İlimde derinleşenlerden, ilmini, güzel işlerinin niteliğini arttırmakta kullananlardan olmak duasıyla, son sözü Cengiz Numanoğlu’na bırakıyorum: “Alim sanma her gideni mektebe!/ Ahlâk yoksa, yok ilimde mertebe!/ Ne fark eder,/ Tut ki cübbe giydirsen, paye versen/ Kitap yüklü merkebe?!”