Evrenin hiçlikten oluşabileceğini kimler niçin gizliyor?

İbnü’l-Arabî’yi böyle bir anlam denizine yelken açtıran geleneksel görüş, Batı medeniyetini en az 800 yıl geride bırakmıştır. Diğer bir ifadeyle, İbnü’l-Arabî’yi bu sonuca yükselten anlayış, yine dünyanın saadetini sağlayabilir, insanlığa yol açabilir.

EVRENİN başlangıcından önceki durumuna dair bilgilerin bilimin çerçevesine girmediği iddia edilir. Bu durum genel kabul gibi görülebilir. Ancak derinlerde bunun aksini ortaya koyabilecek durumlar da vardır. Bu durumlar bilimsel olarak desteklense bile gündemi pek meşgul etmez.

Bu durumların gündeme girmemesinin nedenleri arasında evrenin yokluktan varlığa geçemeyeceğine veya yokluktan nasıl oluştuğuna dair görüş farklılıkları vardır. Diğer bir görüş ise şöyledir: Evrenin varlık âlemine intikali yokluktan oluşabilecek ise bu durum Batı felsefesinin yetersizliği, Doğu hikmetininse başarısı anlamına gelecektir.

Bu konuda Doğu medeniyetinin çok kısa şekilde bir özelliğini ifade edeceğim ancak bunu en sonlara doğru yapacağım. Burada tamamen Batı kaynaklı modern bilimin ortaya koyduğu mümkünata bakacağım. Zira dünyada en statik ve sabit fikirli toplumlar Batılı ve Afrika’nın balta girmemiş ormanlarındaki kabilelerdir. Bu pencereden Batı ile Afrika’nın aynı seviyede olduğuna dikkat edilmelidir.

Modern bilim, kuantumun keşfiyle birlikte farklı bakışları ortaya koyduğunda atom altı parçacıkların hâllerine dair yeteri kadar veri toplanabiliyor. Ayrıca modern bilim ortaya çıktığında, buna alternatif olarak klasik görüşün devam etmesi için de şiddetle bir irade sergilenmiştir.

İrade sergileyenlerin başında İngiliz Kraliyet Ailesi ve Batı gelmektedir. Statik görüş şiddetle desteklenmiştir. Bunun için bilim insanları devreye girmiş ve yeni bilim alanları ortaya çıkarılmıştır. Sosyoloji böyle bir iradenin ürünüdür.

Newton, Einstein ve Hawking bu düzlemde yer alır. Newton’u anlamak mümkündür. Zira zaten kendisi statik görüşün mimarlarındandır. Einstein ve Hawking kuantum çalışmalarından bilimsel ürün ortaya koysa da verilerin aksi istikamette görüşü savunmuşlardır.

Evrenin yokluktan oluşabileceğine dair çalışmaları yapanların arasında Hawking de var.

Alman bürokrat ve kuantum biliminin keşfini yapan Max Planck ise doğruları savunmaktan geri durmamıştır. Buna rağmen kişisel görüşünü bilime en az karıştıran safta yer alır.

“Kara cisim ışıması” olarak bilinen ve kuantumun keşfinin ilk adımı olan bu veriye göre evrenin yokluktan oluşabilmesine dair verilerin peşine düşenler az değildir. Ancak bu durum gündeme alınmıyor. Nedeni de buradan elde edilecek olan verilerin Batı medeniyetinden ziyade Doğu medeniyetini destekliyor olmasıdır.

Hâl böyle olunca bilimsel verilere odaklanmak gerekiyor. Kara cisimlerde ışımaların olması, kara cisimlerin veya yokluğun hiçlik olmadığı anlamına geliyor. Kuantum bakışına göre kara cisim ve yokluk olarak tanımlanan kavramlar, aslında kuantum altı dünyalarda ve atomlaşmamış madde âleminde birer emre hazır asker gibi pozisyon alıyorlar.

“Hiçlik” denen kavram, aslında elektron ve anti-elektronların boşluktan aniden fırlayıp varlık âlemine geçtiği veya boşlukta tekrar kaybolduğu sabit bir bilim çerçevesince biliniyor. Elektron ve anti-elektron sanal parçacıkları oluşturmaktadırlar. Bu sanal parçacıklar da tersi yönde elektron veya anti-elektronu oluşturabiliyorlar. 

Buna göre maddenin “sanal” denilen yerden görünür âleme intikali her an devam ediyor. Bu basit bilgi lisans seviyesindeki öğrencilere okutuluyor. Maddenin, insanların varlık bakımından ve bilimsel olarak kabul etmediği sanal âlemden oluşması bilimsel bir gerçektir. Bu gerçeklik evrenin var olmadan önceki âleme dair kabul edilebilir bir âlemin varlığını ortaya koyuyor. Sanal âlemden maddî âleme geçişi kabul edip evrenin varlık öncesi âlemden geçişini kabul etmemekse bilimi inkârdır. Bilim insanlarından bazılarının bu gerçeği kabul ederken bazılarının kabul etmemesi bilimsel bir durumdan ziyade hayat felsefesi veya dünyaya bakışın bir ölçüsüdür.

Bu bilimsel sonuç en azından İbnü’l-Arabî’nin görüşleriyle tıpatıp uyuşuyor. İbnü’l-Arabî yokluğu/hiçliği ikiye ayırmaktadır: Birincisi, hiçbir zaman gerçekleşmeyecek olan bir durum… İkincisi ise şimdiki var olan âlemin öncesindeki konaklama yeri olarak görülen ve gerçekleşmeye namzet yokluk âlemi olmasıdır.

İbnü’l-Arabî’yi böyle bir anlam denizine yelken açtıran geleneksel görüş, Batı medeniyetini en az 800 yıl geride bırakmıştır. Diğer bir ifadeyle, İbnü’l-Arabî’yi bu sonuca yükselten anlayış, yine dünyanın saadetini sağlayabilir, insanlığa yol açabilir.

Bu sonuç Batı’nın zoruna gidiyor ve izleri gizlemek için ellerinden geleni yapıyorlar. Peki, böyle bir anlam okyanusuna sahip İbnü’l-Arabî, bakın bakalım, hangi ülke tarafından takip edilip en yüksek düzeyde bilimsel olarak araştırılmaktadır?