Ey Yûsuf-Cemâl

Aşk, bu dünyadaki en gizemli kelimelerden biridir ve belki de en önemlisidir. Bu kavramla ilgili binlerce tanım yapılmış, görüşler dile getirilmiş. Yapılan her tanım, ortaya konulan her görüş ona yeni bir renk getirmiştir. Fakat onu tam manasıyla açıklayabilmek pek de mümkün değildir. O, hâlâ ilk günkü gibi gizemini korumaktadır. Onunla temas etmeye çalıştıkça, ona yaklaştıkça, o denize daldıkça yeni inciler keşfetmemek mümkün değildir. Şair, bu beyitte aşkı tanımlarken fal kitaplarına teşbih ederek anlatmayı tercih etmiştir. Bu tercih, bilinçli bir tercihtir.

DAM yöntemi hakkında özet bilgi ve DAM yönteminin kavramları      

DAM yöntemi, metnin anlamsal boyutuna yönelerek iletisini çözmeyi amaçlaması yönünden geleneksel metin çözümleme yöntemlerine benzemektedir.

Bu yöntemde metinlerin çözümlenmesinde temel düşünce alanı, yardımcı düşünce alanı, birleşik düşünce alanı ve düşünce birimleri önem taşır. Bu yöntemle amaçlanan, şiirdeki ince ve derin manaların ölçülebilir hâle getirilmesidir (Yalap, 2015: 181). 

DAM yönteminin temel kavramlarını kısaca şu şekilde açıklayabiliriz: DAM yönteminde “temel düşünce alanı” (TDA) metnin iletisini borçlu olduğu alandır. Metin asıl iletisi olan TDA için kurulur (Avşar, 2009: 13). Avşar’a göre bir metinde temel düşünce alan ya da alanlarının ifade ettiği anlam ve anlamların ayrıntılı ve sağlam bir şekilde kavranması için “yardımcı düşünce alanlarına” ihtiyaç duyulur (YDA). Buna göre yorumcunun temel düşünce merkezli akıl yürütmesi, onda gizlenen anlamları sezip bulması ve yeni manalar keşfetmesi, yardımcı düşünce alanları sayesinde mümkün olur (Avşar, 2009: 14). Diğer taraftan Avşar’a göre bir metinde gerek temel gerekse yardımcı düşünce alanları her zaman yalın şekilde bulunmaz. Bu noktada en az iki ayrı düşünce alanını meydana getiren kelimeler “birleşik düşünce alanı” (BDA) olarak karşımıza çıkar. Düşünce alanlarının edebîmetinlerde kendilerini daha çok parçaları vasıtasıyla gösterdiğini söyleyen Avşar, bu düşünce parçalarını düşünce birimi (DB) olarak adlandırır (Avşar, 2009: 14). Avşar’a göre bazı düşünce birimleri birkaç düşünce alanını işaret edebilir. Bu durum birleşik düşünce birimi (BDB) olarak tanımlanır. Bazen edebî metinlerde yer alan düşünce alanları birbirine çok yakın olabilir. Genellikle beyit ve dörtlük esasına dayanan, az sözle çok şey anlatmayı amaçlayan bu tarz metinlere düşünce alanı yoğun dokulu metinler (YDM) adı verilir. Bunun aksine edebî metinlerde temel ve yardımcı düşünce alanları birbirine uzaksa düşünce alanı seyrek dokulu metinler (SDM) meydana çıkar (Avşar, 2009: 15). Metni okuyup inceleyen yorumcu, metindeki temel ve yardımcı düşünce alanlarını belirlemelidir. Daha sonra yorumcu, temel düşünce alanının hangi temel düşünce ve hangi yardımcı düşünce alanından sonra geleceğini belirlemek ve yorumu o taslak üzerine oturtmak zorundadır. Yapılması zorunlu olan bu taslağa değerlendirme dizgesi (DD) adı verilir (Avşar, 2009: 15). Değerlendirme dizgesi sayesinde sınırını çizdiğimiz ve alanını belirlediğimiz “yorumlama alanı” (YA) yorumcunun güç ve kabiliyetini sergilemesi bakımından önemlidir (Avşar, 2009: 15). Yorumcunun yorum alanının dışına çıkması ise “yorum sapması” olarak adlandırılır (Avşar, 2009: 15). 

Bu çalışmada Revanî Divanı’ndaki 212. Gazel, yukarıda hakkında bilgi verilen Düşünce Alanı Merkezli Metin Çözümleme Yöntemiyle açıklanmaya çalışılacaktır.

212

“Sen kitâb-ı ‘ışka göñlüm kur’a-ı fâl eyledüñ/ İki bükdüñ kaddümi ol kur’aya dâl eyledüñ 

Bir kebûterdür hevâyî bu dil-i ser-geşte kim/ Gögsümüñ na’linden ayagına halhâl eyledüñ

Hâce-i Mısr-ı melâhatsin sen ey Yûsuf-cemâl/ Göñlümi bâzâr-ı ‘ışk içinde dellâl eyledüñ 

Tolularla sâkiyâ mest eyledüñ ‘âşıkları/ Meclise güller saçup bezm ehline al eyledüñ 

Nakd-i eş’âruñ Revânî sîmveş hâlis durur/ Bûte-i nazmuñ içinde sen anı kâl eyledüñ 

Misk ü ‘anberle pür itdüñ ey kalem Rûm illerin/ Nâmeler içinde çün vasf-ı hat u hâl eyledü”


Sevgili olarak nitelendirilen sâkî, konuklara aşk şarabından sunmakta ve onları mest etmektedir. Şarap kavramının yerine rengi ve kokusundan dolayı gül kavramı tercih edilip kullanılmıştır. Gülle muhatap olma şerefine erişen âşıklar, farklı bir boyuta geçmekte, dünyayı unutup ukbaya yönelmektedir. Âşıklar, içtikleri aşk şarabından da içine düştükleri mestlikten de oldukça memnun ve mutludur. 

Âşık, hep bir ümit içinde sevgiliden gelecek en ufak bir ışığı beklemektedir

1. “Sen kitâb-ı ‘ışka göñlüm kur’a-ı fâl eyledüñ/ İki bükdüñ kaddümi ol kur’aya dâl eyledüñ” (Sen, gönlümü aşk kitabına kur’a-ı fal ettin. Boyumu iki büklüm eyledin, o kur’aya dâl (şaşkın) ettin.)

Değerlendirme Dizgesi: TDA: Âşık… DB: Kur’a-ı fâl, dâl, kitâbı ışk, iki büklüm kadd… 

Yorumlama Alanı (YA): Matla beytinin TDA’sı, âşıktır. Bu TDA’nın DB’leri kur’a-ı fâl, dâl, kitâbı ışk, iki büklüm kadd kelime ve kelime gruplarıdır. Şair, bu beyitte sevgiliye seslenmekte ve onun yaptıklarına karşı sitemini dile getirmektedir. Bu sitemlerden ilki sevgilinin, âşığın gönlünü aşk kitabına kur’a-ı fâl etmesidir. 

Aşk, bu dünyadaki en gizemli kelimelerden biridir ve belki de en önemlisidir. Bu kavramla ilgili binlerce tanım yapılmış, görüşler dile getirilmiş. Yapılan her tanım, ortaya konulan her görüş ona yeni bir renk getirmiştir. Fakat onu tam manasıyla açıklayabilmek pek de mümkün değildir. O, hâlâ ilk günkü gibi gizemini korumaktadır. Onunla temas etmeye çalıştıkça, ona yaklaştıkça, o denize daldıkça yeni inciler keşfetmemek mümkün değildir. Şair, bu beyitte aşkı tanımlarken fal kitaplarına teşbih ederek anlatmayı tercih etmiştir. Bu tercih, bilinçli bir tercihtir. 

Arapçada fâl (fe’l) ‘uğur ve uğurlu şeyleri gösteren simge’ anlamına gelir. Batı dillerinde umumiyetle ‘gelecekten haber verme (kehanet)’ anlamındaki Grekçe manteia (İngilizce’de mancy, Fransızca’da mancie) ekiyle yapılan ve fal türlerine göre değişen kelimeler kullanılmaktadır (geomancy = toprak falı; ornithomancy = kuş falı gibi). İnsanoğlu tarih boyunca gerek kendisiyle gerek çevresiyle ilgili bilinmezleri anlayıp keşfetmeye, istikbalin neler getireceğini önceden öğrenmeye ve böylece kendi kaderine hükmetmeye çalışmıştır. Şüphesiz bunda esrarengize ve meçhule karşı olan merak ve tecessüs duygusunun da büyük payı vardır. Bir bakıma her şekle bir mana verme ve her davranışa bir anlam yükleme insanın yapısından gelen bir özelliktir. İnsanın bilinmezi ve esrarengiz olanı keşfetmek için çeşitli yöntemler kullandığı bilinmektedir (Aydın, 1995: 134-138).”

Bu yöntemlerden en çok kullanılanı da faldır. Şair, âşığın gönlünün aşk kitabına fal edildiğini söylüyor. Âşık, hep bir ümit içinde sevgiliden gelecek en ufak bir ışığı beklemektedir. Sevgilinin her hareketinin, her bakışının, her sözünün onun için büyük anlamları vardır. Ümit içerisinde bekleyen âşığın durumunu bilen sevgili, adeta âşık ile dalga geçmektedir. Ne tam manasıyla sırlarını açmakta ne de âşıktan yüz geri dönmektedir. Zavallı âşık, en ufak ümit kırıntısına dahi anlamlar yükleyip sevgilinin kapısında beklemektedir. 

Sevgilinin nazı, cefası, eziyetleri, bir müddet sonra o kadar şiddetlenir ki âşığın beli Arapçadaki dal harfi gibi iki büklüm olur. Beytin ikinci dizesinde şair bu durumdan söz etmektedir. Divan ve Halk şairlerimiz bedenin çeşitli uzuvlarını vasf etmek için eski alfabemizdeki bir bakıma mazmun hâline gelmiş olan çeşitli harflerden yararlanmışlardır. Harflerin bu şekilde kullanımı daha çok sevgilinin güzellik unsurlarını veya âşığın bir uzvunun vasıflarını ortaya koyabilme düşüncesinden kaynaklanmıştır. Bunun yanında edebiyatımızda harflerin birtakım tasavvufi ifadelere bağlı olarak kullanıldığını da görmekteyiz. 

Dal harfi eğriliği yönüyle ele alınır. Beyitte ise “dâl” harfi âşığın boyunun bükülmesine işaret etmektedir. Aşk yolunda çeşitli ıstıraplar çeken âşığın bir zamanlar elif gibi dosdoğru olan boyu, sevgilinin cevri neticesinde bükülüp “lâm”a veya “dâl”a dönmüştür. Âşık, çekmiş olduğu dertler neticesinde adeta beli bükülmüş bir ihtiyara döner.

Tasavvufi açıdan baktığımızda dal harfinin karşılığı şöyledir: “Dal, mülk ve ceberut âlemindendir. Çıkış yeri Tı harfi ile aynıdır. Tabiatı soğukluk ve kuruluk, unsuru topraktır. Sayısal değeri 4 tür.

Dal, esarettir. Ruh’un su, hava, ateş, toprak elementleriyle haça gerilmesi, çar anasır bendlerine vurulmasıdır. Dal, namazda rükûdaki hilal hâlindeki aydır. Kendinden kendini seyrediştir. Dal gibi incelip 7 imbikten süzülerek geçmektir. İdraken öyle incelinir ki (deve iğne deliğinden geçer olur), artık kişi her iş ve oluşumlu her şeyi, bir ay döngüsü gibi derece derece, idrak idrak, birbirleriyle asla karıştırmadan, hassasiyetle anlayıp anlatabilmektedir. Ayın görünen ilk hâli kuru bir hurma dalı sureti daldır. Seyrini seyrettiğine, seyrettiği gibi anlatabilmektir dal (Savran, 2009: 896-905).”       

Sevgili, âşığın bu iniltilerinden ayağına halhal yapmıştır

2. “Bir kebûterdür hevâyî bu dil-i ser-geşte kim/ Gögsümüñ na’linden ayagına halhâl eyledüñ” (Bu sersem gönüllünün isteği, bir güvercindir ki göğsümün iniltisinden ayağına ayak bileği ettin.)

Değerlendirme Dizgesi: TDA: Âşık… DB: Dil-i ser-geşte, kebûter, na’l, halhâl

Yorumlama Alanı (YA): DB olarak kullanılan dil-i ser-geşte, kebûter, na’l ve halhâl kelimeleri, beytin TDA’nın âşık olduğunu ortaya koymaktadır. Şair, kendisini sersem gönüllü olarak nitelendirerek isteğinin bir güvercin olduğunu dile getiriyor. Burada söz konusu edilen güvercin, somut anlamıyla bildiğimiz kuş değildir. Onun ismi kullanılarak farklı hayal ve çağrışımlar oluşturulmaya çalışılmıştır. Bu kavrama iki boyutlu yaklaşmak, beytin iletisini daha kolay çözmemizi sağlayacaktır.         

“Divan şiirinde kebûter ve hamâm adıyla kullanılan güvercin, genelde soluk gri, kahverengi ya da pembe renklidir. Bacakları ve boynu kısa, gövdesi şişman, başı ufaktır (Öner: 2008, 570). Güvercin, Divan şiirinin en sevilen kuşlarından biridir. Bunun ilk ve en önemli sebebi şüphesiz güvercini diğer kuşlardan ayıran postacılık özelliğidir. Bazı kaynaklar, Hz. Nuh’un tufandan sonra yeryüzünde yaşanabilecek toprak parçalarının tespiti için bir güvercini üç kez gönderdiği inancından hareketle güvercini insanoğlunun ilk evcilleştirdiği hayvan olarak kabul ederler (Ceylan, 2015: 99,103). Nuh kıssasında yer almasından ötürü dinî mahiyetli göndermelerde fazlaca kullanılır. İslâmiyet’te barışın, sevginin ve masumiyetin sembolüdür. Kebûter, beyaz rengi sebebiyle masumiyet ve saflık açısından sevgiliyi karşılar.” Şairin isteğinin, masum ve saf olarak nitelendirdiği sevgili olduğunu söyleyebiliriz.

Âşığın bu isteği onu perişan etmektedir. Her an ağlayıp inlemektedir. İniltilerinden şikâyetçi gibi görünse de işin aslı öyle değildir. Onun bu feryat ve figanları, aşkının nişanlarıdır. Sevgili, âşığın bu iniltilerinden ayağına halhal yapmıştır. Beytin iletisini tam olarak çözebilmek adına halhal kavramının incelenmesi faydalı olacaktır. 

“Eskiden kadınların süs için ayaklarının topuklarıyla baldırları arasına yani ayak bileklerine taktıkları altından veya gümüşten yapılmış halka. Ayak bileziği. (Çoğulu: Halâhil) Ulu, şerif kişi.” gibi anlamalara gelen Arapça bir sözcüktür. Divan şairleri tarafından farklı tahayyüller içinde ele alınıp kullanılmıştır. Genellikle sevgilinin güzellik unsurları içerisinde ele alınmıştır. Şair, bu beyitteki halhalın malzemesi olarak kendi iniltilerini gösteriyor. Buradan hareketle âşığın iniltilerinin ne derece kıymetli olduğunu söyleyebiliriz.

“Kokunun kullanıldığı yerlerden biri de ‘ben’dir. Daha çok siyah renk münasebetiyle ele alınır. Ayrıca satrançtaki piyon (beydak) taşına benzetilir. ‘Miskîn’ kelimesi tevriyeli kullanılarak, âşığın gönlü zavallı (miskin) bir kuş olur ve sevgilinin ‘ben’inin sevdası için zülfünün tuzağına düşer. Sevgilinin ateş kırmızılığındaki dudağının üstünde var olan güzel kokulu ‘ben’ler, yakuttan yapılmış, tütsü yakılan kap içindeki misk ve amber gibidir.”

Revânî, bu beyitte sevgilinin güzelliğini yüceltmek ve övmek için onu Yûsuf’a benzeterek anlatmış

3. “Hâce-i Mısr-ı melâhatsin sen ey Yûsuf-cemâl/ Göñlümi bâzâr-ı ‘ışk içinde dellâl eyledüñ” (Ey Yûsuf yüzlü, sen güzellik ülkesinin hocasısın. Gönlümü aşk pazarında ilan edici ettin.)

Değerlendirme Dizgesi: TDA: Sevgili… DB: Yûsuf cemâl, hâce-i Mısr, bâzâr-ı ışk, dellâl…

Yorumlama Alanı (YA): Beyitte DB olarak kullanılan Yûsuf cemâl, hâce-i Mısr, bâzâr-ı ışk ve dellâl kelimeleri TDA’nın sevgili olduğunu ortaya koymaktadır. Şair, nida sanatına başvurarak sevgiliye seslenmektedir. Bu seslenişte sevgiliyi Yûsuf yüzlü olarak nitelendirmiş ve böylelikle telmih sanatından da yararlanmıştır. Beytin manasını tam olarak açabilmek adına Yûsuf kıssasının hatırlatılmasında fayda olacaktır. 

“Hazret-i Yûsuf, Yakup Peygamber’in 12 oğlundan en çok sevdiği oğludur. Annesinin adı Rahîl’dir. Kenan diyarında doğdu. Kur’ân-ı Kerîm’de adı 27 defa geçer. Kur’ân’da 12. surenin adı Yûsuf Suresi’dir. Yûsuf Aleyhisselam’ın kıssası, Kur’ân-ı Kerîm’de ‘Ahsenü’l-kasas’ (kıssaların en güzeli) diye ifadelendirilir ve müstakil bir sûre (Yûsuf Suresi) ile anlatılır. Hz. Yûsuf Kur’ân’da dürüstlük ve güvenilirlik bakımından övülür. Yûsuf Aleyhisselam güzelliği ile meşhurdur ve darbımesel hâline gelmiştir. Hz. Yakup’un sevgisinden dolayı kardeşleri kendisini kıskandılar ve sinsi bir plan kurarak onu kuyuya atıp ölüme terk ettiler. Oradan geçen bir kervan Hz. Yûsuf’u kuyuda buldu ve onu köle olarak sattı. Hz. Yûsuf, hizmetinden bulunduğu Züleyha ile nefis imtihanı geçirdi. Bu imtihanı kazanan Hz. Yûsuf, Züleyha’nın iftirası ile zindana atıldı. Kendisine rüyaları yorumlama kabiliyeti verilen Hz. Yûsuf bu yeteneği sayesinde zindandan çıkarıldı ve Mısır’a yönetici oldu. Kıtlık sebebi ile kendisini kuyuya atan kardeşleri ile karşılaşan Hz. Yûsuf onlara yardım etti ve kendilerini affetti. Kardeşleri ile buluşmasından sonra Hz. Yakup en çok sevdiği evlâdına, Bünyamin de ana-baba ve kardeşi Hz. Yûsuf’a kavuştu. Oğlunun hasreti ile âmâ olan Hz. Yakup’un gözleri açıldı. Mısır Meliki Reyyân bin Velidbütün devlet işlerini Hz. Yûsuf’a bıraktı ve ona iman ederek Müslüman oldu. Hz. Yûsuf’a iftira atan Züleyha yine onun duası hürmetine yeniden gençlik ve güzelliğine kavuştu ve onunla evlendi.

Hz. Yûsuf, Divan şiirinde adı en çok zikredilen peygamberlerdendir. Eşsiz güzelliğinden dolayı sevgili Yûsuf’a benzetilir. Hatta sevgili Yûsuf-ı Sânî’dir (İkinci Yûsuf). Hz. Yûsuf’un adı bazı eserlerde Mâh-ı Kenân diye de zikredilir. Yûsuf’un kullanıldığı şiirlerde çoğunlukla Mısır da yer alır. Mısır, özellikle Hz. Yûsuf’un hayatında önemli bir yer tutması nedeniyle Yûsuf, Nil, Züleyha, Firavun, zindan ve sultan gibi unsurlarla birlikte Divan şiirinde sık anılır. Yûsuf ile Züleyhâ’nın maceraları Mısır’da geçer. Hz. Yûsuf’un güzelliğine telmihen sevgilinin yüzü Mısır’a kendisi de sultana benzetilir. Sevgilinin bulunduğu belde, şehir, köy, mahalle Mısır olarak tasavvur edilir. Bu durumda âşığın gözyaşları Nil gibi akar. Mısır, Kenan, Rum, Bağdat, Şam, Habeş vb. yerlerle birlikte ele alınır (Uludağ, 2019: 912-987).”

Revânî, bu beyitte sevgilinin güzelliğini yüceltmek ve övmek için onu Yûsuf’a benzeterek anlatmış, güzellik ülkesinin hocası olarak nitelendirmiştir. Sevgilinin güzelliği karşısında kendinden geçmiş ve bir dellâl misali sürekli bağıra çağıra sevgiliyi anlatmaya başlamıştır. Bu durumdan şikâyetçi gibi görünse de işin gerçeği öyle değildir. Güzelliğin verdiği mestliği bir nimet olarak addetmiş ve bunun gereklerini yerine getirmek için sürekli sevdiğinden söz etmeye başlamıştır. 

Sâkî, konuklara aşk şarabından sunmakta ve onları mest etmektedir

4. “Tolularla sâkiyâ mest eyledüñ ‘âşıkları/ Meclise güller saçup bezm ehline al eyledüñ” (Ey Sâkî, âşıkları emellerinle kendinden geçirdin. Meclise güller saçıp ehline tuzak ettin.)

Değerlendirme Dizgesi: TDA: Sevgili… DB: Gül, al eylemek, tolular…

Yorumlama Alanı (YA): Beyitte TDA olarak kullanılan kavram, sevgilidir. Bu TDA’na ulaşılmasını sağlayan DB’ler ise gül, al eylemek ve tolular sözcükleridir. Beyitte şair, nida sanatına başvurarak sâkîye seslenmektedir. Sâkî kavramı üzerinde daha önceki gazellerde durulduğu için burada tekrar incelenmeyecektir. 

Söz konusu edilen sâkî, sevgili manasıyla kullanılmıştır. Acımasız, kurnaz, bin bir hileler yapmakla meşhur olan sevgili, mecliste onun için deli divane olan âşıkları türlü emelleriyle ve hileleriyle kendilerinden geçirmektedir. Bir mestlik hâlinde olan âşıklar ise bu sarhoşluk hâliyle hiçbir şeyin farkına varamamaktadır. Sevgilinin vaatlerini gerçek sanmakta ona ulaşabilmek için her şeye başım gözüm üstüne demektedir. 

Şair, beyitte bir meclis resmi çizmiştir. Burada sözü edilen meclisi iki boyutlu düşünmek gerekmektedir. İçkili, eğlenceli işret meclisi anlamının yanında tasavvuf ehillerinin toplandığı aşk meclisi anlamını da düşünmekte fayda vardır. Bu meclise gelen Hak âşıkları bir sıra ve düzen içerisinde oturmakta ve sevgiliyi beklemektedir. Sevgili olarak nitelendirilen sâkî, bu konuklara aşk şarabından sunmakta ve onları mest etmektedir. Şarap kavramının yerine rengi ve kokusundan dolayı gül kavramı tercih edilip kullanılmıştır. Gülle muhatap olma şerefine erişen âşıklar, farklı bir boyuta geçmekte dünyayı unutup ukbaya yönelmektedir. Beyitte durumlarından şikâyetçi âşıklar görsek de işin aslı öyle değildir. Bu âşıklar, içtikleri aşk şarabından da içine düştükleri mestlikten de oldukça memnun ve mutludur. 

Şair de kendi şiirlerini kelâm olarak nitelendirerek bu üstün özelliklere ve amaçlara sahip olduğunu göstermeyi gaye edinmiştir 

5. “Nakd-i eş’âruñ Revânî sîmveş hâlis durur/ Bûte-i nazmuñ içinde sen anı kâl eyledüñ” (Revânî, şiirlerinin bedeli gümüş gibi saf durur. Şiirin çalı çırpısı içinde sen, onu kelam ettin.)

Değerlendirme Dizgesi: TDA: Kelam… DB: sîmveş, hâlis, bûte-i nazm…

Yorumlama Alanı (YA): Beyitte TDA olarak kullanılan kavram, kelamdır. DB’ler ise sîmveş, hâlis ve bûte-i nazm kavramlarıdır. Şair, bu beyitte kendi şiirlerini övmekte ve onlara bedel olarak gümüşü göstermektedir. Burada söz konusu edilen gümüş ise hâlis gümüştür. Beytin iletisini çözebilmek adına bu kelimenin anlam ve çağrışımlarına bakmakta fayda vardır. 

“Farsça bir isim olan sîm sözlüklerde ‘gümüş, gümüş para, gümüşten, sırmadan, gümüş taklidi sırma veya maden tel; maruf kıymetli beyaz maden ki altından sonra olup evânî-i beytiyye ve kadın süsleri vesaire imaline ve sikke darbına yarar, fıdda’ manalarına gelir. Sîm’in Arapçadaki karşılığı ‘nukre’dir (Devellioğlu, 2007, s.844, 953; Şemsettin Sami, 2015, s.407, s.1089).” 

Divan şiirinde rengi, parlaklığı ve değeri dolayısıyla çeşitli çağrışım, teşbih ve tahayyüller içinde ele alınıp kullanılmıştır. Revânî de bu beytinde gümüşün değerine atıfta bulunarak şiirinin ne kadar kıymetli olduğunu ortaya koymaya çalışmıştır. Bunu gerçekleştirmek için de teşbih sanatından yararlanmıştır. 

İkinci dizede şairin, diğer şairlere ait şiirleri çalı çırpı olarak nitelendirdiğini, onları değersiz ve işe yaramaz gösterdiğini söyleyebiliriz. Kendi şiirleri ile onları kıyas etmekte ve kendisinin şiirlerini üstün görmektedir. Bu üstünlüğü anlatabilmek adına kendi şiirlerini, kelâm olarak nitelendirmektedir. “Kelimenin çoğulu olan kelâm sözlükte ‘yaralamak, etkilemek’ anlamındaki kelm kökünden türemiş bir isim olup ‘bir fikri tam olarak anlatan söz’ demektir. Kelâm ilmi konusu, amacı ve ekolleri dikkate alınarak farklı şekillerde tanımlanabilir. Konusuna göre yapılan tanımların bir kısmı Allah’tan başka nübüvveti, bir kısmı da âhireti tarifin kapsamına almakla yetinmiş (et-Taʿrîfât, ‘Kelâm’ md.; Topaloğlu, s. 48), bir kısmı imanın üç temel esasına da yer vermiştir. Buna göre kelâm ‘Allah’ın zâtından ve sıfatlarından, nübüvvet konularından, başlangıç ve sonuç itibariyle kâinatın hallerinden İslâm kanunu üzere bahseden bir ilimdir’ (Bilmen, s. 5). Kelâmın gayesine göre yapılan tanımları arasında Ebû Nasr el-Fârâbî ile Adudüddin el-Îcî’nin tarifleri kabul görmüştür.” Fârâbî’nin tanımı şöyledir: “Kelâm sanatı, din kurucusunun açıkça belirttiği belli düşünce ve davranışları teyit edip bunlara aykırı olan her şeyin yanlışlığını sözle gösterme gücü kazandıran bir tartışma yeteneğidir” (İḥṣâʾü’l-ʿulûm, s. 71). Fârâbî, bu tanımında kelâm alanına sadece inançları değil davranışlara ilişkin temel dinî ilkeleri de dâhil etmiş ve kelâmın genel çerçevede dini korumayı amaçlayan bir disiplin olduğuna dikkat çekmiştir. Adudüddin el-Îcî’nin tarifi de bir yönüyle Fârâbî’nin tarifiyle paralellik gösterir: “Kelâm, kesin deliller getirmek ve ileri sürülecek karşı fikirleri çürütmek suretiyle dinî inançları kanıtlama gücü kazandıran bir ilimdir” (el-Mevâḳıf, s. 11).

“Kelâm, insanlara doğru inanç ve isabetli davranışlardan oluşan hidayeti açıklamak, dünyada erdemli yaşamak, ahirette ebedî mutluluğa ulaşmalarına yardımcı olmak gibi yüce bir hedefi amaç edinir. Literatürde bu temel amacın dışında bazı gayeleri de hedef edindiği belirtilir. Öğrettiği güçlü kanıtlar sayesinde Müslümanları taklit seviyesinden kurtarıp bilerek inanma ve yaşama derecesine yükseltmek, hidayeti arayanlara yol göstermek, İslâm’ı eleştirenlere mâkul cevaplar vererek ve sağlam bilgiler üreterek İslâm’ın yüceliğini kanıtlamak, inatçıların ileri sürdüğü karşı delil ve itirazları geçersiz kılmak, diğer İslâm bilimlerine dayanak oluşturmak ve dünyada adaletli bir hayatın kurulup devam etmesine katkıda bulunmak bu gayeler arasında zikredilir (Tehânevî, I, 31; Adudüddin el-Îcî, s. 14; Seffârînî, I, 5).” Şair de kendi şiirlerini kelâm olarak nitelendirerek bu üstün özelliklere ve amaçlara sahip olduğunu göstermeyi gaye edinmiştir. 

Sevgilinin yüzü, sarı tüyleri (hat) ve yanağının benzetilenidir

6. “Misk ü ‘anberle pür itdüñ ey kalem Rûm illerin/ Nâmeler içinde çün vasf-ı hat u hâl eyledü” (Ey kalem, Rûm illerini güzel kokularla doldurdun. Çünkü ben ve ayva tüylerinin özelliğini mektupların içine koydun.)

Değerlendirme Dizgesi: TDA: Kelam… DB: Kalem, nâme, hat u hâl…

Yorumlama Alanı (YA): Makta beytinde DB olarak kullanılan kalem, nâme, hat u hâl kavramları TDA’nın kelam olduğunu gösteren en önemli ipuçlarıdır. Şair, bu beyitte nida sanatından yararlanarak cansız bir nesne olan ve kelama aracılık eden kaleme seslenmektedir. Bu seslenişle teşhis sanatına da başvurduğunu söyleyebiliriz. 

Revânî, kalem aracılığıyla yazdıklarının Rum illerini güzel kokularla doldurduğunu söyleyerek şiirini övmektedir. Bunu anlatabilmek için de misk ü anber kavramını kullanmayı tercih etmiştir. 

“Koku bilhassa, âşığın sevgiliye yaklaşma ve ona olan ilgisini izhar etme aracı olarak kullandığı bir kavramdır. Tabiatın vazgeçilmez unsurlarından biri olan koku, şairler tarafından, bilhassa sevgilinin âşık ile olan münasebeti noktasında ele alınmaktadır. Koku, Çin, Hıta (Hoten) ile birlikte ele alınır, hatta bunlardan daha üstündür. Misk kokulu hat (ayva tüyleri, güzelliği), sevgilinin mushafa benzeyen cemalini tefsir eder. Sevgilinin kapısının eşiği misk kokar. Misk, zülfün bulunduğu yeri utancından terk eder. Sevgilinin güzel kokulu ayva tüyleri yani hattı, tevriyeli kullanılarak genellikle Gubârî ve Reyhânî yazı ile ilişkilendirilir. Sevgili, ayağının tozu/ toprağını eteğinden etrafa saçtığından dolayı Çin miskine rağbet kalmamıştır

Ayva tüyleri, siyahlığı ve ufalanmış miski andırması münasebetiyle koku ile birlikte kullanılır. En çok amber ve misk ile anılır. Divan şiirinde yanak, suya ve ateşe benzetilir. Misk ve amber kokulu olan ayva tüyleri, tütsü için bu ateşte yanan güzel kokulu maddelerdir (Erdoğan, 2013: 219). Sevgilinin yanağındaki misk kokulu hatlar, yine misk kokulu bir duman şeklinde ortaya çıkar.

Kokunun kullanıldığı yerlerden biri de ‘ben’dir. Daha çok siyah renk münasebetiyle ele alınır. Ayrıca satrançtaki piyon (beydak) taşına benzetilir. ‘Miskîn’ kelimesi tevriyeli kullanılarak, âşığın gönlü zavallı (miskin) bir kuş olur ve sevgilinin ‘ben’inin sevdası için zülfünün tuzağına düşer. Sevgilinin ateş kırmızılığındaki dudağının üstünde var olan güzel kokulu ‘ben’ler, yakuttan yapılmış, tütsü yakılan kap içindeki misk ve amber gibidir (Turan, 2019: 251-272).” 

Görüldüğü gibi beyitte kullanılan kavramlar iki boyutlu olarak ele alınmıştır. Şair, bu kavramları kullanarak hem kendi şiirini hem de şiir gibi olan sevgiliyi çeşitli vasıflarını dile getirerek övmüş ve yüceltmiştir. 

Beytin şerhinde üzerinde durulması gereken kelimelerden biri de Rûm illeridir. “Rum, Anadolu’yu ve daha geniş anlamda Osmanlı ülkesini ifade etmektedir. Aslında bu kelime ile kastedilen şey, bu ülkede yaşayan insanlar anlamına gelmektedir. Fakat ‘Rum ili, mülk-i Rum, memleket-i Rum’ tabirlerinden ülke anlamının kastedildiğini görüyoruz. Divanlarda Rum, parlaklık, gündüz, aydınlık anlamlarını ifade eder. Bu bağlamda sevgilinin yüzü, sarı tüyleri (hat) ve yanağının benzetilenidir. Ekseriyetle Şam, Hıta, Çin, Hind kelimeleriyle birlikte tenasüplü kullanılmıştır. Bunların yanında Rum kelimesiyle ilgili olarak haracı, haramisi, güzellerinin çokluğu, bunların ‘kadeh-perdaz’ oluşu, tacirlerinin Hind’den inci ve yakut getirmesi, şarabı, esirlerinin bolluğu ve zincirlerle bağlanması, peyniri, küfrü, kâfiri, ‘Rumda tevkî-i Şâh’ın eğri’ olması, Osmanlıda buraların akın yapılmaya müsait uç tabir edilmesi gibi unsurlara yer verilmiştir (Turan, 2009: 135-154).” 

Şairin bilinçli bir tercihle Rûm illerini kullandığını, bu tercihle hem sevgilinin yaşadığı yeri hem de güzelliğini anlatmayı gaye edindiğini söyleyebiliriz.