
HİÇBİR topluluk, vakit tamam olmadan, olacak olan vuku bulmadan ne kendisini köleleştirecek, eza ve cefa ile yönetecek bir zalimi, ne de ülkesini kalkındıracak, ihya edecek, refah seviyesini yükseltecek bir ülke liderini adlandırıp ismini dualarına katarak Allah’tan talep etmemiştir.
Coğrafyalarda halkların inançlarının şekillenişinde de böyle duaya dönüşmüş bir beklenti hâsıl olmadan, nice Allah dostlarının mukim kılınması ibretlik bir gerçekliktir.
8 milyarlık dünya nüfusunda, literatürde 31 din kabul görerek istatistikî bir dağılım raporlanıyor. Kimisi siyasallaştırılmış, pek çoğu dinsiz/inkârcı, pagan bu din kabulleri arasında 2 milyar Müslümanın yaşadığı coğrafyalar birbirlerine uzak olmasına rağmen, bu coğrafyalardaki halkların son din İslâm’ın hakikatlerine muti olması, Vahyî (Kitabımız) ve Nebevî (Hazreti Muhammed Mustafa -sallallahu aleyhi vessellem-) hakikatleri tebliğ eden velî kulların ve ihlâslı Müslümanların varlığı ve gayretleriyle hızla çoğalmaktadır.
Coğrafyaların kaderini maddî ve manevî cihette etkileyen fikrî bu tespiti, Bilim Sanat Felsefe Akademisindeki “Medeniyet Tasavvuru” derslerine katıldığım hocam Sadettin Ökten’in öğrettiklerinden ilham alarak sunduğumun altını çizmeliyim.
2007 yılında kendisinden dinlediğim bu tespit, hatırlayabildiğim kadarıyla şu biçimdeydi: “Toplumlar, imanlarını kurtarmak, hakikate erişmek için ellerini açıp henüz varlığından, adından haberdar olmadıkları bir velî, bir eren, bir müçtehit istemek için Allah’a yalvarmamışlardır. Ancak Avrupa’nın ortasında dört bir yanını tahrif edilmiş kitaplarıyla kuşatmış Hıristiyanlar varken, Bosna’ya Sarı Saltuk adında bir zat gelir ve medreselerde İslâm neşvünema bulup topluma şifa olur. Bu, Allah’ın o coğrafya halkına bir lütfudur!”
Dostların ihaneti kuyuya, şiir zindana, vatan ve millet sevdası saraya taşıyacakmış Recep Tayyip Erdoğan’ı. Ve o, dünyaya söylenmesi gerekeni söyleyecek bir lider olacakmış.
Bana göre, üzerinde çokça konuşulacak, inançlı ve/veya inançsız her insan tekinin nefis-ego ile marifeti kendinden mülhem zannetme tuzağına düşmeden Marifertullah’a (gnosis) teveccüh etmesi gereken bu tespit, idrak kapılarını muazzam bir aydınlığa açacak kıymetli bir anahtar hükmündeydi.
Öyle ya, bir insanın kaderi nasıl Küllî İradenin tayini ile çiziliyor ve doğumundan ölümüne kadar hayat denilen süreçte cüz’î iradeye tevdi ediliyorsa, toplumların, kavimlerin, medeniyetlerin ve ülkelerin kaderî çizgileri de aynı hakikatle cereyan ediyor.
Jeopolitik konumumuz gereği, iç ve dış siyâsî gelişmeleri bu bakış açısı ile seyretmek, yorumlamak ve ders çıkartmak, kaderî bir mesuliyet olarak omuzlarımızda yerini alıyor. Bu sorumluluk duygusu ile içinde bulunduğumuz an itibariyle geriye dönüp bakarak ülkemizin son çeyreğindeki değişim ve gelişimleri düşünsek, “Recep Tayyip Erdoğan” ismini, dualarımıza taşımadığımız hâlde, Allah’ın bu coğrafyanın toplumuna merhamet ettiğini görebiliriz. Bu görüş, çeyrek asırlık bir sürecin neticesi olmakla birlikte, ne bir tahayyülün, ne bir ütopyanın, ne de bilinçli bir tercih kümülatifinden ibaret olmayan “göklerden gelen karar”ın tecellisi ve cüz’î iradenin dahli neticesinde gerçekleştiğinin izahını sunuyor bize.
İhtimâl odur ki, imanını ve çocuklarının geleceğini düşünen, Batı/lın hedef aldığı ülke huzurumuzu, ahlâkî değerlerimizi, beslenme şeklimizi ve eğitim müfredatını korumanın derdine düşen mütedeyyinlerin duasında (rahmetli) “Necmettin Erbakan” ismi vardı. Denemişti o ismi, fakat ülkesine ihanet etmeyi görev addeden ihanet şebekesi içimize o kadar çok yayılmıştı ki istediği olmamıştı. Belki de “yenilgi yenilgi büyüyen zafer”e erişilsin diye oldurulmamıştı. Önce koalisyon, sonra devalüasyon ve derken post-modern darbeler…
Fakat Küllî İradenin tayin ettiği bir kader vardı. 15 Ocak 1995’te Necmettin Erbakan Hoca, talebesinin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı adaylığını açıklamıştı. Gencecik, yüzünde tebessüm, gönlünde vatan ve millet sevdası, elinde karanfilleriyle sokak sokak, hane hane dolaşan, hem dükkânların, hem evlerin, hem de kalplerin kapılarını çalan bir siyasetçiydi o tarihte Recep Tayyip Erdoğan. Sonra bir şiir okudu o genç adam, hapse mahkûm edildi. Yıl, 1997’ydi.
Ülkenin kaderini omuzladığını ne kadar biliyordu, ileriyi ne kadar görüyordu, hiç bilmiyorum. Fakat kaderi tayin eden Küllî İrade için malûmdu.
Geleceğe yolculuk
Hapis cezası bitmiş, 2001 yılında Hocasının kulağına fısıldadığı idea ile AK Parti’yi kurarak bu ülkenin geleceğini inşâ için kolları sıvamıştı.
Suçu şiir, sabıkası millî şuur olan Recep Tayyip Erdoğan’ın siyâsî arenadaki yolculuğunun son bulmasını dileyenler kendilerini kandırıyor, “Muhtar bile olamaz” tartışmaları ana haber bültenlerinden evlerimize taşıyordu.
Kurucusu olduğu AK Parti, 2002 Seçimlerinde TBMM’nin en büyük temsil gücünü elde ederek tek başına iktidar olmuştu. Ve İlâhî Kudretin izni ile (ki yaprak kıpırdamaz O’dan izinsiz), bugünkü durumdan bizler habersizken, kaderi şekillendirecek dinamikler yerli yerine oturtulmuştu.
Takvimler 28 Ağustos 2014’ü gösterdiğinde, “Muhtar bile olamaz” denilen Erdoğan, Türkiye Cumhuriyeti’nde, halkın teveccühü ile seçilmiş ilk Cumhurbaşkanı olmuştu.
Ülkemizin kaderini değiştirecek isim “Recep Tayyip Erdoğan”, hem bâtınî, hem zahirî olarak göreve atanmıştı. İşte bu noktadan sonra sebepler hâsıl olup yerli yerini bulunca, atağımıza taş koyanların ödü kopunca, “demokrasi” diye diye halkları zulme duçar eden Batı/l, gelecekte neler olacağını tahmin etmeye başlamış olmalı ki harekete geçti. Erdoğan, Türkiye’yi büyütüp güçlendirmeden, içimizde konumlandırılmış din maskeli ihanet çetesi, bir işgal girişimi ile ülkemizi, halkımızı yerle bir etmeye yeltendi.
Ancak olmadı. Başaramadılar. Bu ülkenin necip milleti müsaade etmedi. Sinmedi, ürkmedi. Kendisine yöneltilen silah onun, üzerine yürüyen tank onun, toprak onun, bayrak onundu. Belli ki ülkemize tayin edilen kader, bize zafer, haine ceza, Batı/la had bildirmek olarak kodlanmıştı.
24 saati geçmemişti aziz Türk milletinin vatanına ve hürriyetine sahip çıkma mücadelesi. Bu kadar tez uyanmıştı ruhuna nakşedilmiş hakikat; bu yüzden o kadar atikti tetikteki eli bükmek için. Çünkü bu, yüzyıllık duaların makbul olmuş hâliydi. Tek partili, dikta rejimli, Cumhuriyet klişeli bir dönemin şairi, 1938’de şu iki dize ile bugünleri tasavvur ediyordu belki de “Allah’ın seçtiği kurtulmuş millet/ Güneşten başını göklere yükselt” derken.
Daha nice inançlı siyasetçi, idealist eğitimci, farkındalığı yüksek sanatçı, şuurlu yazar ve millî mücadeleye vurgun şair, hep bir medeniyet tasavvurundan söz ediyordu fakat bir isim, bir adam ancak bir model tasavvuru çizilmemişti zihinlerde.
Bilen, ufku geniş, ideası yüce olanlar biliyordu birçok peygamberin nefes aldığı Mezopotamya’nın kaderinin diğer coğrafyalardan farklı olduğunu, olacağını. O farklı kaderin yegâne mirasçısı da esareti halka reva görmemek için ölüme koşan şehitlerden akan kan rengini zemin, göklerdeki hilâl ve yıldızı iman nişanesi olarak belirlenmiş Türk bayrağının dalgalandığı bu coğrafyanın aziz milletiydi.
Bu vatanın sahipleri, ilkin diri diri toprağa gömülmüş ruhunu diriltecekti. İnancı yeniden yeşerecek, kalbi ümmetin kederini paylaşacak kadar büyüyecekti. Başı dikleşecekti sonra Batı/l ülkelerin dünya halklarını sömüren ve kendilerini yeryüzü tanrısı addeden zalim güçlerin yöneticileri önünde. Ama zamana ihtiyaç vardı. Ve o zaman, o zamanın içinde binlerce icraat, milyarlarca yatırım yapacak adamın adı bize meçhul, Rabbimize malûmdu işte.
Maddî-manevî millî iradeyi tesis eden iktidarı ile halkın güvenliğini korumak için teröristlere kök söktüren, canını siper eden askeriyle, hak ile batı/lı birbirinden ayırt eden basireti açık halkıyla bu ülke “Büyük Türkiye” unvanını hak ettirecek jeopolitik bir aktör olarak varlık gösteriyor şimdi.
Evet, şimdi biliyoruz ki, bu cennet vatanın her bir insanı dünyayı şekillendirecek mizaca, enerjiye ve kabiliyete sahip olduğu içindir böylesi bir akış, böylesi küllerinden diriliş ikram olunması Türkiye’nin kaderine.
Dostların ihaneti kuyuya, şiir zindana, vatan ve millet sevdası saraya taşıyacakmış Recep Tayyip Erdoğan’ı. Ve o, dünyaya söylenmesi gerekeni söyleyecek bir lider olacakmış.
Evet, 30 yıl evvel dualarımızda adını anmadığımız bir lider Türkiye’nin kaderini bugün değiştiriyorsa, dünya bizi konuşuyorsa, sair ülke başkanlarının itiraf edemedikleri hayranlık, korkularını büyütüp nefret olarak dünyaya ve içimize zerk ediliyorsa, dini, ekonomiyi, siyaseti, halkı, ihanete meyyal olanları dolara endeksliyorlarsa, bilelim ki bu millet, seçilmiş bir millettir.
O millet, bu ülkenin insanıdır. Yeni dünya dilini hiç zorlanmadan kuşanacak kadar zeki gençler bu vatanın evladıdır ve onların henüz kirlenmemiş ruhları kendi geleceklerini inşâ için olması gerekeni yapacaktır.
Emeğin, gayretin, yetiştirip büyütmenin ne demek olduğunu evlatlarını büyütürken yaptıkları fedakârlıktan bilen anneler, yavrularının geleceğini dolarla takas etmeyeceklerdir. Rızkına haram bulaştırmayan, yattığı yerde para kazanmak yerine her sabah dükkânının kapısını “besmele” ile açan esnaf, ülke ekonomisine katma değer üreten iş adamları, halkı gayreti ile besleyen pazarcılar, insanı insana kavuşturan şoförler Büyük Türkiye’nin kahramanları olarak üzerlerine düşeni yapacaktır. Kalplerindeki vatan sevdası, hürriyet aşkı onlara ne yapmaları gerektiğini hatırlatacaktır.
Eminim, çünkü her birimizin hem bireysel kaderimizi, hem ülke kaderimizi tayin eden Yüce Kudret Sahibi Allah’ın nefesinden bir nüve var ruhlarımızda. Başkaca bir hatırlatmaya muhtaç olunmayacak kadar güçlü bu maya uyanacak ve bu “seçilmiş millet” sorumluluğunu yerine getirecektir.
İşte o zaman kocaman kanatlı Büyük Türkiye’yi durduracak bir güç kalmayacaktır. Kendisine sığınanı sınır dışı etmeyerek, dünyadaki zulmü durdurmak için zalime haddini bildirerek hem fiilî, hem fikrî zekâtını veren bu devlet, sadece kendi milletine değil, tüm dünyaya insanlığın hak ettiği muamelenin reçetesini/formülünü sunacaktır.
Seçilmiş Cumhurun Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, 1995’ten bu yana, 26 yıldır verdiği sözleri tutmasıyla, icraatlarıyla sözünü söyledi. Şimdi sıra, “Allah’ın seçtiği kurtulmuş millet”te!
Ey seçilmiş, aziz kılınmış millet, şimdi sıra sende! 14 Mayıs 2023 günü gereğini yap ve tıpkı Cumhurbaşkanımız gibi sen de “başını göklere yükselt”!