EY İslâmoğlu! Ey İslâmoğlu!
Hey gidi İslâmoğlu!
Seninle
ilgili olarak iki hafta kadar önce bir makale yazmıştım (“Olmadı İslâmoğlu
Olmadı!”, 3 Mart 2022, Haber Ajanda Net).
Okuyucularımdan
eleştirel dönütler (feedback) geldi. Bunlardan bir kısmı indî (sübjektif) ve
nefsî, bir kısmı da samimî idi.
Bunları
sınıflandıracak olursak; birincisi, üstü kapalı olarak da olsa iktidarın
yaklaşımını ve iktidar etme biçimini eleştirdiğin için, sana siyâseten karşı olan
particilerden gelen eleştiriler.
İkincisi;
senin deyiminle “uydurulmuş din”in dincileriyle olan fikrî mücâdelende
sana karşı çıkan kesimlerden gelen eleştiriler…
Üçüncüsü
de, seni geçmişte sevdikleri hâlde, son zamanlardaki “savrulmalarından”,
“kibir ve en’âniyet” görünümlü imajlarından dolayı üzülerek de olsa
hüsrana uğrattığın samimî insanlardan gelen eleştiriler…
Ne
acı, seni savunmak yine bana düştü ey İslâmoğlu! Evet, biliyorum, senin
savunulmaya belki ihtiyacın yoktur. Ya da kendi kendini savunacak kadar bilgi
yüklü ve donanımlısındır hiç şüphesiz, ama aynı zamanda da yeterince özgüven ve
cesarete sahipsindir ve bunu da nice bedeller ödeyerek ispat etmişliğin vardır.
Lâkin yine de ben bu noktanın altını çizmek istedim, hakkını helâl et!
Üstelik
benim geçmişimde “İslâmcılık”, “radikalizm”, “Millî
Görüşçülük”, “Şiîcilik”, “Humeynicilik” olmadığı hâlde…
Ben
kendimi bir dine nispet ederek “Müslümanım” diyorum. “Dînî olarak bu
sâde sıfat bana yeter de artar” diyorum. Başka sıfatlar aramayı da zâid
buluyorum. Çünkü bu sıfatı Kelâm-ı Kerîminde bana Allah vermiş, daha ne
istiyorum? Bir de sosyolojik bir realite olarak kendimi “Türk, Türkmen” hissediyorum.
Ne
İslâm, ne de Türklük adına sloganik ve sembolik bir kafa yapısına sahip
değilim. Bunlarla insanları istismar ve manipüle etmem. Sâde ve yalın bir bakış
açım vardır. Önyargısız ve ideolojik bağnazlıktan uzak bir şekilde insanları,
meseleleri, olay ve olguları geniş bir açıdan ve bütüncül bir yaklaşımla
anlamaya, kavramaya, analiz etmeye ve çözümlemeye çalışırım.
Taraf
tutmadığım için, her kim olursa olsun vicdânî sorumluluğum gereği doğrusuna
doğru, yanlışına da yanlış demeye gayret sarf ederim. Böyle olduğum için
kimseye de yaranamam. Zâten böyle bir niyet ve kaygum da yoktur. Bu tür
insanların tutumu, Amerika’nın tutumu gibidir: “Ya benden yanasın ya da
düşmanımsın!”
İşte,
yukarıda saydığım ve geçmişte senin de içinde bulunduğun bazı grupların bazı
mensupları, ne yazık ki seni acımazsızca eleştiriyorlar.
Kimileri
“hakkını” helâl etmiyor, kimileri hakaret ediyor, kimileri ajanlıkla
suçluyor, kimileri de “Sen kimin adamısın, seni kim besliyor?” diye
soruyor. Araştırdığında bunları göreceksin ama zâten sen de bunları çok iyi
biliyorsun.
İşin
ilginç tarafı, seni bu şekilde suçlayanların çoğunluğunun geçmişte seninle aynı
safta olmaları ve eskiden aynı takımdan olmanızdır.
Ne
acı, değil mi? Bu Müslümanlar birbirlerini ne de çabuk harcıyorlar ve ne de
çabuk birbirlerini müşrik, münâfık, kâfir ilân ederek yaftalayıp çöpe atıyorlar.
Böyle dostlar düşman başına, değil mi?
Erbâbı
olan herkes iyi bilir ki, seni bu şekilde suçlayanların bir kısmı geçmişte
Allah’ın Rasûl’ünü “ara kablo”, “postacı” gibi saygısız ifâdelerle
ve indirgemeci bir yaklaşımla önemsizleştirirken, hatta bazıları “Ben de
peygamberim” diye alaycı yaklaşımlar sergilerken, bir kısmı da aşırı
yüceltmeci bir yaklaşımla Rasûl’ü örnek alınamaz bir forma ve formata sokup
nurlaştırıyordu.
İşte
sen, bu her iki yaklaşıma da itiraz ederek, Kur’ân’daki gerçek Rasûl’ün kim ve
misyonunun da ne olduğunu net bir şekilde ortaya koyan “Üç Muhammed: İki Tasavvur,
Bir Gerçek” adlı kitabı yazıyordun.
Seni
suçlayanlar, senin düşünce ve fikirlerine bütüncül bakamayıp cımbızlama
tekniğiyle yaklaştıkları için seni anlamakta güçlük çekiyor ve zorlanıyorlar.
Seni yanlış anlamaları biraz da bundan kaynaklanıyor.
Ama
bâzen sen de bu yanlış anlamalara çanak tutuyorsun. Özellikle konuşma dilinde meseleleri
izah ederken, bazı kelime ve kavramların anlamlarını ya yarım ya da kapalı
bırakıyorsun. Bu durum, istemeyerek de olsa yanlış anlamalara sebebiyet
veriyor.
Onun
için açıkladığın şeyi ve meramını tam ve net olarak açıkla, yarım ve kapalı
bırakma! Çünkü kayda alınıyorsun ve sonra da bu kayıtlar sosyal medyada
cımbızlanarak aleyhinde yaygın bir şekilde kullanılıyor.
Ayrıca,
kelime ve kavramlara -âmiyâne tâbirle- bâzen takla attırıyorsun. Bu da irrite
edici oluyor. “Câmi” örneğinde olduğu gibi… Bana göre bu kadarı da
gereksiz. Bunlara dikkat edersen iyi olur. Çünkü “Kaş yapayım” derken göz
çıkarmış oluyorsun.
Ama
bir taraftan da kelime ve kavramların etimolojik ve epistemolojik ya da lugâvî
ve ıstılâhî anlamlarına geniş yer verdiğinden dolayı bu durum çok ufuk açıcı
oluyor. Bunu ustalıkla yapıyor ve bu mânâda çok da faydalı oluyorsun.
Üçüncü
gruptaki samimî insanların iyi niyetli eleştirilerine dûçar olan biraz kibirli,
abartılı ve biraz da en’âniyet kokan kişilik özelliklerini ve muhataplarına
böyle olduğun imajını veren görüntü ve yaklaşımlarını -biliyorum biraz zor ama-
mümkün olduğu ölçüde düzeltmeye çalış.
Üzerimde
bıraktığın izlenim ve kanaat de biraz bu şekildedir. Evet, bunları maalesef ben
de hissediyorum, hakkını helâl et!
Dış
görünümün böyle olsa da, ben biliyorum ki “fîhi mâ fîh” gereğince ve “Bir
ben vardır benden içeru” mûcibince, senin içinde de kırılgan ve duygusal “Allah’ın
fakir kulu bir Mustafa” vardır.
Benim,
seninle bir teşrik-i mesâim olmadığı için, sana daha dışarıdan ve daha uzaktan
objektif bir şekilde bakabildiğime inanıyorum.
Evet,
düşünce ve fikirlerin kıymetli de olsa, birazcık bu kibir ve en’âniyet
görünümlü tavırlarından kurtulmaya çalış, lütfen!
Bir
tarafta çok büyük emeklerin ve hizmetlerin var. Âlimler çok kolay yetişmiyor.
Şüphesiz mezkûr imajın bunların üzerini örtmeye yetmez ama sen yine de bunları dünyevî
hırslarına (kibir, en’âniyet, siyâset gibi) âlet ederek hebâ etme. Sen kaliteli
insan ve medenî Müslüman yetiştirmek için eğitim ve kültürel faaliyetlerine
devam et.
Güç
zehirlenmesinden sık sık bahsediyorsun ama bunun bir çeşidini küçük çaplı da
olsa sen yaşıyorsun. Unutma, kendini değerli bulma ile narsisizm arasında ince
bir çizgi vardır. Bu çizginin bir adım ötesi uçurum, bir adım berisi sulh u salâhtır.
Diğer
yandan, “Tekâsür”den bahsediyorsun lâkin sen de farkında olmadan bâzen “kibir”
ve “en’âniyet” tekâsürüne yakalanıyorsun, dikkat et!
Öfkene
hâkim ol! Seni sevmeyenlerin ve ümmetin aleyhinde olanların ekmeğine yağ
sürecek konuşmalar yapma. Ben genellemeci değilim, doğrularını alır,
yanlışlarını atarım, bilesin.
Eleştirmenin
hikmetinden bahsediyorsun. İşte ben de seni eleştiriyorum. Ama benim eleştirmem
yapıcı bir eleştiridir, bilesin.
Benim
sana söylediklerim, bir mü’min kardeşinin sorumluluğu çerçevesinde “Emri bi’l-ma’rûf
ve nehyi ani’l-münker” ilkesini uygulamaktan ibarettir, unutma!
Selâm, vesselâm…