Evsiz/sen?

Herkes içindeki özü arar. Kalabalıktaki insan, aradığı bir yüz olduğu için oradadır. Esasen birçok şeye gücü yeter, ancak içindeki aidiyet hissi kişiyi doğumuna yani yuvasına çeker. Ölümde bile doğumu görür insan. Çünkü yirmi birinci yüzyılda cenazeler bile köye döner…

ÖYLE mekânlar vardır ki, insanın aklının, rûhunun, yolunun seyrini değiştirir. Kimi alıp götürür bir okyanusun ortasına bırakır, kimiyse dünyanın en kalabalık caddesinde bir başına koyar insanı. Onlardan biri o denli kıymetlidir ki, her çeşidi kaderin ayrı birer sayfasıdır. Doğurur, büyütür ve yoğurur içindekini...

Her doğan, kaderini sırtlanıp gelir dünyaya. Eğer şanslı olanlardansak, muhakkak bir evin içine doğarız. Ev, insanı karakter sahibi kılar. Bu doğumla “yuva” olur adı. İsimleri ve tanımları binbir çeşittir. “Dört duvar” olur ilkin. İçinde canlı ya da cansız varlıkların bulunduğu kapalı bir yapıdır. Güvenmenin ilk şartıdır. Sığınaktır. Bazen de sadece sorumluluktan kaçtığımız, rahatladığımız yataktır. Doyduğumuzdur, uyuduğumuzdur. Bazı kült unsurları vardır. Mutfaktan gelen yemek kokusu meselâ... Çay kaşığının bardağa değdiğinde çıkardığı ses, her şeyin mümkün olduğunu tekrar tekrar hatırlatır. Anne olmalıdır, baba ve kardeşler yaşamalıdır içinde. Çocuklar kâh ağlamalı ama çoğu zaman gülmelidir. Hâsılı “ev” demek, “aile” demekle eşdeğerdir. Ev, aileyi bir arada tutan yegâne sebeptir. Çünkü huzurun, saâdetin ve sevginin ilk koşulu birlikteliktir.

Huzurun da birçok tanımı yapılabilir. Eğer insanda arıyorsak bu tanımı, iyi niyetler üzerine inşâ edilen bağın adıdır. Anlatmanın, sakınmanın, sevmenin, sevilmenin ve en önemlisi de anlamanın yekpâre vücût bulduğu sağlam bir etkileşim hâlidir. Ancak insanları aşan bir açıklama arıyorsak huzur için, yüzümüzü tabiata döneriz. İçinde yalnızlık olmayan bir yalınlık hâli meselâ... Kendimizi dinlediğimiz, tabiatı okuduğumuz eşsiz bir düşünce sahnesi… Bunların hepsinin dışında, kişi bazında tanımlamaya çalışırsak, bir annenin gözlerine bakabiliriz. Evlâdının iyiliği kadar huzurlu olan bir annenin gözlerine… Ona göre sağlığın bir diğer adıdır saâdet. Yahut baba için, evdeki şen kahkahanın ulaştığı yere kadar uzanır huzurun kolları.

Her yuvanın başka yazgısı, başka insanları vardır. Her biri ayrı hikâyedir. Kimi yalnız adıyla bile memlekettir içindekine. Çatısını, bacasını sığdırıp kalbine götürmek ister. Çünkü insan en çok “ait olmak” ister. Dönmek eylemini yaşatmak ister sırtındaki sıla rüzgârıyla. Kimiyse yıkıp geçer duvarlarını, ardına bakmadan terk eder. Bazısı sığınır, korunur kötüden ve kötünün değdiği sûretlerden. Bencil menfaatlerinden, düşüncesiz hırslarından dünyanın… Bazısı da içindeki iyiyi ve kötüyü olduğu gibi sahiplenerek kutsal bilir adını evinin. Bilir ki, asıl kutsiyet, kaderin bizzat kendisidir!

Lânet okumayı becerenin de, sırtını dönüp terk edemeyenin de bir gün bir yerde muhakkak sızlar burnunun direği. Çünkü gurbetin tanımı dünyanın bir ucunda da, insanın kendi yüreğinde de aynıdır. Şayet evin adı yuvaya dönmediyse, muhakkak bir tepede esiyordur özlemin rüzgârı.

Herkes içindeki özü arar. Kalabalıktaki insan, aradığı bir yüz olduğu için oradadır. Esasen birçok şeye gücü yeter, ancak içindeki aidiyet hissi kişiyi doğumuna yani yuvasına çeker. Ölümde bile doğumu görür insan. Çünkü yirmi birinci yüzyılda cenazeler bile köye döner…

Evimiz, adımızın doğum yeridir. Ev yoksa isim yoktur. Daima yaka cebinde taşınan soytarı bir kahkahadır evsizlik. Durmaksızın hatırlatır kimliksizliği. Kulaklarda dinmeyen bir acımanın gürültüsüdür. “Dönmek” mümkün değildir. Artık öyle her şey üstesinden gelinebilir görünmez. Hayâlsizliktir. İnsan yarını olmadan ne kadar sağlam tutunabilir yaşama? Dünyanın tüm kötü sıfatlarının odağı olmaktır. Güven yoktur. Tedirginlik asla sıyrılıp gitmez parmak uçlarından. Her daim kendi kendini büyütmen, kendi kendini avutman gerekir. Yalnızlıktır. Bilirsin ki, ağlayacağın omuz, yine kendi omzundur. Sağ elini solunun üstüne koyup, “Ben buradayım” demektir. İşte o an tanımsız olur, en çok yetimliğini bilir insan! Herkeste gördüğü, yalnızca kendisidir.

Evsizsen, adın yoktur. Kimliğin sorulmaz.

“Dostlarım ev eşyamdı, bir bir gitti diyorum./ Artık boş odalarda ölümü bekliyorum…” (N. F. Kısakürek)