Evvelbahar

Öyle bir mevsim ki, insan ömrünün bile en verimli çağı olan ilk gençlik çağları baharla özdeşleşmiştir. Ömrümüzün baharı gençlik yılları... Tıpkı baharda toprak gibi, gençlikte de insana ne verilirse geri kalan hayatında mutlaka bir dönüşü oluyor. İşin en özel yanı, gençlik çağı ömürde bir defa yaşanırken, bahar her yıl aynı şevk, heyecan ve tazelikle yeniden yaşanıyor.

BAHAR geldi… Gelişini iyiden iyiye hissettiriyor. Esen rüzgârda, kendini doğrultan ağaçta, yeşillenen yaprakta, yağmur sonrası güneşle açan karahindibada ve bir akşam serinliğinde görmeye çalışıyorum baharı. Malûm şehrin insanıyız ya, baharın gelişini birebir göremiyoruz; hatta gidişini de...

“Dirilmek yeniden yerin uyanması gibi, kımıldaması gibi toprağın/ Bulutları yarması gibi gün ışığının/ Yağmurun ansızın boşanması/ Binlerce kuşun bir anda parlaması, havalanması/ Erimesi gibi karların ve buzulların/ Patlaması gibi dal uçlarında tomurcukların” dizelerinde Erdem Beyazıt hissettiriyor ilkbaharı bizlere.

Bahar üzerine yazı yazmak, satırlarda o duyguyu vermek gibi bir deneyime sahip olabilmek için bahar mevsimini sadece doğanın yeşillenmesi ve havaların ısınmaya başlaması olarak ele almak adeta mevsime ihanet gibi. Hele usta şairlerin baharla ilgili şiirlerini okudukça mevsimin ötesinde bir ruh hâli olduğuna hepten inanmaktayım. Neydi şaire o ilhamı getiren acaba? Dışarıda aralıksız yağan bir Nisan yağmuru mu, güneşin doğuşu ile ötüşen kuşlar mı, yoksa kuru topraktan çıkıverip yeniden dirilişin habercisi olan yeşil tomurcuklar mı?

Baharın gelişi ile beraber kâinata bir huzur ve dinginlik gelir adeta. Sonbaharda hızlanan kış hazırlığı ve kışın da bitmek bilmeyen hayat koşuşturmasının ardından baharda adeta bir “Oh!” dediğimiz sükûnete eriştiğimiz olur ya hani, bu durumda tabiat ayete durur sanki ve biz insanoğluna der ki, “Şüphesiz güçlükle beraber bir kolaylık vardır” (İnşirah, 5-6).  Her kışın bir baharı, her üzüntünün sevinci ve her sabrın selâmeti olduğu gibi...

Kuru dallarda baş gösteren tomurcuklar gördüğümüzde ruhumuzun da iklimi değişir tabiat gibi. İyilik, şefkat, merhamet, ümit ve sevinç duyguları oluşur içimizde. Doğada var olan her şey el birliği ile bizi silkelenip yeniden başlamaya davet eder gibi. Sanki bütün sene boyunca içimizde biriktirdiğimiz sıkıntıları baharla beraber bir rüzgâra salıverecekmişiz gibi. Yeniden kırıldığımız yerden çiçekleneceğiz. Baharı bekleyen kumrular gibi...

Modern yaşam tutkusu bizden baharlarımızı da alıp götürdü. Yol kenarındaki kaldırım arasında bir yabanî otun baş göstermesine izin verilmiyor. Ağacı, çiçeği ve toprağı ancak mesire alanlarında görebiliyoruz. Toprakla olan münasebetimiz de insan ile olan muhabbetlerimize dönüştü. Öyle yapay, samimiyetsiz ve ihtiyaç duyulduğu kadar... İbrahim Tenekeci’nin bahsettiği gibi, deyim yerindeyse, “baharlar ziyan olup gidiyor”.

Toprakla ve topraktan gelenle olan bağımız koptukça insan olmanın bilincinden de uzaklaşıyoruz. Kendimiz dışında kalana saygımız, sabrımız ve tahammülümüz giderek azalıyor. Dünyayı sadece insandan ibaret sanıyoruz. Canlılara olan düşkünlüğümüz sözde kalıyor, davranışa dökülmüyor.

Yüksek binalar, gökdelenler, sitelerimiz yaşam alanı bakımından rahatlık sağlıyor insana. Ama hiç olmazsa gönlümüzü, gözümüzü doyuracak kadar balkonda veya pencere önünde çiçek yetiştirmeye müsaade edip saygı göstermiyor üst komşularımız. Öyle ya, evinin bir köşesinde çiçek yetiştirmeyen bir kişi dışarıdaki herhangi bir çiçeğe ne kadar yaşam alanı sağlar ki? Rengi güzelse hele bir de, koparıverir dalından bir başkasının görüp nasiplenmesine izin vermeden. Çünkü bir çiçeğin kaç günde ve nasıl bu hâle geldiğini gözleri ile görüp idrak edememiştir.

Konu bahar mevsimi olunca, insan duyguları dağlarda çağıldayan dereler gibi dolup taşıyor. Bundan sebep olsa gerek bahar konusu üzerine hemen her sanat dalında birçok örnek bulunması. Ben de mevsimden, insandan, kuştan, çiçekten, konudan konuya geçiyorum galiba. Biraz da böyle değil midir bahar mevsimi? Getirdiği güzelliklerin yanında dokunaklı hüzün saran bir yanı da vardır hani… O yüzden her baharda bir türkü dolanır dilimize “Geçti ömrümün baharı” diye...

Öyle bir mevsim ki, insan ömrünün bile en verimli çağı olan ilk gençlik çağları baharla özdeşleşmiştir. Ömrümüzün baharı gençlik yılları... Tıpkı baharda toprak gibi, gençlikte de insana ne verilirse geri kalan hayatında mutlaka bir dönüşü oluyor. İşin en özel yanı, gençlik çağı ömürde bir defa yaşanırken, bahar her yıl aynı şevk, heyecan ve tazelikle yeniden yaşanıyor.

İnsana yeniden dirilişin müjdesini verir tüm doğa. Hani denir ya, baharda kuşlar gibi...

Bahara hüznün penceresinden bakan bir yanımız da vardır. Tamam, ayların en güzeli, mevsimlerin en heyecanlısıdır ama bir de asıl baharı gönülde arayan tarafımız vardır. Baharın tüm güzelliklerini satırlar dolusu yazsak bile hissetmek, kelimelerle ifade edilemeyecek kadar özeldir. Ama hissedememeyi nasıl ifade edebiliriz? Hani denir ya, “gönlünde sonbaharın hüznünü taşıyan birine baharın güzelliğini anlatamazsınız”. Bu yüzden mevsimin güzelliği bir de ona nereden baktığınızla ilgili değil midir?

Orhan Veli’nin şiirinin duygusu kaplıyor ruhumuzu bir anda. “Beni bu güzel havalar mahvetti/ Böyle havada âşık oldum/ Şiir yazma hastalığım bu havalarda nüksetti”... Öyle ya, kuruyan ağacı yeşerten, sayısız canlıyı yuvasından çıkaran, göçmen kuşlara yön veren ve dağlardaki karı buhar buhar yok eden hava, şaire, yazara ve dahi tüm insana nasıl bir ilham verir, kim bilir?

Bu dünyada insan, ölmeden Cennet’i görmek istiyorsa bahar mevsimi buna en güzel kaynaktır. Toprağın kokusu, yağmurun yağışı, ferahlık, huzur ve yeniden varoluş… Dilerim bu bahar, binbir kötülükle kirlettiğimiz dünyaya gelirken gönüllerimizi de bundan nasiplendirir.