Ey Müslüman, İbrâhimî olmadan Muhammedî olunmaz!

Kendisine dünyevî iktidar verilenlerin Hakikî Kudret ile karşılaşmaları ve azâbı tatmaları anlamında Türkiye’nin ve üzerinde yaşayan müminlerin (mühendislerin, doktorların, akademisyenlerin, âlimlerin, hukuçuların, devlet adamlarının, annelerin, babaların ilâ âhir) nasıl hazırlandığını yakın gelecek ortaya koyacaktır. Know-how kodlarının sadece Hakk’a teslim olan inanmış Türkiye’ye teslim edilişi de çok yakın zamanda konuşulmaya başlanacaktır. Ancak bunun ilk şartı, Tek İlâh olan Allah’a kul olmaktır!

HAKKINDAKİ pandemi ilânıyla tüm dünyanın gündemini sarsan Covid-19 virüsü hakkında öyle çok komplo ve öyle çok gelecek senaryosu yazılıyor ki…

Sosyal medyada halkımızı sürekli olumlu notlarla yönlendirmeye gayret ediyor, hiçbir spekülatif yorumu yukarı almıyoruz.

Öyle tuhaf bir manipülasyon zemini hazırlanmış ki, birtakım isimler, sosyal medyada ve televizyon ekranlarında çeşitli adlar zikrederek söz konusu salgını neden ve nasıl çıkardıklarını anlatarak Müslüman kimlikleriyle Müslümanlara dahi başka ilâhlar varmış gibi anlatıyorlar.

Göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin Rabbi Bir’dir. O Allah ki, ortağı, eşi, benzeri yoktur!

O’ndan başka ilâh yoktur!

Ancak ismini zikretmeye gerek duymadığımız birtakım kimseler -ki bunlar derhâl susturulmalıdır-, âdeta bir kötülük tanrısından baheseder gibi, düalist aklın yaktığı şirk ateşine odun taşıyorlar.

Neymiş? “Rotschild filanca faaliyetler yapmış da Rockefeller böyle yapmış, bunlar falanca yıllarda olmuş”…

Bu yorum doğru bile olsa, bundan söz etmek, zalimin cılız gücünü otorite kabul etmek anlamına gelir.

Hâlbuki güç ve mutlak otorite, yalnızca Kâdir olan Hakk Teâlâ’ya aittir.

Ve Müslüman, yalnız O’nun gücünü kabul ederek Müslüman olabilir.

“Ey iman edenler, iman ediniz!” emrini kendimiz için tekrar hatırlatırken, Allah’ın İbrâhim Peygamber’i (as) andığı vahiy notlarını yeniden okumaya sizleri de davet ediyorum…

***

“Rabbi ona ‘Teslim ol!’ dediğinde, ‘Âlemlerin Rabbine teslim oldum’ demişti” âyetiyle anılan Hazreti İbrâhim, “teslimiyet” kavramı üzerinden sıkça yâd edilir.

Onun, kendisine mülk verilen bir zalime karşı verdiği mücadele, sadece Kur’ânî ifadelerde kalmaz, efsane gibi başka detaylarla dillere de pelesenk olmuştur.

Kur’ân ismini zikretmese de “Nemrut” unvanıyla bilinen zalim, İbrâhim Peygamber’in (as) varlığını ve insanlığa mutluluk sunan tebliğini ortadan kaldırmak amacıyla büyük bir ateş yaktırmıştı.

Çünkü iddiası, İbrâhim Peygamber’in söylediği “Benim Rabbim diriltir ve öldürür” sözüne karşılık, “Benim de buna gücüm yeter” şeklindeydi.

İbrâhim Peygamber (as), kendisine teslim olmak tavsiyesine tam teslimiyetle cevap vererek, her yaratılandan olduğu gibi Nemrut’un ateşinden de çekinmemişti.  

Bu yüzden Nemrut’un ölüm kurgusu ona işlememişti.

Bugün çağımızın zalimleri, oluşturdukları korku senaryolarıyla Bir ve Tek İlâh olan Allah’a cüretsizce meydan okurlarken, bu algıya ayak uydurarak Vâhid olan Allah’ın gücünü unutmak, Allah ile kul arasındaki, özellikle Müslüman mümin ile Allah arasındaki râbıtayı koparıyor.

Bu zulmü, bizzat diliyle “İnandım” dese de kalbine bu sözü söyletemeyen Müslüman, kendi kendisine yapıyor.

***

Müddesir Sûresi’nin 11 ilâ 30’uncu âyetleri bir kişiden ve sonundan bahseder.

Bu kişi, müfessirlere göre Velid Bin Muğîre adlı müşriktir.

Bin Muğîre temsilindeki kişi, Nemrut ile aynı özellikleri taşımaktadır.

Bakara 258’inci âyette yer bulan “Allah’ın kendisine verdiği iktidara dayanarak…” şeklindeki ifade, Müddesir Sûresi 11 ilâ 14’üncü âyetlere şöyle denk bir anlam belirtir:

“Tek olarak yarattığım o kimseyi Bana bırak. Hem ona bol servet verdim. Hem göz önünde oğullar verdim. Hem ona büyük imkânlar sağladım…”

Yeryüzünde bir güce sahip olup da dünyaya ve üzerindekilere ve de altındakilere hâkim olma yarışındaki ortak koşucuların bugünkü durumunu görmek, bu âyetlere bakınca oldukça kolaydır.

Tabiî onların uğrayacakları sonu (gazâbı ve azâbı) tahmin etmek de bu âyetlere ve peşlerindeki hakikate bakınca hiç zor değildir.

Zira Allah, Müddesir Sûresi 17 ilâ 29’uncu âyetler arasında bu tipe korkunç sonu şöyle vaat ediyor:

Ben onu, dimdik bir yokuşa sardıracağım. Çünkü o bir düşündü, ölçtü biçti. Kahrolası nasıl da ölçtü biçti. Yine kahrolası, nasıl ölçtü biçti. Sonra baktı. Sonra kaşını çattı, surat astı. Sonra arkasını döndü ve büyüklük tasladı. ‘Bu’ dedi, ‘Başka değil, öğretilegelen bir sihirdir; bu, sadece bir insan sözüdür’.

Ben onu Sekar’a sokacağım. Bilir misin nedir o Sekar? Ne geriye bir şey kor, ne bırakır. Durmadan derileri kavurur…”

***

Dünyada kendilerini egemen görenlerin nasıl bir zirveye (dimdik yokuşa) tırmandırıldıklarına tanık oluyoruz.

Öyle bir zirve ki, oradan şiddet ve dehşet içinde yuvarlanmaları muhakkak ve an meselesi!

Zira kapitalizm düşüncesi üzerine kurdukları sistem çöktü.

Öyleyse korku kimden, neden ve niçin?

Muttakîler için Yaratan’a olan korkudan başka her şey, insanın kendisine yaptığı zulümdür.

Şüphesiz Rabbine tam teslimiyetle sâdık olan sâlih Kul ve Peygamber İbrâhim (as), Efendimiz Muhammed Mustafâ’nın (sav) dedesi olarak kendi zamanının tüm insanlığına bu teslimiyetiyle “önder” olmuştur.

Bunu Kur’ân da bu şekilde belirtir (Bakara, 124):

“Hani Rabbi, İbrâhim’i birtakım kelimeler (sualler) ile imtihan etmişti de İbrâhim imtihanını başarı ile tamamlayınca Allah, ‘Ben seni insanlara imam (önder) kılacağım’ buyurmuştu. İbrâhim, ‘Neslimden de mi Ya Rabbi?’ deyince, Allah, ‘Zalimler Benim ahdime erişemez’ buyurdu.

İbrâhim Peygamber’i okurken zikrettiğimiz “Halil İbrâhim” bereketi tamlamasını, onun tam da gelecekteki Torunu Efendimiz Muhammed Mustafâ (sav) gibi bir İslâm Devleti Önderi yani Hanif İmam olmasını fark etmemiz gerekir. Tabiî, “Zalimler Benim ahdime erişemez” ihtarının, İbrâhim Peygamber tvarına sahip olmayanlara yapıldığını da…

***

Bugüne kadar yıllarca birçok yazımızda ve sosyal medya mesajımızda Hanif olmaktan, Türkiye’nin “Hanif çizginin son temsilcisi” olduğundan dem vurduk.

İbrâhimî millet olmak genomunun bu topraklarda yaşadığını, Hakk’a olan teslimiyetinden aldığı güçle hiç kimseye teslim olmayan bu milletin son olarak 15 Temmuz’da gösterdiği dirençle tüm dünya mazlumlarına ümit olurken yeryüzü egemenlerine de gereken mesajı verdiğini söyledik defalarca.

Bugünkü gündemin son parçası olarak, dünyada söz konusu salgının en son uğradığı durak olarak Türkiye’nin bir İbrâhimî hikâye içinde olduğunu görmek hiç de zor değildir.

Kendisine dünyevî iktidar verilenlerin Hakikî Kudret ile karşılaşmaları ve azâbı tatmaları anlamında Türkiye’nin ve üzerinde yaşayan müminlerin (mühendislerin, doktorların, akademisyenlerin, âlimlerin, hukuçuların, devlet adamlarının, annelerin, babaların ilâ âhir) nasıl hazırlandığını yakın gelecek ortaya koyacaktır.

Know-how kodlarının sadece Hakk’a teslim olan inanmış Türkiye’ye teslim edilişi de çok yakın zamanda konuşulmaya başlanacaktır.

Ancak bunun ilk şartı, Tek İlâh olan Allah’a kul olmaktır!

Zira O’na kul olmayan, zalimdir.

Zalim, evvelâ kendi kendine zulmedendir.

“Kurtlar Vadisi Irak” adlı filmdeki meşhur duâ sahnesi geliyor aklıma.

Allah gani gani rahmet eylesin, Ömer Lütfi Mete şöyle kaleme almıştı o duâyı:

“Ya Rabbi, işittik ve itaat ettik, Allah muhakkak işinde galiptir! Görünen ne olursa olsun, kim yenerse yensin, kim yenilirse yenilsin, Galib olan, Hakîm olan, yapan ve yaptıran Sen’sin!

Ya Rab! Sen ki, Muhammed Mustafâ’ya (sav) dahi yenilgi sınavını yaşatansın, Sen zulmetmezsin Ya Rabbi!

Ya Rabbi! İnandık ve tasdik ettik, zulmeden biziz Ya Rabbi! Senin yolunda kenetlenmeyip benlik hevesiyle ayrı düştüğümüz ve bölündüğümüz için kendimize zulmettik.

Biz bize zulmettiğimiz için, düşman da şimdi bize zulmediyor. Bütün zalimlerden ve Sen’den sana sığındık Ya Rabbi!

Bizler gafil olduk, günahkâr olduk, mahkûm olduk, mağlûb olduk. Kur’ân ve Sünnet’in hikmetleriyle uyanmadık; Sen bizi düşmanın saldırılarıyla uyandırdın.

Şimdi de lutfet Ya Rabbi, bize bu saldırıları def edecek güç ve enerji ver! Bilinçli sabır ve sebat ihsan eyle!

Ya Rabbi! Bizi, barış dini İslâm’ı getiren Kutlu Peygamber’in hürmetine, O’nun mecbur kalıp savaştığı zaman titizlikle sâdık kaldığı vuruşma hukuk ve ahlâkından ayırma Ya Rabbi!” (Âmin.)

***

Hanifliğin kuzeyin aslanında bir kez daha vücût bulmasıyla yükselişinden emin olarak akletmek, idrak etmek ve arınmak dönemine girdik.

Daha eskilere giderek çok daha özel detaylarla bu makaleyi şekillendirmek de mümkündü, ancak yapmamayı tercih etti bu fakir…

Zira her şey Allah’ın hakikatlerinde apaçık ortada!

O’nun önderlik müjdesi tüm ayrıntılarıyla açık!

Öyleyse, madem kronolojik tarih önce İbrâhim Peygamber’i gösteriyor bize, Muhammedî mülkü kavrayabilmek için evvelâ İbrâhim Peygamber’i anlamaya ve onun tavrına sahip olmaya muhtacız.

Bu şart, Allah’ın büyük müjdesine eriştirecek gerekli şartın ta kendisidir!

Evet, yine ve yeniden bu sebeple tekrar edelim:

“Ateş-i Nemrut’tan korkar mı İbrâhim olan?”